SELAHEDDÎN BIYANÎ: Mayo, bayrak û bijî biratiya gelan


ama üstü benim altı senin diyen kardeşim!
Toprağa vurulan her kazmada
fışkıran kızlarımın ve oğullarımın
kemiklerine küfür eden ve ettiren kardeşim!
Toprak senin olsun!
Altı da üstü de cehennem olan bir toprağın
ne ölüye ne diriye hiçbir faydası yok!’
Türk siyasal İslam geleneği, dine ait bütün kutsiyetleri bile pazara sunup kendi iktidarının hizmetine sokacak kadar liberal, Adem ve Havva’dan çekinmezse kurttan türemiş yüce bir soyun türeyiş mitini sahiplenecek kadar da ırkçıdır. İlk büyük günahı Havva anamız değil, toprağa ilk kazmayı vurarak dünyaya kötülük yaymaya başlayan adam işlemiştir. O günden beri iktidar ve güç dünyaya bir şekilde egemen olmaya çalışmıştır. Sonrasında parayı ilk bulan adam, bin bir hilenin ve dolabın döndüğü tipik bir pazar yerine çevirmiştir bu dünyayı. Para, güç ve iktidar kardeşler, yanlarına dinleri, bayrakları, vatanları ve bilumum kutsiyetleri alarak o gün bugün omuz omuza yürümektedirler.
Söz konusu pazar yerinde bütün insanlar ve bütün satışlar başından beri şüphelidir. Ahlak adına, insanlık adına, vicdan ve adalet adına var olan her şey söz konusu pazarda bol miktarda bulunmaktadır. Söylenenden çok ağızdan kaçanları asıl niyet olarak kabul etmek, Freud’a bin bir rahmet okumamız için yeterlidir. Bizi şüphenin ve paranoyanın uçurumlarında gezdiren bu çağ ve bu ülke, Van depreminde bu ülkenin altından geçen fay hatlarını bir kez daha görünür kılmakla kalmadı; aynı zamanda haritanın batısındaki halkların ve fazlasıyla benzedikleri yüce devletlerinin Kürtlere karşı var olan bütün niyetlerinin bilinçaltı faylarını da görünür kıldı. En çıplak gerçeklik, şoklarda kendini gösterir diyen Sartwell’a kulak kabartarak tekrardan okumaya başladık depremi, vicdanlardaki derin fay kırıklarını ve yüreklerdeki derin kırgınlıkları.
Devlet geleneğinin sahte yiğitliği
Depremlerde kırılan ve yarılan sadece yer kabuğu değildir bazen. Kırılan ve dağılan şey, bazen muktedirin iddia ettiği bütünlüklü bir vatandır, bazen bin yıllık bir haksızlığı maskeleyen bir kardeşlik iddiasıdır, bazen Selahaddinê Eyyûbî’yi dilinden düşürmeyen bir madrabazın Makyavel’i aratmayan vicdandır, bazen de yarılan bütünüyle bir insanlıktır. Depremin olduğu ilk gün Van Valisinin yerel yönetimlerle işbirliğini ret edip her şeyi yüzüne gözüne bulaştırması devletin, iktidar megalomanlığının ve biz her şeyin üstesinden gelebilecek kadar güçlüyüz algısının aldığı ağır bir yenilgiydi. Aynı gün onlarca ülkenin yardım taleplerinin geri çevrilmesi ve bir iki gün sonra tekrar o ülkelerden yardım talep edilmesi Türk devlet geleneğinin külhani kıvırmacılığının ve sahte yiğitliğinin bir tezahürüydü. Tarihte bol keseden kapitülasyon bahşeden bir geleneğin yoksullaşmaya başladığı anda kapı kapı dolaşıp verdiği yardımları kesme girişimlerinin cömertlikten değil güç gösterisinden kaynaklı olduğuna çokça şahit olmuşuzdur. İkinci el yardım almayın diye çağrı yapan bakanların ülkesinde herkes yoksullaştırılmış Kürtlerin mağazalardan yeni ve pahalı elbiseler alacak güçlerinin olmadığını biliyordu. Kürtler arası bir dayanışmanın bile iktidar sahibine cinnet geçirtmesi çok olağandı. Çünkü bahşetmeye ve bağışlamaya fazlasıyla alışkın bir gelenek, güçsüz olanın dayanışmasından nefret eder. Sıradan bir basın açıklamasına yüzlerce polis ve istihbaratçı yığan bir devlet, gelen yardım kamyonları yağmalanırken yağmayı seyirlik bir âlem gibi izleyip bir gün sonra ise yardımları geç dağıtan valiyi protesto eden depremzedelere gaz bombalarıyla müdahale emrini rahatlıkla verebilir. Çünkü kolonyal gelenekte zayıf olanın dayanışması ezenin iktidarını her zaman zora sokar. Egemenin algı dünyasında ezilenler dayanışamazlar, ortaklaşamazlar ancak söz konusu barbarlar ve cahiller sürüsü yağma edebilir! Onlar birer kriminal öznedir çünkü!
