Roboskî katliamı ve hain Kürtler

Mevlüt Çavuş 12 Eylül faşizminin gemi azıya aldığı ve her anı birkaç ölüme bedel bir zulüm ve zorbalığın yaşatıldığı Diyarbakır Cezaevinde Esat Oktay Yıldıran’ın sağ kolu durumundadır. Tutsakları itirafa zorlamak ve teslim almak için her şeyi yapmakta, her türlü alçaklığa başvurmaktadır. Ölçüsüz vahşet belli ölçüde sonuç vermiş, teslim alınanlar artık çoğunluk oluşturur hale getirilmiştir. Dört kat halindeki bu cezaevinde ilk üç katın hücreleri teslim olmuş tutsaklara ayrılmıştır. Dördüncü katın hücrelerinde ise dişini tırnağına takıp insan üstü bir çabayla direnen tutsaklar bulunmaktadır. Alt kattakilere verilen komut temelinde marşlar okutulurken, dördüncü kattakiler deyim yerindeyse ölümlerden ölüm beğenmeye zorlanmaktadır.
Alt kattakiler yine toplu halde marşlar okurken, Mevlüt Çavuş dördüncü katta direnen tutsakların karşısındadır. Volta atarak akıl almaz zulüm ve zorbalığa karşı direnmekte ısrar eden tutsaklara seslenir. “Hepiniz benim düşmanlarımsınız” diye söze başlar. Yeni icatlar peşinde koşan tutkulu bir mucit gibi daha etkili işkence yöntemleri üzerinde yoğunlaşan bu yaratığın sözleri oldukça ilginçtir: “Üzerinizde her türlü boyun eğdirme yöntemini deniyor, her çeşit işkenceyi uyguluyorum. Sizi de aşağıdakiler gibi teslim almak ve itirafçı yapmak istiyorum. Aşağıdakilerin halini görüyorsunuz. Ben onlara bir parça ekmek gösterir, bu ekmeğin peşinde koşturup istediğim yere götürebilirim. Bunların durumu beni tiksindiriyor. Bana göre ‘Co’ bile bunlardan daha onurludur. Ancak siz benim yaptıklarım karşısında direnseniz de size saygı duyuyorum. Çünkü davanızdan vazgeçmiyorsunuz.”
Adı geçen mahlûkun yaptığı belirlemeye dikkat edin. ‘Co’ Nazi temerküz kamplarındakinden beter uygulamaların sahnelendiği Diyarbakır Cezaevinin başındaki Esat Oktay Yıldıran’ın en az kendisi kadar ‘ünlü’ olan köpeğinin adıdır. Alçaklığın dip noktasına yerleşip zulüm ve zorbalıkla başkalarına diz çöktürmek isteyen insanlık düşmanı bir tip düşmana teslim olmayı bir köpeğinki kadar bile bir onura sahip olamamak saymakta, yaptığı işin tüm tiksindirici özelliğine rağmen teslimiyet ve ihaneti tiksinti verici görüp aşağılamaktadır. Bunu salt Mevlüt Çavuş gibi bir işkence uzmanına has istisnai bir yaklaşım gibi ele almak yanlıştır. Kürt direnişçileri ile savaş halinde olan asker ya da sivil her sömürgeci kişilikte böylesi bir ruh hali mevcuttur. Direnen Kürt bunların nezdinde dışa vurulmayan bir saygıya mazhar olurken, teslim olmuş Kürt bir köpekten daha değersiz görülmektedir.
İhanet hain devşirmeyi sanat haline getirmiş güçler açısından dahi çoğunlukla en aşağılık bir davranış biçimidir. Hain kendi soyuna karşı savaş halindeki sömürgeci efendilerinin hizmetine koşturulmuş tasmasız bir köpekten farksızdır. Öyle ki, burada küçük bir düzeltme yapmak bile gerekebilir. Köpek sadık bir hayvandır, sahibine kolay kolay ihanet etmez, efendisinin eşiğini terk edip bir ‘yabancı’nın kapısı önünde havlamaz. Oysa insan türü söz konusu olduğunda durum değişir. İnsanın haini her zaman ihanet etme potansiyeli taşıyan bir varlıktır. Fırsatını bulduğunda bu potansiyelini yeniden ve yeniden aktifleşebilir. Kendi ulusuna karşı istediği kadar kraldan daha kralcı davransın, bu yüzden hain güvenilmez biridir. Bir köpeğin sadakatine itimat edilebilir, ancak hain için aynı şeyi söylemek imkânsızdır. Dolayısıyla Mevlüt Çavuş’un belirlemesi yerindedir.
Hain aslında kendi kimliğini inkar etmez; nereden geldiğini, daha doğrusu hangi topluma mensup olduğunu inkar yoluna sapmaz. Kendi ulusunun çıkarlarına karşı savaşsa da, o sözgelimi bir Fransızdır. Somut örnek İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazi rejimine işbirlikçilik yapan Fransa Başbakanı Laval’dir. Laval savaş sonrasında vatana ihanet suçuyla tutuklanıp yargılanır ve idam cezasına çarptırılır. Cezası yerinde görülüp infaz edilir. İdam edilmeden önce Laval’in ağzından dökülen cümle ‘Yaşasın Fransa!’ olur. Aynı duruşu ihanet içindeki bir Kürt’ten beklemek, köpeğin bir kurda dönüşebileceğine inanmak kadar anlamsız ve imkansızdır. Kürt’ün haini kendi deyişiyle aç bir aslan olarak öleceğine tok bir çakal olarak yaşamayı yeğler. Sömürgeci efendilerin sofrasındaki kırıntılar onun en soylu değerlerin düşmanı kesilmesi için yeterlidir.
