Sedat Ulugana: Zilan’da yapılan soykırımdır

BARIŞ BALSEÇER/STRASBOURG
Zilan katliamı, Cumhuriyet’ ilanı sonrası Kürtlere uygulanan ikinci büyük katliamdır. 13 Temmuz 1930 yılında Ağrı Direnişi’ni kırmak için yapılan bu katliamla Türkiye Cumhuriyeti insanlık tarihine kara bir leke olarak kaydedilen büyük bir insanlık suçu işledi. Katliamın 89. yılında Kürt yazar ve akademisyen Sedat Ulugana ile katliam öncesi Kürt direnişlerini, direnişlerin başarıya ulaşmamasının temel nedenlerini, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren mevcut siyasi ve idari yapıların Kürtlere karşı yürüttükleri katliamların temel sebeplerini ve sonuçlarını konuştuk.
Zilan Katliamı öncesi Kürtler açısından siyasi durumu neydi? Süreci bir bütün ele alarak anlatabilir misiniz?
Zilan Katliamı, Cumhuriyet’ in ilanı ile beraber 1923 yılından, 1930’a kadar süren, Kürdistan’da ki Kemalist rejimin yerleşmesi sürecinin, bir parçasıdır. İlk reaksiyon 1921 yılında Koçgiri’de gösterildi ve Kemalistler Osmanlı’dan miras aldıkları “tedip ve tenkil” yani “cezalandırma ve hizaya getirme” yöntemleriyle, Kürdistan’da ilk Kürt katliamını yaptılar. Koçgiri’den sonraki süreç, 1925 Şeyh Sait Direnişi’dir ki, gerçek ismi Azadî Hareketi’dir. O süreçte bir katliam var ve özellikle Diyarbakır’a bağlı Palu, Lice ve Genç’ te yüzlerce Kürt köyü yakılıyor ve binlerce Kürt katlediliyor. Ağrı İsyanı’nı tetikleyen aslında Şeyh Sait İsyanı’dır. Zilan dağlık bir bölge, burada yurtsever Kürt aşiretleri bulunuyor. Bu aşiretler devlete entegre olmamış, devletle yapısal sorunları bulunuyor. Bu aşiretler Ağrı’dan gelen direnişçilere erzak sağlıyorlar. Lojistik anlamda savaşçı sağlıyorlar. Açıkcası Zilan bölgesi, Ağrı İsyanı’nın devamını sağlayan bir üs konumuna geliyor. Devlet bunun farkında. 1920’ lerden bir rapor var. Diyor ki, “Kürdistan’ da üç eşkiyalık bölgesi var şu an. Bunların ilki Dersim Dağları, ikincisi Sason, üçüncüsü ise Zilan ve Ağrı Dağları’dır”. Devlet bu üç yeri kodlamış. Yani 1925’ te; Zilan Katliamı’ ndan 5 yıl, Sason Katliamı’ ndan 9 yıl ve Dersim Katliamı’ ndan 13 yıl önce, raporda bu bölgeler belirtiliyor. Buralar, Kemalist rejimin nüfuz edemediği bölgelerdir. Ciddi anlamda Kürtlükte ısrar eden bölgeler ve bu bölgelerin “hal edilmesi gerekir”, deniliyor.
Devlet bunu yapabilmek için, özellikle Ağrı Direnişi sürecinde, Zilan üzerinde duruyor. Ama ilk başta çok da ciddiye almıyor. Zilan’a çok az sayıda asker yollayarak, direnişi kırabileceklerini düşünüyorlar ve 15. Seyyar Jandarma Alayı’nı gönderiyorlar. 15. Seyyar Jandarma Alayı günümüzde, Bolu Dağ Komando Tugayı Alayı’nın ilk prototipidir. 15. Seyyar Jandarma Alayı Zilan Bölgesi’ ne geldikten sonra, hiç ummadıkları bir direniş ile karşılaşıyorlar.
Xoybûn Cemiyeti’nin Kürt Direnişleri’nde ki rolü nedir? Zilan Katliamı öncesi Ağrı ve Şeyh Sait direnişleri ile Xoybûn Cemiyeti ilişki nedir?
Xoybûn Cemiyeti, 1927 yılında bugünkü Rojava’da kuruluyor. Özellikle iki aile yani Cemilpaşazadeler ve Bedirxanların etkinliği söz konusu. Rojava’da ise bu iki aileye, Haco Ağa katıldı. Kemalist rejimin şiddetinden kaçan Kürt aydınları, Kürt aşiret şefleri ve şeyhler yani bu üç kategori, 1920’den sonra Rojava’ da buluşuyorlar ve Xoybûn adında ki cemiyeti kuruyorlar.
