Sara, Rojbîn ve Ronahî


Ben Sakine Cansız; yani Sara. Dêrsimli Seyit Rıza, Koçgirili Alişêr ve Zarife’nin torunuyum ben. Onların ruhunu taşıyarak yaşadım ve onların ruhlarına sarılarak şahadete ulaştım. Bana Dêrsim Katliamı'nın "kılıç artığı" denilebilir. Evet, öldürülen, boğdurulan, kasaturalardan geçirilerek karınları deşilen binlerce Dêrsimli kadından kalan "kılıç artığı" bir kadınım ve elbette ki Dêrsim'in, Dêrsimli kadınların, hunharca kılıçtan geçirilen çocukların, Zarife, Alişêr ve darağacında aslan Seyit Rıza’nın, askerlerin eline düşmemek için saçlarını birbirlerine bağlayarak, kendilerini uçurumlaran atan Fatelerin intikamını almak için PKK’nin kuruluş kongresine katılan iki kadından birisiyim.
"Kılıç artığı" ve aynı zamanda büyük öfke haline gelen bir intikam kadını olarak büyüdüm. Bu nedenle kavganın en ön saflarında yer aldım. Kürt kadınının henüz gün yüzüne çıkmadığı ve erkeğin birkaç adım gerisinde utana sıkıla, korka korka ve ürkek adımlarla yürütüldüğü zamanlarda Kürdistan ve kadın kurtuluş mücadelesine katıldım. Kadın özgürleşmeden insanlığın da özgürleşemeyeceği, dolayısıyla Kürtlerin de özgürleşemeyeceği bilinciyle kavgaya atıldım.
Eskiye ait ne varsa, ona karşı verilecek kavgayla özgür olunabileceğine inandım. Bir insanı güzelleştirecek tek şeyin egemen olan her şeye karşı dik durarak, kırılıp bükülmeden daima ileriye doğru yürüyerek mümkün olabileceği noktasında kendimi ikna edip, devrimci kavgaya atıldım. Hiçbir engelin, hiçbir geri özelliğin, hiçbir mazeretin beni özgürlük yürüyüşünden alıkoyamayacağı düşüncesiyle kendimi tamamen devrime kilitledim. Artık ben gerçek anlamda bendim. Yaşamın, insanın ve kadının gerçek özgür halinin ne olduğunu bilen bir kadın olarak mücadeleye katılarak, PKK’nin en ön saflarında yerimi aldım. Biliyordum ki artık benim için sadece kavga vardı. Kavga ancak gerçek anlamda beni ben yapabilirdi. Ve bu nedenle "Hep kavgaydı yaşamım" dedim.
Ama cümle iblis takımı bu kavgamı sindirip hazmedemedi. Ve günlerden birgün Paris’in tam orta yerinde haince, kalleşçe ve hunharca kurşunlandım iblisler tarafından. Bedenimden oluk oluk kan aktı, beynim parçalandı ama ruhumu ve kavgamı benden alamadı hainler. Beni vuran Türk devletiydi. Tetiki çektiren de AKP ve Recep Tayyip Erdoğan ile onunla ortaklık yapan Kürt düşmanı Cemaat çetesiydi. Ve tabi ki Fransa devletinin içinde yer alan kontra güçleri de ölümüme kadeh tokuşturanlardandı. Hakikatın ve adaletin olmadığı bir çağda vuruldum, bu nedenle katillerim hala cinayet işlemeye devam ediyorlar...
Ben Fidan Doğan; yani Rojbîn. Avrupa’ya göç etmiş Elbistanlı bir ailenin çocuğu olarak Kürdistan’dan uzak Fransa’nın Strasbourg kentinde büyüdüm. Kürdistan’da gelişen serhildanlarla gerçek özüm olan Kürtlüğe ve Kürt kadının özgürlük bilincine burada ulaştım. Evet, Kürt olduğum bilincine varıp, Kürt kadınlarının şahsında tüm kadınların özgürleştirilmeleri gerektiğine inanan bir Kürt kadını olarak pratikte de bir şeyler yapma arayışına girdim.
Pratik çalışmanın, sömürgeciliğin üzerinde çokça oynadığı Maraş bölgesinde olmam nedeniyle çok zor olduğunu kısa sürede anladım, zaten önemli olan zoru başarmak değil miydi?