Taş atan sopa yer!
Her koşulda Kürtleri aşağılamaktan geri durmayan STV’nin düzenlediği yardım kampanyasında 62 milyar TL toplanmasına rağmen bu paranın sadece 20 milyar TL’sinin tahsil edilmesi ülkedeki burjuva katmanların, bütün evrensel ve hümanist iddialarına rağmen yüzyıllardır Anadolulu kurnaz kasaba eşrafı tavrını hiçbir şekilde aşamadıklarını gösteriyordu. İnsani bir yardımı bile rant, reklam ve güç gösterisine dönüştüren bir kurnazlığın tekrar tekrar ortaya çıkması ülkeyi vuran asıl depremin yer kabuğunun derinliklerinden çok insanların ahlakında ve vicdanında derin yarıklar oluşturduğunu gösteriyordu.
Gelen yardım kolilerinin içinden taş, bayrak ve sopa çıkması özünde şu mesajı barındırıyordu: Siz bayrağı altında yaşadığınız devlete taş atarsanız, kafanıza sopa yersiniz! Sosyal paylaşım sitelerinde zekâ ve insanlık fukarası yorumlardan tutun, Nazi toplama kamplarındaki faşist sarışın gardiyanların buyurganlığı ve iticiliğini aratmayan ve birçoğu genetik olarak Türk olmayan sarışın spikerler güruhunun sığ ve ırkçı konuşmalarına kadar her şey bilicin derinliklerinden sızan faşizmin birer tezahürüydü. Depremin olduğu gün kurmaylarıyla birlikte Van ve Erciş’e indirme yapan başbakanın, ‘çocuklar halleder’ tavrı ve çocukların sonradan gerçekten işe yaramazlığının ortaya çıkmasına rağmen çocukların kulağını çekmemesi sorumsuz ve bencil bir babanın ‘çocuktur hata yapabilir’ yaklaşımındaki lümpenliğini ve rahatlığını göstermiştir.
Deprem bir taraftan hala insanlık adına insana el uzatan ve kimliğini başka bir kimliğin reddiyesi üzerinden tanımlamayan insanların varlığını bize gösterip kederli bir halkı gülümsetirken, öbür taraftan iki halktan birinin bilicine yerleşmiş olan ırkçı bir hastalığın yüzlerce örneğini yüzümüze tokat gibi yapıştırdı. Ezen ezilen diyalektiğini görünmez kılmak için zorla kardeşleştirilen iki halkın arasına öncekileri saymazsak sadece son otuz yılda yüz bine yakın cenaze düşmüş, kardeşlik ağır bir zede almıştır. Halkların birbirine nefreti zamanla unutulur ama totaliter ve tekliğe bayılan, çoğuldan nefret eden devletler asla düşmansız yaşayamazlar. Faşizmi yaratan ve kitlelerin ruhuna enjekte eden iktidarlar ve iktidarların ayak oyunları olmasına rağmen kitlelerde ve kişilerde somutlaşmış faşizmi masum kılabilecek ahlaksal ve insani bir argüman henüz icat edilmemiştir. Marmara depremi sırasında deprem neden Güneydoğuyu vurmadı diye hayıflanan Sakaryalı bir teyzenin öfkesini masumlaştırmak ya da bunu salt iktidarlara bağlamak maalesef mümkün değildir.
Kolonyal söylem ve vicdan mastürbasyonu
Devletin hâkim ağızları, sadece Yüksekova’dan giden battaniye sayısının Kızılay’ın dağıttığı battaniye sayısından daha fazla olduğunu öğrendiğinde ve yardım organizasyonu tam bir rezalete döndüğünde kendi yetersizliklerini deprem vergisini yollara harcadık demekle geçiştirmeye çalıştılar. Fakat o battaniyeyi yollayan Yüksekovalı yoksul bir köylü, ‘bunlar deprem vergisini yollara, yol vergisini de muhtemelen dağları bombalamak için kullandılar’ diye en az bir kere söylenmiştir. Gelen dış yardımların afet koordinasyon merkezlerinde ya da belediyelerde toplanacağına başbakanlıkta toplanması, komşusu tarafından yardım edilmiş bencil bir depremzede babanın gelen bütün paraya el koyması ve ben gerekli görürsem evi onarırım demesine benzer. Çünkü devlet her şeyin en iyisini bilir, her şeyi kontrol eder! Devletin literatüründe, matematiksel olarak iki kere iki dörttür; ahlaksal ya da politik olarak aynı işlemin sonucu beştir, altıdır, hatta çok isterse sıfırdır.