Kürt haini kendi kimliğinde ısrar etmesinin katliam, zindan, iflas, yokluk ve yoksulluk olduğunu bildiği için, canlı bir varlık olarak hayatta kalmasına imkan sunan yer neresiyse, nerede kırıntı varsa, neresi karnını doyurmasına fırsat veriyorsa, rant kapısı nerede ise oraya yöneldi. Bu tür yerler tek parti iktidarı döneminde CHP, daha sonraları ise DP ve AP oldu. Esas sürükleyici unsur haline getirdiği ekmeğin ebadını büyüten her sömürgeci parti bunları kendi saflarına çekmekte ve istediği gibi kullanmakta asla zorlanmadı. Kendi ailelerini korumaya almak ve metabolizmalarını işler halde tutmak bu kesimlerin hemen her zaman kaygısını taşıdıkları iki temel unsur oldu. Çok az sayıda istisnası olsa da, Kürt için zengin ve varlıklı biri olmanın yolu kendi köklerinden kopmak ve soykırım uygulamalarına şevkle hizmet etmekten geçiyordu.
Bu lanetli şebekenin günümüzde hizmetine girdiği güç yeni bir soykırımcı siyasi yapılanma olan AKP’dir. AKP Kürt toplumundaki tarihsel ihaneti kullanmakta CHP’den daha başarılı olmak için yoğun çaba harcamaktadır. Bu partinin Kürt sorununu çözmede Abdülhamit yöntemlerini esas aldığı ve ‘Hamidiye Alayları’ politikasını güncelleyip Kürtlerin kökünü kazımaya çalıştığı belirtilebilir. AKP’nin Kürtleri inkar politikasını terk ettiği söylemi de bir ölçüde bununla bağlantılıdır. ‘Hamidiye Alayları’ uygulamasında açıktan Kürt inkârı olmasa da, öteki toplumların imparatorluktan kopuşunun kaçınılmaz olduğunu iyi bilen Abdülhamit Kürdistan’ı Türklük için bir ulusal yayılma alanı olarak değerlendiriyordu. Kürtleri Türk kimliği ve kültürü içinde eritmek ‘Kızıl Sultan’ın temel amacıydı. Bu yönüyle AKP’nin Abdülhamit’in bu hedefine kenetlendiği söylenebilir.
Bu dönemde Kürt ihanetinin yoğunlaşma alanı olan AKP’de bir araya gelen hainlerin Kürtlüklerinin nasıl bir şey olduğunu en çarpıcı bir biçimde gözler önüne seren gerçeklik Roboskî katliamı karşısında sergiledikleri duruştur. Düşünün: Uzun süre katliama ilişkin bir açıklamada bulunmaktan kaçınan AKP, bu minyatür soykırım uygulaması konusunda açıklama yapma sorumluluğunu saflarındaki bir hain Kürt’ün omuzlarına yıktı. Kürtleri temsil eden ve saflarında en fazla Kürt temsilci barındırdığı iddiası taşıyan bu partideki hainlerden bu katliamı telin eden hiçbir ses çıkmadı. Bunlardan hiçbiri Roboskî’de katledilen on dokuzu çocuk otuz dört masum Kürt’ün katillerinden hesap sorulmasını isteyenleri ‘nekrofili’ olmakla itham eden Erdoğan’a karşı çıkmadı. Belli ki bunlar için önemli olan rant kapılarının yüzlerine kapanmasına yol açacak davranışlardan uzak durmaktı.
AKP’nin ‘milli birlik ve kardeşlik projesi’nin Kürt halkı için ne menem bir aşağılanma anlamına geldiğini AKP’deki hainlerin bu duruşundan rahatlıkla çıkarabiliriz: Toplu kıyımdan geçirilenler kırk defa Zemzem suyuyla yıkanmış kadar temiz olsalar bile kendilerine sahip çıkmayı aklından dahi geçirmeyeceksin! ‘Milli Şef’in direktiflerine riayet edip sahip çıkanları ‘nekrofili’ olmakla suçlayacaksın! Kürtlerin alçakça katledilen oğulları ve kızlarının cenazelerine sahip çıkmalarını önleyecek, aksi yönde hareket edenleri doğduklarına pişman edeceksin! Her Kürt’ün kendin gibi sömürgeci efendinin elinde tuttuğu bir parça ekmeğin ardından koşmasını sağlatacak, hepsini bu temelde kendi efendinin eşiğine bağlayacaksın. Böylece kendine benzettiğin bu insanların hepsiyle ‘işkembe kardeşliği’ni tesis edeceksin!
Yeşil Türkçü AKP faşizminin inşasına çalıştığı bu tür bir ‘milli birlik ve kardeşlik projesi’ne onay ve geçit vermek, Esat Oktay Yıldıran’ın köpeği ‘Co’dan daha onursuz bir duruma düşmek demektir. Bu projenin sahipleri bugüne dek kurdukları ‘işkembe kardeşliği’ ile yetinmenin ötesine geçemeyeceklerdir. Asıl kardeşlik halkların özgür ve eşit temeller üzerinde yüksen soylu kardeşliği olacaktır. Roboskî katliamını unutturmamakta ısrarlı davrananlar böylesi bir kardeşliğin onurlu savunucularıdır.
