Şiddetin döl yatağı

Haberleri —

Geçen gün kameralar karşısında, insanlığımdan utanç duyduğum bir katliam daha gerçekleşti. Hür Suriye Ordusu (HSO), 70 silahsız esir askeri bir binaya götürerek katletti ve zafer naralarıyla poz verdi. İnsanlığımdan utandım; tıpki Roboskî’de 34 insanın hava saldırısında, 36 gerillanın Hakkari’de kimyasal silahla, 15 kadın gerillanın da Bitlis’te katledilmesi; Nejla Yıldız’ın otobüs durağında herkesin gözü önünde bıçaklanması, Berlin’de Sema Subay’ın eşi tarafından parçalanması ve daha binlerce olayda olduğu gibi. İnsanlığımdan, çaresizliğimden utandım.
Böylesi olaylarda ‘çare’ kişisel değildir elbette ki. Ama bazen kişisel çareler de aramak, sorgulamak, durduğumuz noktayı bilmek önemli. Mesela katliamın makul yanı var mıdır? Şiddet kesin sonuç mudur? Eğer öyle olsaydı; binlerce yıl onca yaşanan savaştan sonra dünya sütliman olmaz mıydı? Katliam, savaş gibi olgularda insan yanımız incinmez mi hiç? Örneğin; söz konusu HSO olunca şiddetin mayası mı değişti? Ama 70 askerin katliamından sonra Avrupa’da kıyamet kopmadı, insan hakları kurumları isyan etmedi. Sessiz bir katliam olarak tarih sayfalarına geçti. Neden peki bu kadar sessizlik? Esad’ın yaptığı katliamdan daha mı önemsizdi bu katliam. Hem Esad’ın, hem de HSO’nun katliamlarına karşı çıkmak daha gerçekçi olmaz mıydı? Şiddet algısında ki ayrım neye göredir peki?
Şiddet konusunda benimsenen bir diğer yaklaşım ise kendi gözündeki merteği görmeden, başkalarının gözündeki kıymığa müdahale etme girişimidir. Yine güncel bir örnek Erdoğan ve ekibinin İsrail çıkışı. Yıllardır ülkende yaşanan savaşın durması için kılını kıpırdatmayacak, hatta Kürtlerin dünyanın hangi köşesinde olursa olsun küçücük kazanımlarına tahammül etmeyecek, her gün kan için de yüzeceksin; sonra başka bir ülkeye barış nasihatlarında bulunacaksın. Tabii ki savaşları engellemek çok önemli. Ama demezler mi; bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
Şiddet karşısında ki bu vurdum duymazlık, kendine görelik sorgulamayı en çok hak eden konulardan biridir ki kaynak belirleyicidir bu durumda. 
Savaşın, şiddetin beslendiği temel kaynak, kadına yönelik şiddet uygulamaları ve ondan alınan sonuçlardır. Topluma savaş olarak yansıyanda budur.
Kadına yönelik şiddet; şiddetin döl yatağıdır. Orada büyür şiddet. Güç orada sınanır. İktidar orada pekişir. Erkeklik olgunlaşır. Çocuk anne-baba arasında ki farkı orada tanır. Kadına yönelik şiddetin, milliyeti, sınıfı, dini de olmaz. Kadına yönelik şiddet konusunda bütün kesimler ve toplumlar ortaklaşır. Sanırım ayırımın olmadığı ender konulardan biridir kadına yönelik şiddet. Dünyanın her tarafında yöntemler bile ortaktır.
Kadınlar dışında hemen hemen neredeyse kimse bu şiddete karşı durmaz, mücadele etmez. Şiddet mağduru olan kadın aynı zamanda yaşamın görünmeyen ve tanınmayan kesimini de oluşturmaktadır.  
Şiddet bu döl yatağından beslenir, büyür ve yayılır; adalet kaybolur, insanlık unutulur. Taa ki şiddet; halkların, toplumların karşısına çıkana kadar hissedilmez. Yani savaş olarak toplumların karşısına çıkana kadar kimsenin gündemine girmez. Bu dönemler bile herkesin algısı aynı olmaz. Şiddet uygulayanın gücü, iktidarı gündemi belirler. Eğer şiddeti iktidar uyguluyorsa son derece minimize edilerek gündeme alınır.
Şiddet kültürünün toplumun çekirdiğinden, yani aileden besleniyor olması, duyarsızlığı ve algıda ki farkı da ortaya koyuyor aslında.
Erkek aklı ve dünyasının icat ettiği bu olguya karşı çıkmak için daha nelerin olması gerekiyor. Eğer toplumların kaderi değilse şiddet, o halde ortadan kaldırılması da insani yanını yaşatmayı bilen herkesin şiddete karşı mücadele etmesi gerekiyor. 
Ortadoğu’nun üçüncü dünya savaşına doğru ilerlediği bu dönemde 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele etkinliklerinin salt kadınların işi olmadığını artık herkes bilmeli. Artık esas sorunun iktidar, güç ve erkek sorunu olduğu algılanmalı ve şiddetsiz bir dünya istemi daha güçlü dillendirilmeli.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.