Sevda yollarında bir Nujîn…

Haberleri —

ÇARÇEL ENGİZEK

“Dağlarımızın kır çiçeği gibi

Gözlerinde gün şafağı açarken…

Kaç ömür gerekli gülüşünü tanımlamaya

Söyler misin?

Şafaklar; acısı bol bir ağıt gibi

Yağmur, sevda, şiir gibi

Dağ gözlerinden gülümserken

Ahir zamanlarda duruyor

Sevdan, güzelliğin…”

Zaman ne vakit hükmünü yitirir? Hakikat ne zaman dönüp tamamlar kendini? Ya da tarih ne zaman rüştünü ispatlar, yollar ne zaman bir anlama kavuşur? Yaslayıp sırtımızı dağlarımıza acımasız tanrılara kafa tuttuğumuzda, o gülkurusu topraklarda O’nunla yeniden buluştuğumuzda...

Nujîn’in adını bile anarken yüreğime oturan o sonsuz özlemi nasıl tarif edeceğim bilemiyorum. Kelimelerin gücü yok, çünkü O adıyla, varlığıyla, yoldaşlığıyla tarifi imkansız bir anlamdı. Yazmak ayrılığı kabullenmek sanki. Kaçtım hep bu yüzden O’na dair bir şeyler yazmaktan. Üç yıl oldu ve ben bir kez daha şunu anladım; zamanın hükmünü geçiremediği tek gerçek, aşk ile dokunan sevgi bağları.

İlk karşılaşma...

2001 baharıydı. Dağlarda bu mevsimde yolculuk güzel olduğu kadar, süprizlerle de dolu. Siz yürümeye devam ederken, birden gök gürler ve şiddetli bir yağmura yakalanırsınız. Yol bitmiş, sırılsıklam ve yorgun bir şekilde Nujîn’in bulunduğu kampa varmıştık. Yağmurdan sonraki en güzel sürpriz, Nujîn ile tanışmaktı. Bize kadim tarihi anlatmaya gelmiş bir masal perisi gibiydi; öyle bilge, sade, güzel ve narin. Bize doğru yürürken güzelliği bir ışık huzmesi gibi üzerimize serpiliyordu adeta. Gülüyordu. “Merhaba” dedi ve kendimi O’nunla saatlerce süren bir sohbetin içinde buldum. Yıllardır tanışıyormuş gibi; öyle içten, samimi ve dostça.

Nujîn ile böyle başladı yol arkadaşlığımız ve bir daha hiç ayrılmadık. Beni Nujîn ile karşılaştıran o ıslak ve yorucu yolculuğa, O’nunla geçen tüm anların yüreğime işlediği anlamdan sonra hep şükrettim.

Hep yürüyen…

O hep uzun yolculuklar yaptı. Kürdistan dağlarını karış karış dolaşmayı; taşını, toprağını, ağaçlarını, çiçeklerini bilmeyi, daha çok onlarla buluşmayı, bütünleşmeyi seçti. Ankara’da doğup büyümesine rağmen O hep “Ben Serhat’ın asi kadınıyım” derdi. Nerede duracağına ve yeniden nasıl yürüyeceğine hep kendisi karar verdi. Zagros’lardan Serhat’a, Erzurum’dan Dersim’e kadar yürürken, halkının tarihsel gerçekliğiyle yüzleşeceğini bilerek ve o tarih içerisinde kendini de bulacağından emin adımlarla yürüdü. Nujîn, “Dağlarımızın hakikatine ulaştığım an kendimi buldum” dedi ve bu hakikatle yol almaya devam etti hep. Asi ve güzel dağlarımıza en çok yakışan kadınlardandı....

Komutan Nujîn...

Asi olduğu kadar güçlü, inançlı ve kararlıydı Nujîn. Kavganın tam ortasında olmayı seçenlerdendi. Emeği ve sevgiyi birleştiren Nujîn, elini tuttuğu ve  ‘merhaba’ dediği herkese bir parça anlam yükledi. O’nda herşeyin kök hücresi sevgi ve emekti. Bu yüzden benim kadar onu tanıyan herkes, çok sevdi Nujîn’i. Zorluklar karşısında pes etmez, yenilgiyi kabul etmezdi. Paylaşan, eğiten ve öğretendi. Durmak onu bir kafese koyup hapsetmek gibiydi. “Yürümeli, hep yürümeli” derdi. Kendisini en özgür hissettiği anlardan biri de yürümekti.

Kuzey Kürdistan dağlarına yapmış olduğu ikinci yolculuğunda tuttuğu günlükte şu sözlerle tanımlamıştı yürümeyi: “Kendimi özgür hissettiğim anlardan biri de yürümek. Şimdi diyeceksiniz ki gerilla hep yürüyor... Doğru, yürümek ama yürürken o anı yakalamak, o atmosferi solumak. Bazıları yürür ama nasıl yürür, etrafına bile bakmaz, eziyet gibi gelir ona yürümek. Gerilla eğer adımladığı yolu duyumsuyorsa, o yolun ona katığı muhakkak bir şey vardır. Dağların özgürleştiren yanı onun anlam gücünü yakalamaktır. Bir zirveden yüzünüze vuran serin rüzgara karşı Kürdistan’ı, yani vatanınızı bir beden gibi enginliklerde hissedebiliyorsanız o an sizin özgür bir anınızdır.”