Batıdan gelen yardım kolilerinin içinde parmak arası terlik, mayo, gece elbiseleri, eski ve kokan kazakların çıkması orta sınıfın evini temizlerken kullanmayacağı eşyalarını dilencilere verme kabalığının ve şuursuzluğunun bir sonucuydu. Bunun yanında siz devlete karşı gelseniz bile devlet size yardım eder kibirinin ve artistliğinin yüzlerce örneğini yaşadı Kürtler. Öldürülürken, köyleri yakılırken ya da sokak ortasında enselerine tek kurşun sıkılırken Kürt’ü göremeyen gözler birden yardım için gözlerini Van ve çevresine diktiler. Vicdani mastürbasyon kıvamındaki bu yardımlar durumun farkında olan birçok Kürt’ü sevindirmemiştir. Yardım kolileri dağıtılırken cesetleri yakılmış oğullarını ve kızlarını gömmekle meşguldü bir kısım Kürtler. Bir kısmı depremin ikinci günü operasyonlarla evlerinden alınıp cezaevlerine tıkılıyordu. Üst perdeden konuşan, kolonyal söylemin sahibi, Kürtler bizim kardeşimizdir yardım etmeliyiz derken bile ötekileştirmekten, çarpık algıdan ve derin bir üst kimlik hastalığından kurtaramıyordu kendini. Bir insana Türk ya da Kürt olduğu için değil insan olduğu için yardım ettiğinizde insanlığınızı yeniden inşa edersiniz. Kendini üst kimlik olarak inşa etmiş bir algı dünyasının onlar bizim kardeşlerimizdir demesi ile onlar Kürt olmalarına rağmen bizim kardeşlerimizdir demesi aynı şeylerdir. Devlet Bahçeli’nin medyadaki sarışın faşistlere karşı birçok insanın içini rahatlatan ‘bunlar soyuzdur’ söyleminin altında bir Türklük yüceltmesi olduğunu birçoğumuz fark edememiştir belki. Çünkü faşizm insanlığı ırk ve soy üzerinden tanımlar. Bu topraklarda İttihat Terakki’den beri ırkın ve soyun insanlıktan çok daha üstün vasıflar olduğu algısını yaratan yine aynı faşist güruhlardır.
Açlıkla terbiye eden gaddar baba
Kürtlerde meşhur bir söz vardır: „yê bêje û bike mêr e, yê bike û nebêje şêr e, yê bêje û neke kerê nêr e.“ Türkçe meali şöyledir: Söyleyip yapan yiğittir, yapıp söylemeyen aslandır, söyleyip yapmayan eşektir. Halkları vergiye bağlayan, halkların çocuklarından ordular kuran, ve yoksul halk çocuklarını iktidar savaşlarına yollayan devletler zamanla iktidar ve kanın içinde o kadar ahlaksızlaşırlar ki halklardan topladıklarını tekrar halka yardım olarak dağıtırlar ve bunu insanların gözüne soka soka yaparlar. Utandırarak, mahcup ederek, karşıdaki insanda minnet duygusu yaratarak, yani ezerek yaparlar. Halklardan aldıkları paraları yine halklara yardım olarak bahşederler. Çocuklarını sefil bir hayatın içinde çalıştırarak aynı çocuklardan topladıkları parayla saltanat kuran babaların yine aynı çocuklara kırıntılar dağıtıp çocukları vicdanen kendine bağlaması ahlakın ve insanlığın iflas ettiği eşiktir. Terörist bile olsanız yine yardım ederiz hükmü rezil bir hükümdür. Bir tarafı ezip diğer tarafı yücelten bir iktidar kurnazlığı ve insafsızlığıdır. Ben her şeyin üstesinden gelirim demesine rağmen bu güne dek hiçbir şeyin üstesinden gelememiş bir babanın itibar kaybı babayı hiddetlendirmekle kalmaz aynı zamanda eşekleştirir. Başka komşuların ve insanların yolladığı yardımları depolarda bekletip yirmi gün geçmesine rağmen dağıtmayan bir devlet zalimdir. Açlıkla terbiye eden gaddar bir babadan farksızdır. Bu babaya kafa tutmak ahlaksal bir sorumluluktur. Bu ahlak savaşında bir tarafta güce tapmayı bir gelenek haline getirmiş oportünist çocuklar öbür tarafta babanın zalim olduğunu ve asla babalık yapamayacağını gür sesle haykıran elinde taşla çelikten atlara karşı savaşan çocuklar vardır. Babanın meşruluğu tartışma konusu olmuştur bir kere. Yüzeyde gerçekleşen asıl büyük deprem, evleri ve yurtları başlarına yıkılmış ve sadece kendine gelmiş yardımları talep eden çocuklara karşı gaz ve cop kullandıran babanın maskesinin düştüğü andır! O an, babanın kudretini ve zalimliğini dosta düşmana beyan ettiği en büyük yenilgi anıdır!...
Not: Bu yazıyı yazdığım esnada Van’da devletin sağlam raporu verdiği bina yirmi beş binayla birlikte yerle bir olmuş, hala enkazdan ölü insanlar kurtarılıyordu. Van Valisinin duyarsızlığını protesto eden kitleye ise her zamanki gibi polis gaz bombalarıyla müdahalede asla gecikmiyordu..!
