Sen ne diyorsun, şerefi yaralı Kürt?

Türk devleti tarihinin bir yüzü, Kürtleri tepelemeden sonra tehdit ve onları horlama kepazeliğinin yarış sahnesidir. Bu sahnede, Kürtlere iyilik ve iltifat adına sayısız seviyesizlik seyredildi. Ama pespayelik, hiç bir zaman bu dönemdeki gibi “insaniyet” diye doruklara asılmadı.
Kürdistana yatırım ve kalkınma yalanları maratonu da, hiç bir zaman Kürdün aklı, zekasıyla bu denli alay edecek derekede çamurlaşmadı.
Mesela Menderes, Elazığ’a şeker fabrikası kurmuş, ama bunu, meydanda “nankörler” diye insanların kafasına vurmamıştı. İsmet Paşa da, Van-Tatvan’a demir yolu hattını açarken, “nankörlük etmeyin” diyerek, kimseyi azarlamamıştı.
Kalkınma masalı, yatırım, Fevzi Çakmak’ın “biz aç ve çıplağıyla başa çıkamazken” sözü gereği yok, ama Demirel yine de Kürdistan’da “mamur ve müreffeh Türkiye” diye bağırıp duruyordu.
Erdoğan’ın ustası Erbakan ise havada cennet anahtarı diye demir parçasını sallayıp “sanayide devlet” avazeleriyle ortalıkta dört dönerek, bulduğu arazide çukur açtırıp, ağır sanayi tesisi temeli diye kürek kürek harçatıyor, o çukurlar bir süre sonra unutuluyordu.
CHP Erzincan Senatörü Niyazi Ünsal da, unutulan bir temeli betonunu kamyona yüklenmiş, ibreti alem için, Ankara’da parlamento bahçesine yıkmıştı.
AKP ise Fevzi Çakmak’ın ilkeleri üstünde dansa duruyor. Askeri harcamaları, savaş yolları, kale kışlaları, komşu ülkeler ve Kürdistan’a saldırı amaçlı üsleri “sevabına yatırım” olarak gösteriyor, Kürtlere. Rakamlar, üç sıfır abartılı ifade edilerek. Milyon milyar yapılarak…
Bu arada, daha çok askeri amaçlı olarak 1980’lerde hizmete geçmiş Batman ile 1992’de açılmış Muş Havaalanını 2002’de iktidar olmuş AKP’nin eseri oluyordu.
Yatırım palavraları ve açılış müsamerelerinin yetersiz kaldığı yerde, yalan, dolanın bir birine karıştığı utanmazlık pazarı açılıyordu. Selahattin’in ağzından asla çıkmamış “Kabemiz Taksim’dir” sözü ona mal ediliyordu. Bu Kürtleri kandırıp, dolandırrarak oylarını alma kalpazanlığıydı. Kürtlerin Kürtçe hutbe istekleri de dinsizlik olarak karşılarına çıkarılıyordu. Türkçe mübah ama, Kürtçe olunca din karşıtı…
TC tarihinde, din üstüne yalan hiç bu kadar seçim malzemesi olmamıştı.
Seçim, AKP için, “kader” günü ve kazanmak için her türlü yalan, dolan mübahtır. Yenilgi halinde hırsızlık, yolsuzluk dosyaları, büyük bir ihtimalle çekmecelerden çıkacak, uluslararası teröristleri besleyip donatarak, komşu ülkelere saldırtma suçunun belgeleri ise raflardan inecekti.
Tek çare, iktidar gücü ile olacakları önlemekti. Bunun için Kürtleri kandırıp oylarını almak gerekiyordu. Bu amaçla kiralık “cahş”ları, besleme ve yanaşmalarla, onuru çürük “xulam”lar, Kürt aşkının meyveleri diye aday gösteriliyor, birileri de bağırıyordu:
“Asıl Kürt temsilcisi biziz!..”
Oysa, hizmette ödül esastı. Şeyh Said’den beri, hiç bir hizmetkarın Kürt kimliği inkar edilmedi. Tersine bu kimlik öne çıkarılarak milletvekili, bakan yapıldılar.
Kürt kimliğiyle hizmet, ırkçı rejim için daha esaslıca yararlıydı. Hikmet Çetin, 1990’larda diyar diyar dolaşıp Kürt direnişçileri terörist ilan ederken, “Kürt kökenli Dışişleri Bakanı” diye nitelendiriliyordu.
AKP, şimdi Kürt dostuydu. Çok adayı olandı. Rojava’yı kuşatan tecavüzcülere gönderdiği füzeler ellerinde patlamasına rağmen, utanmadan Kürtlere sempatiyle gülümsüyor, hatta sözcüleri “insaniyet olsun” diye yardım ettiklerini bile söylüyor, sınırdaki dikenli tellere yakalaşan Kürtlerin katli, ölümcül yaralıların tutuklanması unutuluyor, PYD’yi günde beş vakit “terörist” ilan eden de onlar, Erdoğan, “Kobanê düştü, düşüyor” müjdesi veren adam olmuyordu.
İki de bin yüzlülük böyle gelişe dursun, “ben Kürdüm, kendimi inkar edip fırdöndü dönme, dönek olamam” dediği için, sülale boyu katledilen, evi başına yıkılan, yurdu ateşe verilen, kadını, kızı ganimet olarak talan edilen bir halkın oylarını da çalmak için, meydanlarda iltifat adına sövgü yağdırıyorlar şimdi.
Ve sen, onuru çiğnenmiş belengaz Kürt, seni Kürdistan meydanlarında gördüm.
Gören gözlerin önünde, kendi halkının kasalarını da soyan hırsız, senin el konulmuş kültürüne, yaşama biçimine sahip çıkan, kimliğinin, kişilik ve aidiyetinin davasının fedaisi olan, Kürdistan’ın Hiro gülü gülüşlü kızıları, aksöğüt çitili boylu delilanlılarının katiliydi, o. Başka bir anlatımla katiller silsilesinin son amiri…
Ve sen, şerefi yaralı belengaz, o sana iltifat etme adına, ırkçı histerinin kalıbına çıkmasıyla, senin kültürünü aşağılıyor, dini inancına sövüyor, insani duruş ve bakışını kusurun da ötesinde suç şekline büründürüp yüzüne çarpıyordu.
Ama sen çürümüş vicdanın, kurumuş tek ağaç gibi çıplak haysiyetinle ayakta dikilmiş onu alkışlıyordun.
İltifat diye insana söven adama diyeceğimiz yok. Çürük, çatlak, patlak, yırtık, bayat malı yeni, taze, sağlam diye överek satan kalpazan işportacıdır. Kendine yakışanıyla insan…
Ama senin de hiç utanman yoktu. Kalpazan halkına, halkının can feda çocuklarına sövüp onları aşağıladıkça, sen ekmeğin ucunu görmüş aç köpek gibi yalanıyordun.
Allahtan senin gibiler, azınlığın azınlığıdır Kürdistan’da. Zalim rejimin zulmüne hizmet adayı olarak, yüzünüze tükürülme korkusundan insan içine de çıkamıyorsunuz, artık.
Soyunuz kurup, tükendi. Reşelek sürüsünde birer Kelaynak gibi kaldınız…
