Şiddetin sıradanlığı
Forum Haberleri —
- Şiddet, diğerlerini nasıl tanımladığımızdan ziyade, kendimizi nasıl tanımladığımız ile ilgilidir. Ayrımcılık, düşmanlık üzerine düşündüğümüzde gözümüz açıkça dış grubun nasıl görüldüğüne odaklanır.
Şiyar GÜLDİKEN*
Çok uzun zamandan beri, kötülükle ilgili insan kapasitesi üzerine yapılmış araştırmalar yanlış sorular sorularak engellenmiştir. Eğer ileriye doğru hareket etmek istiyorsak, sorduğumuz soruları değiştirmeye ihtiyacımız vardır.
İnsanların gerçekleştirdikleri kötülükleri nasıl görmezden gelebildiklerini merak etmek yerine, insanların erdemli eylemler olarak acımasızlık eylemlerini nasıl yüceltebildiklerini anlamaya ihtiyaç vardır.
Sosyal kimlik geleneğine ve özellikle benlik sınıflandırma teorisine göre, kategori içinde paylaşılan algı (sosyal kimlik olarak da ifade edilebilir) grup hareketinin temelini oluşturmaktadır.
Kimlik edinme ve aidiyet
Kendimizi Kürtler, Türkler, Ermeniler, Araplar veya herhangi bir etnisite kapsamında düşündüğümüz ölçüde birlikte hareket edebiliriz.
Bunun kökeninde; sahip olduğumuz grup üyeliği belirgin olduğunda belirli normlar, inançlar ve benlik kategorimize yönelik mevcut kavrayışımız doğrultusunda hareket etme eğiliminde olmamız yatar. Dahası, diğerlerinin de benzer olanı yapmasını bekleriz.
Sonuç olarak, aynı grup üyeleri arasında dünyanın nasıl olduğu, dünyada neler olduğu ve bununla ilgili neler yapılması gerektiği konusunda bir söz birliği olduğunu varsayarız.
Gruplar, özellikle bütünlük içinde ve güçlü olan gruplar, bizim sosyal mevcudiyetimiz için elzemdir. İnsanların gruplarına bir şey olduğunda, bu kadar güçlü tepki vermeleri bu sebeptendir. Bu yüzden, öldürebilir ve hatta grup üyeleri için ölmeye hazır olabilirler.
Örneğin, bir ‘ulusa ait’ olarak tanımlanmak; vatandaşlık haklarını, kamu hizmetlerini kullanmayı, oy kullanma hakkını vs. beraberinde getirir. Bu durumu, grup dışına atılmak kişisel ve kişiler arası haklardan mahrum bırakılmak takip eder.
Kişinin ‘uzaylı’ olarak tanımlanması onu politik ve sivil toplumun dışına atma eğilimini taşır. Oy kullanma hakkından mahrum bırakma eğiliminin yanı sıra, topluluğa ait örgütleri daha az temsil edecekleri de düşünülür.
O hâlde, bu mantığa göre iç grup üyelerinin sahip olduğu avantajlardan mahrum bırakılan dış grup üyeleri, kendiliğinden bir ayrımcılığa maruz kalırlar.
Burada milliyet kavramının, ‘etnik’ köklere dayanan tanımı ile temelde yaşanan yer ve bağlılıkla ilgili olan ‘vatandaşlık’ tanımı şeklinde bir ayrım yapılmaktadır. Fakat bu milliyetle sınırlı değildir. Çünkü kimin hangi sosyal kategoriye ait olduğu konusu her zaman tartışmaya açıktır.
Aynı insanların bir gruba kabaca yapılan bir tanım vasıtasıyla dâhil edilmesi veya dar bir tanım kanalıyla dışlanması gibi farklı hâllerde davranılabilir.
Kendini “öteki” ile varetmek!
İç gruptakiler tarafından dış gruptakiler dışlayan, paylaşılmayan olarak tanımlanır. Bütün sevgi, destek ve hizmet iç gruba sunulur, etnik olarak farklı olan dış grubun, onların dayanışmasına katılma ihtimali yoktur.
Karşıtlık, bundan daha keskin olamaz! Milliyet kategorisinin sınırları, dış gruptakileri iç gruba dâhil edecek şekilde çizildiğinde onlar kahramanca bir yardım almaktadırlar. Ancak tam tersi biçimde olduğunda, onları toplum dışına atma ve haklardan mahrum bırakma söz konusudur.
Dış grubu avantajlardan yoksun bırakma eyleminden etkin düşmanlığa geçişte, diğerlerinin iç gruptan dışlandığı basamaktan, diğerlerinin iç grup için tehdit olarak açıklandığı basamağa ilerlemektedir.
‘Bizden olmayan’ birçok grup olsa da bu gerçek, onları ‘bize düşman’ yapmaz. Örneğin göç vakalarında, göçmen akınları çok az olumsuz atıfla karşılaşırlar, hatta yatırımcıların yerli nüfusu zenginleştirdiği ve tamamlayıcı olarak görüldüğünde olumlu atıflarla bile karşılaşabilirler.