İhsan Nuri, başta Xoybûn’a dahil değildir. Daha sonra iletişime geçer. Xoybûn da İhsan Nuri’yi, “Ağrı Dağı Generali” olarak yetkilendiriyor ardından Xoybûn adına Ağrı’ya geçiyor, bildiğimiz süreci başlatıyor. Xoybûn, Ağrı Direnişi’ni örgütleyen cemiyettir. Ağrı Direnişi sonrasında ise, 1934 yılında ortaya konan, Sason Direnişi’ni örgütlemiştir. 1938 Dersim Direnişi’ni örgütlemek için Muşlu Hilmi’nin de içinde bulunduğu, bir grup gönderiyorlar. Bu grupta yer alanlar Dersim’e ulaşmadan, yolda infaz ediliyorlar.
Cumhuriyet’ in ilanı sonrası bir çok direniş olmasına rağmen, başarıya ulaşamıyorlar. Bu direnişlerin başarıya ulaşmamasının temel faktörleri nelerdir?
Kuzey Kürdistan’ da 1923 yılından 1938 yılına kadar ki direnişlerin hepsi, birbiri ile bağlantılıdır. Yani bir tradisyondur, bir tesbihin taneleridir. 1921 Koçgiri İsyanı biraz ayrı bir yerde kalıyor, ama düşünsel olarak Şeyh Sait Hareketi’ne ilham kaynağı olmuştur.
1925 Şeyh Sait yani Azadî Direnişi içerisinde yer alan, Seyitxan, Seyitxane Kerr, Alican, Ferzande aynı zamanda Ağrı Dağı’nda da savaşmışlardır. Zilan Direnişi’ ni de bir şekilde örgütleyen kadrolardır. Yani şöyle söylenebilir. Aslında Ağrı Direnişi’ni başlatanlar, Şeyh Sait Direnişi’nden geriye kalan Kürt savaşçılardır. Böyle bir bağlantı var. Genç, Lice, Palu üçgeninde isyan ateşi söndürülmüştür ama aynı ateş bu defa Ağrı Dağı’nda, Zilan’da yakılmıştır.
Kürdistan direnişlerinin yenilgi ile sonuçlanmasının sebeplerinden biri, önderlik sorunudur. O dönemde önderlik sorunu vardır, ulusal bir önderlikleri yoktur. Tanzimat sürecine, “devletin yenilenmesi, modernleşmesi” deniliyor, ama asıl sebep Kürtlerin siyasal yapısının tasfiyesi ve Kürt sermayesinin İstanbul’a aktarılmasıdır. O dönemde bütün Kürt Mirleri katlediliyor, sürgün ediliyor, cezaevlerine atılıyorlar. Kürt Mirleri tasfiye edildikten sonra haliyle Kürdistan’da, bir otorite boşluğu oluşuyor.
Otorite boşluğunu, Şeyhler dolduruyor. Bu Şeyhler “Halidi Tarikatı’ na” bağlı olduklarını söylüyorlar. Halidi Tarikatı’ nı ise, Güney Kürdistan’ ın Süleymaniye kentinden Mevlânâ Hâlid-î Şeyh Şehrizoru kurmuştur. Halidiler Mirler gibi Kürdistan’ da yapıcı, toparlayıcı olmaktan ziyade, bozucu ve dağıtıcı bir misyona sahipler. Mevlana Halid, Hindistan’ da eğitim almıştır. Hindistan’ da eğitim aldığı o dönemde hocaları, İngiliz sömürgeciliğine karşı sert bir muhalefet sürdürmektedirler. Zamanla İngilizlere karşı muhalefet, Hristiyanlara karşı muhalefete ve nefrete dönüşüyor. Mevlana Halid’ in Kürdistan’ a dönmesiyle birlikte, o güne karşı Hristiyanlarla hiç bir sorunu olmayan Kürt halkına, Hristiyan karşıtlığı ve Hristiyan nefretini ithal ediyor, bir şekilde. O güne kadar Kürdistan’ ta; Ermeniler, Keldaniler, Asuriler, Nasturiler ve bizimde çok üzerinde durmadığımız kendini Kurdên Mesîhî olarak isimlendiren Kürtlerde var. Mevlana Halid döndükten sonra, çok fazla öğrenci yetiştiriyor. Şeyhlik, o güne kadar babadan oğla geçmektedir. Halidilik Tarikatı, en fakir Kürt köylüsünün çocuğunu alıp “Şeyh” yapıp, ona da “sen de bir öğrenci alıp, yetiştirip Şeyh yapabilirsin” izni vererek, Kürdistan’ ın en ücra yerlerine kadar gönderiyor. Bunlar sonrasında, aşiretlerle ilişkilenerek, Kürdistan’ ın en ücra yerlerine kadar gittiler. Erciş’te eski bir eser buldum. Yazan ise Halidi bir imam olan Mela Musa. Kitabın sonunda yazdığı tarih 1892, yer ise Zozane Elegez. Yaylada, kitap yazıyor. O döneme kadar çok da dindar olmayan sunni Kürt aşiretlerini, dindarlaştırıyorlar, sunnileştiriyorlar. Varsa milli bir duygu, ondan uzaklaştırıyorlar. Ümmet duygusunu empoze ediyorlar. Ümmet duygusunu empoze eden Kürt isen, zaten ulusal bilinç ve ulusal birlikten uzaklaştırıyorsun. Şeyhlerin bugüne kadar üzerinde durmadığımız, böyle bir yanları var.Başka bir diğer faktör ise, o dönemde Kürtlerin eğitim seviyesidir. Bu da Kürdistan’ın parçalanışı ile alakalı bir durumdur.