Dizlerimde biraz daha derman olsa…

Tüm zamanlar her daim zulasındaydı Nujîn’in. Sevgi ve yoldaş zenginiydi. Diyar diyar sevmenin, özlemenin ne olduğunu öğretti. Ülkesini gözlerinde tarif eden bir gerilla ustalığıyla sevdi hepimizi. Bilirdi kendi tanımından uzaklaştırılanların dağ yolculuklarında kendi tanımlarına kavuştuğunu. “Dizlerimde biraz daha derman olsa da tüm buluşmaları kendimde kitlesem” diyerek delice buluşmalara yürüdü.

Bilenmiş öfke

Sürgünlüğü bilirdi Nujîn. Ölüm ve zulüm yollarından sonra Ankara’da gözlerini açmıştı dünyaya. Ama öz kültürünü soğuk beton şehirlerde yaşatmayı bildi. Öğrencilik yıllarında perçinlenen öfkeyi, bilince çevirerek dağların yolunu tuttuğunda artık yeterince sınamıştı kendini sömürgeciye karşı. Şimdi savaşma zamanıydı. Öfke bilenmiş, net, kararlı adımlarla büyük bir savaşa girmişti.

Yaşanacaksa yaşam hakkı verilmeliydi. Hayranlık uyandıran cesaretiyle tam da bunu yaptı Nujin. Öncü oldu, komutan oldu. Yoldaşlarına da bunu öğretti. İsminin anlamına layık, tüm geçtiği yollarda kendinden öncekilerin gülüşlerini, hayallerini toplayarak yürüdü.

Mücadelenin tüm ayrıntılarını içine sığdıran fotoğraflar vardır. Direnişi, umudu, emeği ve sevgiyi bir fotoğraf gibi kendinde sabitleyen ve her daim ayna olmayı başaran anlatıcılar gibi…

Aşkı yaşar gibi...

Yaşamın en güzel renginin karesi gibiydi Nujin. Ve zaman gelip çatmıştı. Ayrılıkların yeni buluşmalara vesile olacağını bilerek çıktı yola.

Ve yürüyüşün anlamını yazdı Kuzey güncesine; “Ülkeye yolculuk, ülkeyi adımlamak Kürdistani olmayan yanlarımı aşıp ülkesiyle bütünleşmiş Kürdistanlaşmış bir kişi yaratacağım belki de. Kendi tanımına, özüne, kendine ulaşma denilen şey bu olsa gerek. Mor ufuklu dağların insanı kendine çeken gizemi… Kişiyi kendisine çağıran hakikatle aynı şey oluyor. İnsan kendini zorluklara karşı sınıyor, ağırlaşan bedenini yüreğindeki hafiflikle dengeliyor, alnından süzülen ter damlalarının tuzunda hissediyor güzelliğin emekle yoğrulduğunu…”

Hep özlenen…

Nujîn; özün insanda hakikate dönüşmesi… Yaşamın anlamını çoğalttığı güzel devrimci. Varolmanın en doğal hali…

Özlüyoruz seni… Güzelliği emekle, binbir zahmetle yeşertmeyi öğrettin. Her gülüşün, her muhabbetin bizleri aldı götürdü insan denen yolculuğa. Ülkemizin ağıtlı analarının yüreğine. Sen özgürlük hakikatine, özgürlük hakikati de sana doğru koşuyordu.

Bazen sessizlik getiriyor seni kapıma. Bakışlarında bize tuttuğun aynayı görüyorum. Tüm yaşanmışlıkları anlatan yansımayı. Soluğun yanıbaşımızdaymış gibi. Ve hep yakıcı.

Her ayrılık erkendir

Senden selam alamadığım, mektuplarına cevap yazamadığım tamı tamına üç yıl geçti. Bir bir oyduğun taş bilekliklerin daha yanımda, fotoğraflarının her karesine baktığımda senle yola çıkıyorum. Varacağın her durakta, dağlarımızın buz gibi çeşmelerinde, seninle oturuyorum.

Güzel yoldaşım; seni özlüyoruz.

Her güneş huzmesinde yüreğimize sen dokunuyorsun, öylece sarılıyoruz sana, senle gülüyor, senle umutlanıyoruz, bilesin… Anılarımız, yaşanmışlıklarımız, yazgı gibi bizlere dayatılan yitirmelere, gidişlere son diyecek bir gün.

Gerilla her zaman anıların şefkatiyle iyileştirir yaralarını. Hatırlamak yaraya tuz basmak değil artık. Susuzluktan kavrulanların içtiği serin sudur. O anılarla yeni yaşanılacaklara yeni yolculuklara yürümektir. Seninle patikaları arşınlıyoruz. Hiç soluklanmadan anlamı, sadeliği mor ufuklu dağların doruklarında seyre duruyoruz seninle. Ve yine seninleyiz, seni özlüyoruz… Her an ve tüm zamanlarda…

  • Pınar Bağlars (Nujîn Artos), 26 Nisan 2017 yılında Dersim’de Türk devletinin barbar ordularına karşı direniş savaşında şehit düştü.
paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.