ŞEYHMUS DİKEN: Licê sınırlara sınırsız vuranların şehri

Haberleri —

Ninemden bu tekerlemeyi duyar ve bir anlam veremezdim. Evet, 21 Mart Newroz günüydü. Aynı zamanda baharın başlangıcıydı. 21 Mart eski takvimlere göre yeni yılın başlangıcı olarak kabul görüyordu da hiçbir anlam veremediğim bu 17 Mart neyin nesiydi!


Bir tek Licê kaldı geriye
taammüden cinayete kurban gitmiş bir şehir
arayanı, soranı hak getire…

Derler ki, şimdilerde Licê yakınlarında bir köy yerleşkesi olan ve Licê’nin en eski yerleşim birimi Entax’ta (Atak) yedi kardeş yaşarmış. Kardeşler arasında bilinmez bir nedenle anlaşmazlık çıkmış. Kardeşlerden biri; ata, dede diyarı binlerce yıllık kadim şehirleri Entax’tan ayrılmış. Çok uzaklara gitmeye de gönlü elvermemiş. Dağlık bir yerin yamacında kendine ve ailesine bağlık, bahçelik, bostanlık bir mekan kurmuş. Epey zaman geçmiş.
Baba dayanamamış evlat hasretine. Demiş ki geride kalan çocuklarına; “Gidip bulun kardeşinizi. Ne haldedir. Hali vakti nasıldır.” Kardeşler, arayıp bulmuşlar küskün kardeşi. Hasbi hal edip dönmüşler. Ve babalarına demişler ki; “Li cî ye” (yerindedir). O gün bugündür, yani yaklaşık 1000 yıldır, 1100’lü yıllardan bu yana o küskün kardeşin yaşadığı yer Licê adıyla anılan şehirdir ve sahiden de dosta düşmana karşı ‘’Li cî ye’’, yerinde ve ayakları üzerinde sapasağlam durmaktadır Licê…
Bu tarihi girizgahı sanırım niye yazdığımı okur anlamıştır. Bugünlerde Licê manidar anlamda çok popüler.
Önce Kulp ilçesindeki seçim çalışmalarından dönen Hür Dava Partililer Licê’ye girip provokasyon yaratmaya yeltendiler. Bıçaklarını, satırlarını, arabalarını artlarında bırakıp soluğu Diyarbakır’da aldılar.
En önemli olay ise 1993 yılında Licêliye koruculuk dayatılırken, kontralarca General Bahtiyar Aydın’ın da katledilmesi ile birlikte Licê’nin üç gün süreyle devlet tarafından adeta yakılıp yıkılarak talanına dair yirmi yıl evvelki yaşanmışlığın tam da zaman aşımına uğrayacağı günlerde dava sürecinin yeniden başlaması, ama devletin ve yargının ince bir “ayar” ile davanın duruşmasını Eskişehir’e kaydırmaları üzerinedir.
Lice tarih boyunca çok acılara tanıklık etmiş bir eski şehirdir. 1915 Ermeni Soykırımı’nda çokça Ermeni hemşehrisinin ebedi yok edilişine, ucu muhtemel ölümle sonuçlanacak sürgüne yollanışına eli yettiğince kurtarabildiklerini ölümden kurtararak, diğerleri için çaresizce boynunu bükmüş şehirdir.
1925 Şeyh Saîd İsyanı’ndan sonra ve yakın zamanda yirmi yıl önce 1993’te yakılıp yıkılmış bir şehrin direnişinin öbür adıdır Licê.  Ben Licê’yi en çok ninemden, sonra da artık yaşamayan büyüklerimizden dinlemiştim. Ninem demişti ki bir kez; “Hûvdê edarê / Berf hat gûlîya darê / Nema heya êvarê” (17 Mart günü yağan kar, ağacın yapraklarına kadar ulaşsa da, öğlene kadar erir.) Ninemden bu tekerlemeyi duyar ve bir anlam veremezdim. Evet, 21 Mart Newroz günüydü. Aynı zamanda baharın başlangıcıydı. 21 Mart eski takvimlere göre de yeni yılın başlangıcı olarak kabul görüyordu da hiçbir anlam veremediğim bu 17 Mart neyin nesiydi!
İşte Licê’yi ve hikayelerini bilenler hafızalardaki yitik ve çözülememiş anlamı çözer. Altıbin yıldan bu yana Yukarı Mezopotamya’nın kadim halkları Asurîler eskiden beri şimdinin 1 Nisan’ına denk gelen günü, Asur toplumunun Newroz’u olan Akitu Bayramı olarak kutluyorlardı. Yeni takvimle eski takvim arasındaki fark olan 13 günü çıkardığınızda, 17 Mart tarihiyle buluşuyordunuz. İşte upuzun yıllar “büyük felaket” 1915’e kadar Ermeni ve Süryani Hıristiyanlarla birlikte yaşamış Kürt ve Müslüman Licê toplumunun bugün hafızalarına bir dörtlükle dahi olsa nakşedilen 17 Martın Licê’den yansıyan hikayesi böyle bir algı olsa gerekti.
Ya da yine ninemden bağbozumu dönemine ait bir tekerleme; “Eco, Eco! Wesiyê min li te bî. Mezelê min, binê dara gûzan bi kole. Bila dengê lengerîyan bê gohên min…”
Köyler, şahsiyetler, efsaneler, dükkanlar, çarşılar, bağlar, bahçeler, fötr şapkalı Licêliler, kadın erkek giysileri, gelenekler- görenekler, yemek kültürü, ticaret, doğa-hayvan ilişkisi, Licê depremi, acılar, isyanlar ve ağıtlar…
Bir de unutmadan, deliler. Kimi kez bir şehri anlatırken delisidir aslolan. Şehirleriyle birlikte varlık bulan. Xaltîka Eyşê- Eyşika dîn bu sebeple Licê anlatılırken unutulmayacaklardan.
Ve tabii ki kaçakçılar. Belki de bir başka katkı da bir tekerlemeden; “Bi qaçaxî karvanî / Hespa bozê rewanî / Bê melle û bê şuştin / Li hidûdê tên kûştin”. Eski Licê’de iyi bir tüfeği ve güzel bir atı olan, baba-dede mesleği kaçakçılık ile at sırtında ticarete, nakliyeciliğe, diğer adıyla “katırcılığa” soyunurdu. Atlardan söz ederken, Licêliler için atın önemini anlatan bir deyim var. Vurgulamadan geçmek olmaz.