Problemler; belirli bir grubun, o bölgenin nüfusunda sorun yaratacağı düşünüldüğünde, özellikle o gruba yönelik aptal, öfkeli, dolandırıcı gibi kalıtımsal çıkarsamalar yapıldığında açığa çıkar. Faşizm gibi özcü ideolojilerin tehlikeli gücü budur.
Bu ideolojilerde, temelde onların nasıl oldukları değil, ‘doğalarının’ ‘bizim için’ ne ifade ettiği önemlidir. Bununla birlikte bizim odak noktamız kimliğin algısal yönlerinden ziyade, pratik olan kısmı üzerinedir.
Bize göre, kimlik, birinin kendini bu dünyada idrak etme biçiminden daha fazlasıdır; kimlik aynı zamanda dünyanın düzenlenmesi yolunda bir model ve öyle bir dünya oluşturmak için bir plandır.
Grup hareketi, grubun değerleri ve inançlarının üzerine temellenmiş sosyal varoluşun yollarını kurmayı amaçlar ve bunu yapmaktaki başarısı (kolektif benlik-nesneleştirme/kavrayış) oldukça yükseltir.
Fakat sonuçta birinin sosyal kimliğini nesnelleştirmesindeki başarısızlık, negatif yönde yüksek ve bu başarısızlığın dış grup ile ilişkili olduğu yerde, dış gruba karşı fark edilir bir düşmanlığa yol açar.
O halde, düşmanlık, yalnızca dış grubun niteliklerinden kaynaklı değildir. Bu nedenle, olumsuz nitelikler dış grubun iç gruba pratikte tehdit oluşturma potansiyelini düşürebilir; oysaki olumlu nitelikler bu potansiyeli artırabilir, dolayısıyla düşmanlığı arttırabilir.
Nefret söyleminde metaforların yeri
Nefret söyleminin bir başka kullanımı da hayvan resimleri ve metaforlarıdır. Tipik olarak, dış grubu insanlık dışına atma şeklinde yansır. Fakat burada, insanlık dışına atmanın da ötesinde, kullanılan hayvan metaforlarında öylesine bir hayvan kullanılmaz.
Örneğin, Hutuların propagandalarında Tutsiler, “hamamböceği” olarak tarif edilir. Bunlar sadece hayvan değil, grubu zararlı ve yıkıcı yönde etkileyecek parazitlerdir de. Bunun sonucu olarak, bu gibi temsiller iç grubun varlığının devamlılığı için dış grubun yok edilmesi gerektiği izlenimi verir.
Hitler, Kavgam adlı kitapta Yahudi bir kimse için şunu yazar: “…Uygun bir ortam buldu mu tipik bir parazit, otlakçı, zehirli bir basil gibi yayılır ve yayılmayı sürdürür… Nerede ortaya çıkarsa, ev sahipliği yapan insanlar kısa veya uzun dönemde yok olur…”
Dış grup tehdidi kategori dışına atma ile neticelendiğinde, dış gruptakilere zarar vermek, saldırganlık yerine kendini savunma olarak algılanabilir. Diğer bağlamlarda gösterildiği gibi, bu şiddet karşıtı normların üstesinden gelmeye ve şiddet karşıtı olanların kolektif düşmanlığa katılımını sağlar.
Ancak nefsi müdafaanın meşru ve şiddetin iç grup için kabul edilebilir olması, diğerlerine saldırmayı soylu veya kutlanabilir bir olgu hâline getirmez. Bunun olabilmesi için bir ileri basamak gereklidir.
İç grubun erdemliliğini yüceltmek adına çaba gösterenlerin en büyük acımasızlıkları gerçekleştirmeleri, sıkça rastlanılan bir durumdur. İdeolojilerin ahlaki bir proje olarak sunulduğundan hareketle; gücü ele geçirdiğinde dış gruptan neredeyse hiç bahsedilmez. Bunun yerine, bütün çabalarını kendine özgü (etnik) erdemlerini yüceltmeye adama vardır.
İç grup üyeleri ahlaklı, temiz ve dürüsttür. Onlar alçakgönüllü ve adil ve içtendir. Kendini bu özelliklerin savunucusu olmaya ve zenginleşebilecekleri bir toplum yaratmaya adama vardır.
Temel slogan ve projesi şöyledir: “Temizlik her yerde, Hükümetimizin temizliği, Kamusal yaşamın temizliği ve ayrıca kültürümüzün temizliği” ve bunun için terimler gereklidir. “yıkıcılar, bölücüler, ajanlar, teröristler” düşmanlar ve iyi insanlar arasındaki ahlaki bir mücadele olarak görülür. “Bu savaş, erdemin teröre karşı savaşıdır.”
Faşizm ve yığınlar
Doğrusunu söylemek gerekirse, Nazizmde olduğu gibi en abartılı kavramlarla bezenerek sunulan projenin, baskılayıcı politikalarının hayata geçirilmesi için, halkın onayını almak çok önemlidir.
