Rüzgar eken fırtına biçer

Türk faşizmi şahlandırılıyor. Buna üstelik tüm Türk toplumunun en emekçileri, en fakirleri, en hiçbir şeyleri olmayanları yani ‘baldırı çıplakları’ alet ediliyor. Bunu da millet ve İslam ile hiçbir bağları olmadıkları halde sahte dincilik ve milliyetçilikle yapıyorlar. Böylece bir toplumu faşizmin ham maddesi haline getiriyorlar.
Unutmayalım ki; dünyanın neresinde faşizan rejimler gelişmiş ise yaptıkları ilk iş toplumların en hassas sinir uçlarıyla oynamadır. Bu faşistlerin ilk yaptıkları iş kendilerine karşı durabilecek milletleri linç etmeye girişmeleridir. İkincisi dini kullanmalarıdır. Üçüncü bir husus ise farklı düşünenlere karşı yalan dolan propagandalarla etkisiz kılmaya çalışmalarıdır. Dördüncü bir husus, örgütlü topluluklara yönelmeleridir. Farklı düşünen basıncılara, sendikacılara, aydınlara, özgürlükçü kadınlara derken sanatçılara yani özcesi kendileri için ne kadar tehlikeli olabilecek kişi ve yapılar varsa faşizm bunlara hep yönelmiştir. Yönelirken de milliyetçiliği ve dinciliği başat bir silah olarak, içerisinde çıktığı toplumun tümünü kendisine ham madde yaparak kullanmıştır.
Dincilik ve milliyetçilikle bir toplumu -eğer etkili bir propaganda yöntemi de bulabilirler ise- sürü haline getirmeleri zor olmuyor. Bir toplumun nasıl sürü haline getirildiğine en iyi örnek Hitler Almanya’sıdır. Halen nasıl olur da Alman toplumu gibi sözde gelişmiş olan bir toplum -unutmayalım ki Avrupa’da içinde en çok entelektüelin çıktığı bir toplumdur- bu hale getirilir sorusuna tam cevaplar bulunmuş değildir.
Alman toplumu bu hale getirilmiş ise Türk toplumu gibi bir toplumun faşist rejimin hammaddesi haline getirilmesi zor olmasa gerek. Türk toplumunu maalesef hep bir şekilde değerlerini kötüye kullanan egemenleri, “Vatan, Millet, Sakarya” edebiyatıyla çok kötü kullanmışlardır. Osmanlılar bunu din ile yaparlarken İttihatçıler Türk İslam senteziyle, Kemalistler ise sözde cumhuriyet dedikleri rejimle “Ne mutlu türküm diyene” sözlerini yedirerek yapmışlardır. Böyle yetiştirilmiş yada zihniyet yapısı böyle örülen bir toplumun tarihin zor dönemeçlerinde bu sosyolojik durumunu bilen faşist rejimlerce bu özelikler kaşınınca, hızla faşizmin ham maddesi haline getirilmesi zor olmuyor.
Böyle olmasa, ayakkabı kutularının içine milyon dolarla koyupta saklayanların arkasında bir millet yürür mü? Böyle olmasa halen milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olupta Fettulahçıların ne kadar iyi işler yaptıklarını, hayırsever olduklarını hep söylemiş olanların arkasında bir millet yürür mü? Ya da DAİŞ’çiler özgürlük savaşçılarıdır diyen bir partiyi bir millet takip eder mi?
Evet, dünyanın başka bir yerinde olsa bir millet böyle olan bir partinin, onun içerisinden çıkmış bir başbakanının, bir cumhurbaşkanının, bakanlarının ve milletvekillerinin kuyruğuna teneke takıp dolaştırmaz mı? Dahası bunlara o kadar yağcılık yapmış, hırsızlık yapmış sözde yandaşlarını sokaklarda sürüm sürüm süründürmez mi?
Dikkat edersek, bu millet ne böyle kuyruğuna teneke takılmasını hak edenlerin kuyruğuna teneke takıp dolaştırıyor ne de böyle “biat de biat edelim, öl de ölelim” diyenleri ise sürüm sürüm süründürüyor.
Faşizm Türk toplumunu hem de en emekçi olanını, en fakir olanını en ‘baldırı çıplak’ olanını ve hatta kendine sosyal demokratım diyenini, aydın, sivil toplumcuyum diyenini bile kuyruğuna takıp faşizan milliyetçi ve dinci politikalarının malzemesi yapıp; bir halka, onun özgürlük savaşçılarına, farklı düşünen sol ve sosyalistlerine, aydınlarına, gazetecilerine, farklı inanç guruplarına, kadınlara en azgın şekilde saldırabilmektedir.
Bunu neyle yapıyor ya da zamanında Hitler bunu nasıl yapmıştır sorusuna Hitler’in sözü ile cevap verecek olursak; Propaganda’yla. Hitler’e göre: “Propaganda popüler olmalı ve hitap ettiği zümrede en dar kafaların dahi anlayabileceği bir seviyede bulunmalıdır. Bu şartlar altında propagandanın manevi seviyesi hitap edilen insan kalabalığı ne kadar büyük ise, o kadar düşük olmalıdır. Propagandanın muhtevası ilmi bakımdan ne kadar mütevazı ise kalabalığa o kadar inilebilecek, başarı da o derece kesin olacaktır… Propagandada az şey söylemeli fakat bunu hiç durmadan tekrar etmelidir” -ki etkilesin.
Ve bugün Erdoğan ismindeki kişinin söyledikleri başta olmak üzere bu cenahın söylediklerinin tümünü toplarsak, toplamında birkaç cümle çıkar. “Biz gelişen bir ülkeyiz, gelişmemizi hazmetmiyorlar, ülkemizi bunun için bölmek istiyorlar, herkes bize düşman, bize karşı savaşanlar ise başkalarının maşası, başkalarının kullandıkları araçlar, bölücü, teröristlerdir” Ve ayrıca: “Biz kahraman bir milletiz, ecdadımıza helal getirmeyiz, 22 milyon kilometre karenin sahibiyiz, büyüğüz, deviz, gelmiş geçmiş en büyük milletiz...”
Bu sözlerin tümünü bir araya getirip dizdiğimizde dünyanın en fakir fukara edebiyatı ortaya çıkar. Hitler’de: “Propaganda popüler olmalı ve hitap ettiği zümrede en dar kafaların dahi anlayabileceği bir seviyede” fukara olmalıdır demişti.
Böylesine kendinden geçmiş bir faşizm doğası gereği kendisini tek biliyor, kendisinin dışında başka kimseyi tanımıyor. Herkese ölüm fermanı çıkartıyor. Ve ağırlıklı olarakta bu fermanı en öldürücü silahlarla da uygulamaya çalışıyor. Bunu bir de üstelik evlatlarını katlettiği insanların başkentinde herkesin gözünün içine baka baka ilan ediyor. Bırakalım ilan etmeyi, tarihte isimlerini sileceklerini söylüyor, bu yetmiyor soyu sopu belli olmayan belki de Soysuz olan birisi: “Bugün iyi günleri, çok net söylüyorum. Nisandan sonra başlarına geleceklerin ne olacağını tahmin edemeyecekleri kadar büyük bir yok oluşla karşı karşıya kalacaklar” diyerek en üst perdeden ölüm fermanı yağdırıyor.
Böylesine ağzı salyalı, vantuz hatta vampir misali kan emici faşist fermanlarla rüzgar ekilirse, biçecekleri ise fırtına olmaz mı?