Zilan Katliamı’nda kaç kişi katledildi? Yani Zilan’da gerçekleştirilen neydi?
Yabancı istihbarat raporlarına göre Zilan Katliamı’nda ortalama, 10 bin kişinin katledildiği yazılır. Fransızlar 5 bin kişilik bir sayıdan bahsederken, İngilizler daha fazla sayıda kişinin katledildiğini yazar. Tabi bu dönemde bu devletlerin Kuzey Kürdistan’da, çok da örgün bir istihbarat ağları yoktur. Daha çok tahminlere dayalı rakamlar veriyorlar. Ama Türk tarafının verdiği rakamlar söz konusu. Örneğin dönemin yarı resmi gazetesi Cumhuriyet Gazetesi, 15 binden fazla diyor. Keza aynı dönemin Vakit ve Akşam gazeteleri de bu sayıyı yazıyor. Ve hatta Cumhuriyet Gazetesi şunu da yazıyor: “Ercişte bulunan muhabirimiz Sabri Bey, bilgileri yerinden iletiyor. ‘Zilan Vadisi ağzına kadar cesetlerle doludur, diyor”. Bunu Genelkurmay Başkanlığı da söylüyor. Bir müfreze bir günde binden fazla insanı katletmiş. Katledilenlerin yüzde 95’i, sivil halktır. Çünkü dönemin Genelkurmay Başkanlığı, Zilan bölgesinde ortalama 5 bin civarında direnişçi gruptan bahsediyor. Bu bilgi abartılmıştır. Bu sayıda bir direnişçi yoktur. Direnişçi sayısı ancak ve ancak bin düzeyindedir.
Zilan’da yapılan, jenosittir. Katliam ile jenositi ayırmak gerekiyor. Bilinçli veya bilinçsizce ateş edip insan öldürülürse bu “katliamdır”. Ama politik bir sebepten dolayı, ayrım gözeterek, dinine diline ırkına bakarak birden fazla insanı öldürürsen bu, jenosittir. Yani, soykırımdır. Zilan’da yapılan bir soykırımdır. Katliam ile soykırım arasında ki ikinci fark ise, soykırımın sistemli olmasıdır.
İnsanlar katledildikten sonra Zilan’da onlarca köy, ateşe verildi. Bu köylerde yaşayanların tümü öldürüldü. Bu köylerde katledilenlerin sayısı, 15 binden fazladır.
Jenosit olmasının ikinci nedeni, köyler yakıldıktan sonra buğday tarlaları ateşe verildi, su kuyularına toprak dolduruldu ve tüm erzaklar yakıldı. Yani yaşam alanı, toptan yok edildi.
Ayrıca, soykırımda tanık bırakmamak esastır. Tanık bırakmamayı, Ruanda, Ermeni ve Bosna Soykırımı’nda görebiliyoruz. Zilan’da aynısı yapılıyor. Zilan’da 1930’ da insanlar katlediliyor ve bu 1938 yılına kadar devam ediyor. Şayet devlet, katliamdan kurtulan birilerinin yaşadığını öğrenmişse, bu kişileri bulup getirip, kurşuna dizmiştir. Bunun somut örneği de var. Katliamdan kurtularak Erciş’in Pertax Köyü’ ne -sonradan ismi değiştirilip Dinlence Köyü’ne dönüştürülmüştür- sığınan 15 kişi, devlet tarafından tespit edilmiş ve köyden alınarak köyün yanında bulunan vadide, kurşuna dizilerek öldürülüp, oraya gömülmüştür. Bunun gibi, tanık bırakmamak adına yapılan, onlarca örnek mevcut.
