Savaşın absürt ve acı yüzleri: Ordular

  • Gerçekler bir yana, Evelio Rosero savaşın acımasız gölgesinde edebiyatın soluk aldıran sığınağından etkileyici bir eser çıkarmış karşımıza.

VEDAT ÇETİN

 

Evelio Rosero’nun “Ordular” romanını okurken, başkahraman İsmael’in röntgencilik yaptığı sahneler ve bazı sosyal yaşantı farklılıkları haricinde yaşanan her olayı Kürdistan’da yaşanan trajedilerle karşılaştırıyor, terazinin bir kefesinin hemen indiğini görüyordum. Anlatı dilinin mizahi yanı ve İsmael’in karakter yapısı, okuru romanın son sayfasına kadar sürüklüyor. Okuyup bitirdikten sonra, bir trajedinin mizahi ve absürt bir dille anlatılarak okuru sıkmadan hikâyenin içine çekebileceğini ve daha inandırıcı olabileceğini düşündüm. Bu anlatım yöntemi yazarın tercihidir ve meramını da iyi anlatmıştır.

Savaşın sürdüğü coğrafyalarda yaşanan trajedilerin ağır, yakıcı hali ve bundan kaynaklı  olarak gelişen mağdur bakış açısı edebiyatta bu tür eserlerin çıkmasının önünde önemli bir engel teşkil ediyor sonucuna vardım. Yanılıyor olabilirim. 

Evelio Rosero’nun Ordular romanında da trajik bir olay mizahi bir üslupla aktarılmış ve buna uygun bir dil kullanılmış. David Lodge, Kurgu Sanatı” adlı edebiyat eleştirisi kitabının “Komik Roman” bölümünde Kingsley Amis’in Lucky Jim (Talihli Jim) romanı üzerinden meseleyi mercek altına alıyor. Aynı adlı bölümün sonunda şu sonuca varıyor: “Şaşırma uygun bir şekilde birleştirilir. (Welch’in beceriksizliği). Yakın bir çarpışmanın yaklaşma hızıyla komik derece zıt görülen bir dilin oluşturduğu sakin, yavaş çekimli bir etki yaratılır. Okuyucuya olmakta olan şey hemen söylenmiyor ama karakterin şaşkınlığı ve dehşeti canlandırılarak bu sonuç çıkartılıyor.”

Kanımca David Lodge’nin tespitine uygun bir olay örgüsü ve anlatım dili var “Ordular” romanında. Brezilyalının ince belli karısı Geraldina, teraslarındaki çiçek desenli şiltenin üzerine yüzükoyun uzanıp güneşlendiği sırada, komşusu evli ve yaşlı bir adam olan İsmael tarafından gözetlenir. Kitap bu röntgencilik sahnesiyle başlayarak okura merak duygusunu vermeyi başarıyor. Sonraki sahnede Brezilyalının 12 yaşındaki oğlu Eusebito’nun bir öksüz ve yetim olan aynı yaştaki Gracielita’yı gizlice izlediğine tanıklık ediyoruz. Anlatıcı hayatı tiye alan yaşlı adam İsmael’dir. Olaylar onun gözünden anlatılıyor. Çıplak kadını veya kızı gözetlemekle başlayan sahneler, “Yakın bir çarpışmanın yaklaşma hızıyla komik derece zıt görülen bir dilin oluşturduğu sakin, yavaş çekimli bir etki” yaratılarak trajik sahnelere doğru ilerliyor. İsmael’in karısı Otilia’nın soğukkanlı bir dille kocasını röntgencilik yapmaması konusunda uyarırken tebessüm ediyoruz. Yazar bizi köyün kaderinin tersyüz edileceği zamana doğru yol aldırıyor sakin, yavaş çekimli bir dille; tebessümümüzü acıya, üzüntüye boğacak zamana doğru...

 

Köyde kalanlar, göç edenler kadar şanslı değillerdir

Köyün kaderinin tersyüz edilişinin başlangıcında çöplükte yeni doğmuş bir bebeğin cesedi bulunuyor. İlk olmuyormuş bu tür olaylar. “Anneler bunu çocukları dünyanın çilesini çekmesinler diye yapıyorlar”mış. Anneleri bu raddeye getiren gerçek ve korkunç olaylar yaşanıyor San José köyünde. Derken yol kenarında bulunan insan cesetlerinin haberi geliyor. Gönderilen tehdit mektupları, ölümcül uyarılar köyün sokaklarını kana bulayacak tehlikenin habercisi oluyor.

Dağın eteğindeki 90 haneli bir köy, savaşın patlamasıyla zorunlu göçler yaşanıyor ve olayın anlatı zamanında köyde 16 aile bulunmakta. Köyde kalanlar, göç edenler kadar şanslı değillerdir.

Bir gün kontrol noktasında gideceklerin isim listesi okunurken İsmael, ismi okunmadığı halde gidenlerin arasına karışıyor. Celmiro da aynısını yapıyor. Geri kalanlar askeri bir kamyona bindirilip üsse götürülecek ve sıkı bir sorguya çekileceklerdir. Bu hikâyeyi okuduğum sırada birden aklıma Roberto Benigni’nin bol ödüllü “Hayat Güzeldir” filmi geliyor. Mussolini dönemini anlatan filmin başkahramanı zeki, esprili, hayal gücü zengin Yahudi Guido ve ailesinin hüzünlü, komik yaşamını anlatıldığı sahneleri anımsıyorum. Savaş ortamında olmalarına rağmen şiddetin dozunu minimumda vermiş olmakla seyirciyi rahatlatmak istemişti ki, bunda da başarılı olmuş, çok beğeni kazanmıştı Hayat Güzeldir filmi.