Dolayısıyla, kendini temize çıkarma ve insanlığın mutluluğu için mücadele edenlerin yeni “kurtarıcısı” algısının oluşturmasına yönelik bir aşamaya gelinir.
Erdem adına yapılan bu gibi gösterilerin, günahı/suçu engelleyeceği ve toplum yanlısı normları ve sonuçta toplum yanlısı davranışları inşa edebileceği varsayılabilir.
Gerçekten de tam olarak bunu ileri süren çalışmalar vardır. Grup normlarında ezilenlere yardım etmek varsa, grup üyeleri, diğerlerini saldırılara karşı koruyacaktır. Hoşgörü norm olduğunda, grup dışındakiler için bile, grup üyeleri ne kadar cömert olduklarını göstermek için yarışacaklardır.
Bu durum, belirli olaylara tepki ve algısal çerçeve oluşturmak için meydana getirilmiş iskelettir. Dolayısıyla, erdemlilikle ilgili gösteriler elbette dış grup için cömertlik oluşturabilecektir.
Fakat dış grubun günahkâr/hain olarak görüldüğü durumlarda gösteriler, daha çelişkili etkilere sebep olabilir. Erdemli olmaktan sorumlu tutulduğumuzda, dış grup tehdidi daha ciddi bir hâl alır.
Var olmak için ötekini yoketmek ve soykırımlar
Diğer yandan, dış grup tehdidini ortadan kaldırarak kendimizi savunmak, bunun anlamı dış grubu ortadan kaldırmak olsa dahi, daha kabul edilebilir hâle gelir.
Bütün taşlar yerli yerine oturduğunda, soykırımın nasıl kutlanacak bir şey hâline geldiğini görmek kolaydır. ‘Onların’ ‘bizden’ olmadığı ve ‘bize’ karşı oldukları tanımlandığında ve ek olarak, bizim iyiyi temsil ederken onların kötüyü temsil ettiği bir dünya yarattığımızda, onları mağlup etmek–gerekiyorsa imha etmek–erdemi koruma konusuna dönüşür.
Böylece masumların katliamı kutsal ayin statüsüne gelmiş olur. Bu ahlak evreninde, öldürenler ahlaki olarak güçlü, öldürmeyenler ahlaki olarak şüphelidir.
Robespierre bunu şöyle ifade eder: ‘İnsanlığı ezenleri cezalandırmak merhamet; onları affetmekse barbarlıktır’. Tabii ki bu ifadenin politikası ‘insanlığı’ kimin yorumladığına ve ‘onu ezenleri’ kimin yorumladığına göre değişecektir.
Gerçekten de şiddetin ardındaki psikolojik süreçleri anlamayı amaçlayan araştırmacılar, yanlış yola/yollara yönlendirilerek yanıltılmıştır. Öldürme olgusunun ihmalden/dikkatsizlikten kaynaklanmadığını vurgulamak gerekir. Zira şiddet, doğru olanı yapmak olarak kutlandığı zaman kabul edilebilir/doğal hâle gelir.
İnsanlar; grupları, onları dışlamanın, ya da yalnız bırakmanın zarar verici olabileceğini düşünmeden tanımlayabilirler. Bu bağlamda, tehdidi tanımlamak daha tartışmalı olabilir, ama iç grubun erdemliliğini kutlamak, tümüyle olumlu görülür.
Fakat bir kimyasal reaksiyondaki gibi, her bir unsur yalnız bırakıldığında zararsız olabilir; ancak bir araya geldiklerinde büyük bir patlamaya sebep olabilmektedirler.
Bu, sadece tehlikeyi fark ettiğimiz ve tamamlayıcı unsurların
sonuçlarını önceden fark edemeyebileceğimiz böyle bir sürecin en uç noktasıdır.
Kendimizi ve diğerlerini tanımlarken, kapsanan süreçlerin gayretli bir şekilde farkında olmamız gerekmektedir. Böylesi dehşet verici ve trajik bir sona dönüşebilecek tanımlamalara büyük bir özenle yaklaşmalıyız.
Şiddet, diğerlerini nasıl tanımladığımızdan ziyade, kendimizi nasıl tanımladığımız ile ilgilidir. Ayrımcılık, düşmanlık üzerine düşündüğümüzde gözümüz açıkça dış grubun nasıl görüldüğüne odaklanır. Bu sebeple, kendimizi savunma, dış grubun olumsuz özelliklerine karşı korumak üzere tasarlanır.
İç gruba yönelik tanımlamalarımızın, haklarını alan için önemli olduğunu ve iç grup erdemiyle ilgili tanımımızın da dış gruba zarar vermek için kaçınılmaz olduğunu neredeyse tamamen reddetmekteyiz.
Bu nedenle, bakışlarımızı başka yöne çevirmek ve diğerlerine yönelik davranışlarımızda kendimizi nasıl algıladığımızın merkezi bir önem arz ettiğini görmek; siyasetçiler, psikologlar ve şiddet karşıtı olanlar için hayati derecede önemlidir.
*SES Amed şubesi eşbaşkanı-Psikolog