Kadın ve Kürt kimliğinin bilinci aynı zamanda bu zorluklara katlanma anlamına da geliyordu. Avrupa’da da olsam sonuçta bir Kürt ve kadındım. Kürtler, Ortadoğu’da, kadınlar ise dünyanın her yerinde eziliyor ve sistemin bir parçası olarak beden ve ruhlarını pazarlıyorlardı. Buna sessiz kalmazdım. Çünkü sessiz kalmak onaylamaktı.
İşte bunun için kadınların özgürlüğünü, halkların kardeşliğini, inançların eşitliğini savunan PKK’nin saflarına katılarak, kendimi dünya kadınlarının ve Kürtlerin özgürlük mücadelesine adadım. Bunun için bıkıp usanmadan çalıştım. Dilimi, beynimi ve ruhumu kadınların aydınlanmasına, Kürtlerin gerçek kimliğine kavuşmasına adadım. Bu insanlık dışı uygulamaları ve onurlu kavgamın nedenlerini dilimin döndüğü oranda Avrupalılara anlattım. Bazen öfkelenerek, bazen kızarak, bazen eylemlere girerek, bazen mikrofonu elime alarak avazım çıktığı kadar onların da Kürtleri inkar edenlerin suç ortakları olduğunu haykırdım. Ancak kadınların köle, Kürtlerin sömürge, halkların ve inançların birbirlerine karşı düşman kalmasını isteyen uluslararası güçler ve Türk devleti bunu kabul edemezdi.
Ve 9 Ocak 2013 yılında soğuk bir günde, Paris’in tam orta yerinde cümle iblis takımı beni de arkadaşım Sakine ve Leyla ile birlikte acımasızca kurşuna dizdiler...
Ben Leyla Şaylemez; yani Ronahî. Gözlerimi savaş, kan, barut, kırım, katliam, işkence, kısacası vahşet ortamında açtım. Devletin şiddeti ve zulmünü daha kundaktayken tanıdım ve ailemin Mersin’e göç etmesi nedeniyle burada büyüdüm. Daha sonra ülkem Kürdistan’dan çok uzakta olan Avrupa’ya göç etmek zorunda kaldık. Burada, bu uzak, soğuk, insanlığın hızla tükenişe ulaşma yolunda olduğu yerde "ne yapmalı" ve "nasıl yaşamalıyım" arayışına girdim.
Aradığımı bulmuştum. Neleri yapmam gerektiğini ve "nasıl yaşamalıyım" sorusuna yanıt bulmuştum. Genç bir Kürt kadını olarak Avrupa’nın eritici labirentlerinde halkımın izinden yürüyerek, hakikat ve adaletin peşinden gitmeliydim. Başka türlü yaşamanın soysuzluk ve kadına, gençliğe, insanlığa ihanet olacağını bilerek genç bir millitan olarak PKK saflarına katıldım. Hayallerim büyüktü. Ülkemin kurtuluşu, halkımın özgürlüğü ve kadını onurlu bir yaşama kavuşturmak için Kürdistan’ın kekik kokulu dağlarında hakikat arayışında olanların izinden yürüyecek ve Beritanların, Zilanların, Rozaların intikam yemini olmak için son nefesime kadar bıkıp usanmadan hep kavganın orta yerinde olacaktım.
Ancak Kürt halkının düşmanları buna izin vermediler. Beni de bir öğlen vaktinde Paris’in merkezinde arkadaşlarım Sara ve Rojbîn’le birlikte vahşice katlettiler...
Sara-Rojbîn ve Ronahî'yiz. İki yıl önce Paris’te, çalıştığımız büroda Türk devleti ve onunla bağlantı içinde olan güçlerce vurulduk. Katilelrimiz hala bulunmadı. Daha doğrusu tetikçimize tetiği çektiren güçler hala açığa çıkartılmadı. Sosyalist olduğunu belirten Fransa hükmeti de diğer hükmetler gibi davamıza samimi, ciddi ve hakaniyet ilkesine göre yaklaşmadı. O da diğer hükümetler gibi oyalama taktiğini oynayarak, devlet çıkarlarını kanlı bedenlerimizden daha üstün tuttu.
Bunun için, ''suskunluğunuz suç ortaklığınızdandır''; bunun için, ''siz de suçlu olduğunuz için adalet ve hakikatin gereklerini yerine getirmiyorsunuz''; bunun için, ''tetiği çektiren devletleri ve içinizdeki işbirlikçileri bilmenize rağmen açığa çıkartıp yargılamıyorsunuz ve dolayısıyla insanlık karşısında büyük günah işliyorsunuz'' diyoruz...
