Sınırın halleri

  • Kürdün topraklarını bölen “suni sınırlar”, söz ve dizelere dökülen 'sînor’, ‘tixûb', 'hidûd’dan çok daha önce vardı. Söze dökme eylemi daha geç bir dönemde başlar. Kürt (Kurmancî) şiirinde klasik ve erken modern dönem diyebileceğimiz aralıkta genel olarak ‘Kürdistan’ bir bütün olarak görünmesine rağmen ona dair imgeler romantiktir.

 

Mîrê Hêkan adıyla bilinen sanatçı Jamal Abdo’nun bir çalışması

İBRAHİM BULAK

 

Türkiye’deki Kürt örgütleri 70’li yılların ikinci yarısından sonra ‘Bağımsızlık’ ve ‘Sömürgecilik’ kavramlarını yoğun bir biçimde tartışmaya başladı. Hatta öyle ki Kürt örgütleri için Türk sol örgütlerinin bu iki kavrama Kürt bağlamında nasıl yaklaştıkları, Türk resmi ideolojisiyle aralarına nasıl bir mesafe koyduklarını anlamak açısından belirleyiciydi. 

1980 yılında 12 Eylül askeri darbesi ile Avrupa’da mültecileşen Kürt örgütleri, bu tartışmaları kendi yayınlarında sürdürmeye devam ettiler. PKK, 80 sonrası mülteci bir örgüte dönüşmemekte kararlıydı. Bu nedenle de 1982 güzündeki ikinci kongresinde aldığı kararla “ülkeye dönüş”ü başlatır. Bu karardan birkaç yıl sonra “ilk kurşun”un sesi duyulur. Bu sesin yankısı günden güne büyüyerek devam eder. “İlk kurşun”la beraber Kürtlerde “ulusal bilinç”  ve “düşman bilinci” edinme süreci de hız kazanır. Askeri karakolların vurulması da yetmiyordu artık. “Kafalardaki karakollar” da bir an önce yıkılmalıydı. Şairin dediği “Pasaporta ısınmamış içimiz” türünden hümanize edilmiş bürokratik bir mesele yoktu; “sömürgecilerin sınırları” vardı. Bu sınırlar zihinlerde somut ve belirgin bir hâl almadıkça da Kürtler alfabe, lehçe, ideoloji, din gibi kendi iç sınırlarını tartışmaya açamazdı.

2000 sonrası “sınırlarla sorunumuz yok” demeye başlayan Kürt siyaseti, ‘Roboskî’ ve ‘Kobanê’ gibi Kürtleri derinden sarsan sınır odaklı hadiseler yaşandığında da halkın duygularına yine sınırlar üzerinden hitap edecekti. Özellikle 2010 sonrası uzak ve gizemli diyarlar gibi görünen ‘Şengal’ ve o zamana kadar daha çok ‘Binxet’, ’Küçük Güney’, ‘Güneybatı’ gibi adlarla anılan ‘Rojava’nın her parçadaki Kürt toplumunun gündemine girmesiyle Kürtlerdeki ulusal duygular belki de hiç olmadığı kadar pekişti. Bu değişim, Kürt siyasetini de kendi politik ve düşünsel meşrebine uygun bir pozisyon almaya zorladı. 

Sınır, farkında olma hâlidir. 

***

Kürdün topraklarını bölen “suni sınırlar”, söz ve dizelere dökülen ‘sînor’, ‘tixûb’, ‘hidûd’dan çok daha önce vardı. Söze dökme eylemi daha geç bir dönemde başlar. Kürt (Kurmancî) şiirinde klasik ve erken modern dönem diyebileceğimiz aralıkta genel olarak ‘Kürdistan’ bir bütün olarak görünmesine rağmen ona dair imgeler romantiktir. Fakat 70’li yılların ikinci yarısından sonra “sınırdaki asker”i gösterecek kadar gerçekçi fragmanlar sunar. Şiire göre daha geç gelişim gösteren Kürtçe nesirde de ‘sînor’, hem ismiyle hem varlığıyla edebiyat için iyi bir kaynaktır. Öyle ki ‘sînor’ ismiyle iki farklı roman çıktığı da oluyordu*. 

Sınır hikayelerinin son yıllarda artış göstermesinde bir yanıyla sınırın bir tarafında olmanın getirdiği tanıklık ve hikayelerle iç içe olmak, bir yanıyla da 80 sonrası Kürt örgütlerinde yer almış insanların “parçalar” arasında sürekli hareket halinde olmaları etkili oldu. Eşkıyalık ve kaçakçılıktan sonra mültecilik, gerillacılık gibi deneyimlerden dolayı ‘sînor’u daha iyi tanıdılar. İlerleyen yıllarda bu deneyimlerin yazarlık sürecine de önemli katkıları olacaktı. 