Hespê ji sûvarê xwera gotiye;
Vexta ku tu li min sûwar bû,
Mîna neyarekî li min mêze bike.
Vexta ku tu ji min peya bû,
Mîna birakî li min mêze bike.

Ve elbette o kaçağın katırlarından mutlaka söz edilmeli! Her bir tarafına ortalama elli kilo yük yüklenen katırlar. Licê’de mimari yapılarda evlerin kapıları bile katırlara göre düşünülmüştü. Katırların, yükleriyle birlikte rahatlıkla içeriye girebilecekleri büyüklükte yapılırdı kapılar. Yağmurda, soğukta ve de dışarının meraklı gözlerinden kaçınmak için ihtiyaca göre düşünülmüş bir yapı tarzıydı eski Licê evleri.
Kaçakçılık Ahmed Arif’ce sınır tanımazlıktı Licê’de;
Bir yanım çığ tutar, Kafkas ufkudur.
Bir yanım seccade, Acem mülküdür.

Misali; Şam’dan, Bağdat’tan başlayıp, İran içlerine kadar süren kaçakçılığı, bu coğrafyada Licêlilerden daha iyi yapabilenin olmadığı halen söylenir. Kendilerinin çizmediği sınırlarda, kendilerinin olan malları, kendilerinin dışında konulan yasaklarla yürüten kaçakçılar.
Motorlu araçların hiç olmadığı ya da çok az olduğu dönemlerde: Licêli katırcılar, ağırlıklı olarak Diyarbakır-Erzurum-Hınıs hattında, katırları ve atlarıyla nakliyecilik yaparlardı. Doğu’nun bir ilinden bir başka iline tayini çıkan memurların eşyalarını taşıdıkları olurdu. O günlerin Licê’sinde, katır o denli önemli bir nakliye aracıydı ki; katırı ve tüfeği olup da sefere çıkamayanların bunları kiraya verdikleri bile olurdu.
İşte Rûşto bu ünlü kaçakçılardan biri. Çoğu kez ünü, kendisinden önce, gideceği yerlere gidenlerin soyundan! Rûşto’nun kendisi gibi ünlü bir sözü var. Halen söylenir;
Eger yekî li we xist,
Mebejin em Licî ne.
We li yekî xist,
Bêjin em Licî ne

Vurulmayı, düşmeyi ve de düşürülmeyi, Lice’sinin, memleketinin, coğrafyasının adına kara çalan bir düşünce ve davranış-bakış sayar, Rûşto ve Rûşto gibileri. Bingöllü Yado, Silvanlı Koçero gibi...
İşte Licêli Rûşto bir gün İran sınırından geçerken, hem de yüküyle, kaçağıyla geçerken sınır güvenlik görevlilerince bir çatışma sonucu vurulur.
‘’Vurulmuşum,
Düşüm gecelerden kara’’
dercesine vurulur. Düşer Rûşto. Üstüne ilk yetişen bir rütbeli olur. Ve daha önce tesadüfen, Licê’de görev yapmış bir uzatmalı çavuş, Rûşto’yu tanır. Heyecanla sorar: “Ulan Rûşto sensin değil mi? Licêli Rûşto?”
Rütbelinin tavrı insanidir. Daha önceden tanıdık biri ya! İnsani olan yan baskındır ve öne çıkmıştır. Rûşto’nun yarasına müdahale edilmelidir, edilecektir. Fakat ne mümkün! Rûşto kurşun yarasını almış ve düşmüştür ya. İnadı inat, düşkün, düşmüşken, çaresizken Licêli değilim denilecek ya! Licêli değilim demede ısrarlı.
Sonuç Rûşto için İran sınırında kan kaybından ölümdür. Ve Rûşto ölürken bir kılamdan yine bir parça:
Em Licî ne, em Licî ne,
Bav û kalan da qaçaxçî ne

Nihayetinde zeyl olarak düşülmesi gereken bir Licêli Veysi Özkırtay’ın dizeleridir;
Xebroşkan digot sofiyê Xerzî
Li mehela filan hebûn goşkar û terzî
Hedadan asin dikutan, erd dilerizî
Hespên qaçaxçîyan bi rewanî dibezî
Ew dem û dewranan Licê kanî!

Ne mi demeliyim! Sanırım diyeceklerimi şimdiye dek akıl etmişsinizdir. Siz, siz olun muktedirler. Licêli’yle didişmeyin, hele hele çatışmayın, pişman olursunuz. Licêli asla taviz vermez had bildirir, benden söylemesi.

seyhmusdiken@gmail.com

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.