Yine o dönemde çocuk yaşlarda olan, Hafize isminde bir tanık ile konuştum. Erciş’in Soskin Köyü’nde yaşıyordu. Şu an yaşayıp, yaşamadığını bilmiyorum. Şunu aktarmıştı, “Ben, ablam, küçük kardeşim ve annem katliamdan kurtulmuştuk. Küçük kardeşim sütten yeni kesilmişti. Bir ineğimiz vardı. O ineğin sütü ile kardeşimi besliyorduk. İneğimizi alıp gittik. Şehre yakın bir yerde, küçük bir çadır kurarak yaşamaya başladık. Askerler Zilan Katliamı’ndan kurtulduğumuzu öğrenir öğrenmez, geldiler. Önce tek geçim kaynağımız olan ineğin, memelerini kestiler”. Bana bunu anlatan 90’ lı yaşlarında olan, katliam tanığıydı. O küçük çocuğu açlığa mahkum ederek ölümünü sağlamak için, bunu yapıyorlar. Hafize ana bana anlatmak istememişti ama akrabalarından öğrendim ki askerler, ablasını alıp götürmüşler. Tecavüz edip, öldürmüşler.
Jenosit olmasının bir diğeri sebebi de şudur. Ölü severlik, soykırımcıların psikolojisinde esastır. Nekrofilidirler, yani ölü sevicidirler. Bunu, Nazi Almanyası’nda da görebiliriz. Mela Ahmet isminde bir imam vardı. Onunla da görüşüp, röportaj yapmıştım. Adilcevaz’da imamlık yaparken Hacı Ömer isminde biri ile tanışmış. Hacı Ömer’in kendisine şunu anlattığını, aktardı, “Ben Zilan Katliamı döneminde bakaracıydım. Yani askerlere erzak götürüyordum. Şehir dışında Aşe Keşiş denilen bir yerde, binlerce insan öldürülmüştü. Cansız bedenlerden kuleler yapılmıştı. Öğle zamanıydı. Kendi gözlerimle gördüm. Askerler cansız bedenlerin içerisinden genç kadın bedenlerini bulup, tecavüz ediyorlardı.”
Bu kayıtlar arşivimde ve bu bilgileri bir kaç kişiye de doğrulattım. Araştırmamda en çok karşılaştığım şey ise, sayısız kadının tecavüze uğradığıydı.
Zilan bir soykırımdır, çünkü politik bir program uygulanmıştır. Bine yakın aile, batıya sürgün edilmiştir. Bu ailelerin bir çoğu günümüzde, asimile olmuş durumda. Aydın, Sinop, Samsun gibi yerlere sürgün edilmişlerdir. Sürgüne gönderilen iki ailenin aynı kasaba, mahalle de oturmaları da engellenmiştir. Yani asimilasyona dönük bir program uygulanmıştır. Bine yakın aile, Adana ve Zonguldak zindanlarına atılarak, ölüme bırakılıyorlar.
Bu dönemde Atatürk’ün bir emri var, bu emirde aynen şu yazılıdır. 1933’ ten sonra ki bu emirde diyor ki “Paşa Hazretleri artık, diri eşkiya yakalanmasını emrediyor”. Yani “artık öldürmeyin. Sağ yakalayın” diyor. Dağlara sığınan köylüleri yakalayıp zincirleyerek, bu zindanlara göndermişlerdir.
Adana ve Zonguldak’a götürülenlerin yüzde 75’i ise, öldürülüyor. Mesela; Adana Zindanı’na gönderilen yaklaşık bin kişiden ancak 300 kişi geri dönebiliyor. Bu kişilerden 30-40 kişi idam ediliyor. Bu kişilerin büyük bir kısmı, cezalara çarptırılıyor, hapishanelerde zaman içerisinde; kolera, tifo gibi bulaşıcı hastalıklardan ölüyorlar. Bir kısmı da zehirli iğneyle, öldürülüyorlar. Bu dönemi yaşayan bir tanığın not defterine ulaştım. Kendisi, bizzat bunları kayda almıştı. Not defterinde, “Kime iğne yapılsa, sabahı göremezdi” yazılıyor.
Zonguldak’a gönderilenlerin çoğu ise, kömür madeni ocaklarında çalıştırılıyor. Çoğu kötü yaşam koşullarından dolayı ölüyorlar. Geri dönenlerin çoğu ise, solunan kömürden dolayı akciğer kanserinden ölüyorlar.
Zilan’da bir bölge, tümden yok edildi. Zilan Bölgesi 1930 yılından, 1950 yılına kadar “yasak bölge” olarak ilan edildi. Bütün köyler boşaltıldı. Askeri bölge olarak ilan edilen bölgede, köpekler ölen sahiplerinin bedenlerini yedi. Birisi bana anlatmıştı, “Köpekler o kadar çok insan eti yemişti ki, kocaman bir cüsseye sahip olmuşlardı. Psikolojileri değişmişti. Sürü şeklinde insanlara saldırıyorlardı” demişti.
Aynısını Taybet Ana’ da gördük. Çocukları diyordu “Günlerce nöbet tuttuk ki, köpekler gelip annemizin cansız bedenini yemesinler”. Kürtler cephesinde 1930’ lardan, 2019’ lara değişen bir şey yok.