Sınır, bir geçiş hâlidir.

***

Kafkaslar’da yaşayan Kürtlerin edebiyatında ‘Rev’ (kaçış) ve ‘Nefî’ (sürgün) acı hatıralar ile hafızada yer tutmuş iki kavramdır. ‘Rev’, Êzîdî Kürtlerin Osmanlı topraklarında her şeylerini bırakıp ansızın yollara düştükleri toplu göçü ifade ederken, ‘Nefî’ sürgün anlamına gelip Müslüman Kürtlerin bugün Kızıl Kürdistan diye anılan, yıllardır yaşadıkları topraklardan Orta Asya’nın çeşitli bölgelerine zorla sürülmelerini anlatır. Fêrîkê Ûsiv’in ‘Rizayê Kurmet’ (Halaoğlu Rıza) şiiri ‘Rev’den geriye kalan trajik bir sınır öyküsünü barındırır. Fêrîkê Ûsiv, bir modern zaman dengbêji gibi şahit olduğu olayı unutulmaz kılmak için bir destan yazmıştır. Şiirde hem dili ustalıkla kullanması hem de olayı teatral bir anlatıma büründürmesi Fêrîkê Ûsiv’ın övülmeye değer bir özelliğidir.
Fêrîkê Ûsiv’in ‘Rizayê Kurmet’ şiirinde** Kurmancî şiirdeki merkezi sınır anlatımı dışında farklı bir sınır hikayesi karşımıza çıkar. Bu kez “sınırdaki asker”, Türk, Fars veya Arap değildir. ‘Sînorçîyo’dur. ‘Sînorçîyo’ seslenişinde Kürde ait olmayan bir şeyler ilk bakışta sezilir. Sînor-çî-yo, nerden bakılırsa bakılsın Kürde yabancı bir hâldir. Türkçede bir yapım eki olan ‘çi’ ve Kürtçede informelliğe de gönderme yapan, aynı zamanda eril için kullanılan vokatif bir ek olan ‘-(y)o’nun ‘sînor’ ile birleşiminden ibaret dilin melezliği ile sınırlı bir yabancılık değildir.

Xezal, yıllarca küçük Rıza ile birlikte yüzü sınıra doğru kardeşlerinin adını söyler. Xezal, Fêrîk’in ‘Rev’ esnasında Sovyet topraklarına geçemeyen halasıdır. Kardeşlerden bir tek Xezal kalmıştır sınırın diğer tarafında. Êzîdî Xezal, bir Müslüman Kürtle evlenmek zorunda kalır. O evlilikten Rıza adında bir çocuğu olur. Xezal kardeşlerini unutmaz. Onlardan bir haber alabilmek umuduyla her seferinde sınır kapısındaki devlet görevlisine, yani ‘Sînorçîyo’ya Kürtçe seslenir. Fêrîk’in şiirinde bu görevlinin adı ‘Baroz’dur. Şiirden Kürt olabileceğine dair tam bir çıkarımın yapılamayacağı bu kişiye, Xezal’ın kardeşlerine haber vermediği için sitem edilir. Annesinin elinden sımsıkı tuttuğu Rıza zamanla büyür ve ölmeden önce Xezal’ın seslenişini sınırın öte tarafına ulaştırmak için yollara düşer. Erivan’a ulaştığında ne Xezal hayattadır artık ne de Xezal’ın kardeşleri. Kardeş Ûsiv, ölmeden önce Rıza’dan gelen mektupla Xezal’ın öldüğünü öğrenebilmiştir ancak. Erivan’a yetiştiğinde Ûsiv da ölmüştür. Rıza, dayı ve teyzelerini ancak mezarlarında ziyaret edebilir. Rıza bir daha dönmek üzere tekrar sınırın öte tarafına geçer. Fakat sözünü tutamaz. Akrabalarının yanına bir daha dönemeden ölür.

Kim bilir belki, Şengal’de bir günde hayatı değişen bir Xezal da şimdi, bir yerlerde kardeşlerinin adını sayıklıyordur. 

Sınır, bir seslenme hâlidir.


* ’Sînor’ adıyla iki Kürtçe (Kurmancî) roman vardır. Xurşîd Mîrzengî’nin romanı 2005 yılında Komal yayınlarından ve mahpus yazar Menaf Osman’ın romanı ise 2018 yılında Aryen yayınlarından çıkmıştı.  
** Kendisi de Serhatlı olan yazar Rohat Alakom’un şiirin yorumu ile beraber Êzîdî Kürtlerin Kars’tan göçüne dair bilgilere yer verdiği yazısı için bkz. https://diyarname.com/news.php?Idx=2930

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.