 

Kendimi boşaltılan ve yakılan köy hikâyelerinin içinde buluyorum

Yazar Rosero’nun da romanında aynı yöntemi izlediği görülebiliyor. Köy okulunun önüne kurulan askeri barikat nedeniyle çocukların okula gidemeyişi, kocasını arayan kadınlar, çocuğunu arayan babalar… Adam kaçırmalar, gözaltında kaybetmeler, yargısız infazlar, sokakta terk edilmiş bombalar, çocukların ölümcül eğlencesi mayınlar; bütün bu olaylar anlatılırken yaşanmış gerçek olayları yeniden kurgulayıp şiddeti yavaş çekimle, mizahi ve komik dille vermeyi tercih ettiği anlaşılıyor.  Ancak ilerleyen sayfalarda şiddetin dozu giderek arttırılıyor. “Herkes meydanda toplansın, lanet olasıcalar!” diye bir ses duyunca kendimi 90’lı yıllarda boşaltılan ve yakılan köy hikâyelerinin içinde buluyorum. 

“Üniformalılar da koşuyor ve sanki biz bir sığır sürüsüymüşüz gibi önümüzü kesip bizi meydana yönlendirmeye çalışıyorlar, kimse buna inanmıyor ama inanmak zorunda.” (s.163)

“Ellerinde bir isim listesi var. Her yakaladıklarının hiç acımadan canına okuyorlar.” (s.172)

Benzerlik de denebilir, tıpatıp aynısı, sanki bizim hikâyemiz de...

Bir annenin gözleri önünde oğlunu infaz ediyorlar. “Canhıraş feryatlar koparan anneyi arkalarında bırakıyorlar. Hıçkırıklar arasında, ‘Tanrı’yı da öldürün, tam olsun,’ diyor kadıncağız.” (s.176)

Vahşice katledilen Oye’nin taş kesmiş başını soğuk ve siyah yağın içine gömülmüş halde buluyor İsmael. Eusebito’nun inanılmaz solgunluktaki çıplak ölüsü yüzükoyun yatıyor. İki masum gencin cesedini gösterirken acısını hissettiriyor okura. 

İsmael’in gözünden anlatılan olayların en acısı, en korkuncu, vahşeti çağrıştıran sahnelerle kendi vicdanını ve okurun vicdanını sızlatmaktan geri kalmıyor. Geraldina’nın hasır koltuk üzerinde çırılçıplak cansız bedenine paramiliter güçlerce tecavüz edilidiği sahneyi okurken içim burkuluyor, yakın tarihimizden okuduğum birçok tecavüz hikâyesi kendini duyuruyor yeniden. İsmael, Geraldina’nın perişan haline bakarken ironiyle özeleştiri yapması ve o sırada sesini yükseltmesiyle paramiliter güçlerin kendisini fark etmesi üzerine yakalanıyor ve ölümle yüz yüze kalmasıyla bitiyor. 

Savaşın yıkıcı ortamında sivillerin can ve mal güvenliğinin hiçe sayıldığı örnekler insan hakları örgütlerinin raporlarında sabittir. Kolombiya’da 1958’de başlayan savaşta çoğunluğu sivil halktan oluşan 260 bin insan hayatını yitirmiş, 6 milyon kişi evlerini terk etmek zorunda kalmıştı. 2015 yılının eylül ayında hükümet ile FARC arasında bir barış antlaşması imzalandı. FARC yasallaştı. Sonraki yıl yapılan seçimlerde FARC boy gösterip Meclis’te bir grup oluşturdu. Ancak ortam henüz durulmuş değildi. Derin devletin yönlendirdiği sağcı paramiliter gruplar ve kokain çeteleri halen savaşın içinde ve uluslararası raporlarda kitle katliamlarının sorumlusu olarak gösteriliyorlar. Barış sürecine rağmen son zamanlarda Kolombiya’da silah bırakmış eski gerillaların katledilme haberlerini de okuduk gazetelerde. Ayrıca barış sürecine dahil edilmemiş Ulusal Kurtuluş Ordusu ELN’nin de iddiaları sürüyor. 

Gerçekler bir yana, Evelio Rosero savaşın acımasız gölgesinde edebiyatın soluk aldıran sığınağından etkileyici bir eser çıkarmış karşımıza. Yazar “Ordular” romanında Kolombiya’nın stratejik öneme sahip San José köyünde savunmasız insanların hayatını hiçe sayan, korkuyu gündelik hayatın bir parçası haline getiren, zulmeden, acımasızca öldüren, yurtlarını terk etmek istemedikleri halde insanları göçe zorlayan “ordular”ı anlatmış. İnsan haklarına duyarlı hiç kimseye yabancı olmayan orduları… Anlattığı masum insanlara dair hikâyeler, aslında bildiğimiz, tanık olduğumuz türden hikâyeler. Kolombiya’da geçen hikâyeler bize uzak değil, olabildiğince yakın…

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.