Sol 21. yüzyılı neden kadın eksenli ele almalı?

Hindistan’da gerilla savaşı veren Maocular, Halkın Kurtuluşu Gerilla Ordusu savaşçıları. Daha çok Naksalit Maocular olarak bilinirler. Naksal veya Naksalit, 1969’da Kolkota’da kurulan Hindistan Komünist Partisi’nin (Marksist-Leninist) mirasını sahiplenen siyasi örgütlerin üyelerine denilir. Miras çünkü ardından çok sayıda bölünme yaşandı ve günümüzde Hindistan’da yaklaşık 40 ayrı Maocu veya Marksist-Leninist parti bulunuyor. Bunlar arasında en büyük olanı ise Hindistan Komünist Partisi (Maocu). Naksal kelimesi ise, 1967’de çiftçilerin ayaklandığı Batı Bengal’deki Naksalbari köyünden geliyor.
Maocu gerillaların veya Naksalit, yani radikal sol Maoculuğun etkin olduğu bölge, Hindistan’ın ortası. Ülkenin güneyindeki Bengaluru kentinde ise daha farklı komünist akımlar geçtiğimiz günlerde düzenlenen Kadın Kurtuluşu konulu Uluslararası Çalıştayda bir araya geldi. Kürt kadın hareketi olarak böylece farklı akımlardan siyasi temsilcilerle, özellikle de kadınlarla tartışma imkanını bulduk.
PKK’nin öncü kadın şehidi Sakine Cansız ve geçen sene Hindistan’da faşistlerin katlettiği Gauri Lankesh’e adanan çalıştayın kararı, 2016’da Nepal’de düzenlenen 2. Dünya Kadınlar Konferansı’nda (DKK) alınmıştı. Bu kararın alınmasında, DKK bileşeninin çok daha yoğun bir biçimde teorik ve ideolojik olarak kadın kurtuluşu ile ilgilenmesi gerektiğini ifade eden Kürt kadın hareketi temsilcilerinin konuşmaları belirleyici olmuştu. Çalıştayın kendisinde de en fazla ilgi gören, Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketinin hem pratik deneyimleri hem de ideolojik tespitleri ile kavram ve kuramları oldu.
Fakat önemle ele alınması gereken bir çelişki de kendini gösterdi. Kürt kadın hareketinin sunumunda kadın sorunu merkeze alındı ve kadın tarihteki ilk sınıf olarak tanımlandı. Avrupa’dan, özellikle Almanya’dan gelen Marksist-Leninist kadınlar ise Kürt Özgürlük Hareketinin kadın kurtuluşu konusunda sağladığı kazanımları vurgularken, temel sorunun ataerkillik değil emperyalizm olduğunu ısrarla dile getirdi.
Çalıştaylar veya teorik seminerlerin amacı, tartışmadır. Hatta bu çalıştayda ortaya çıkan sonuçlardan biri de, DKK zemininde daha fazla ideolojik-teorik tartışma koşullarının yaratılması gerektiğiydi. Fakat üç günlük tartışmalara bakıldığında dikkatimi çeken bir nokta, Kürt kadınları yanı sıra Asya veya Afrika’dan gelen kadınlar yaşadıkları sorunları ağırlıkta ataerkil saldırılar çerçevesinde anlatırken, Avrupalı delegelerin ise ısrarla işçi sınıfının emperyalizme karşı mücadelesini vurgulaması, hatta kadın-erkek eşitliğinin şartlarının ancak sosyalist bir toplumda oluşabileceğini belirtip aslında kadın sorununun çözümünü ‘devrim sonrası’ bir tarihe erteletmesiydi.
Bu argümanlar bilinmeyen argümanlar değil ama 21. yüzyılın ilk çeyreğinde dünyanın dört bir yanında kadına yönelik ataerkil saldırılar yükselirken “esas düşmanımız ataerkillik değil emperyalizmdir” ısrarı, hem kapitalizm ile ataerkillik arasındaki organik bağı görmemek hem de katı bir dogmatizmden kaynağını almaktadır.
Mesele sınıf mücadelesini veya emperyalizme karşı direnişi ötelemek değil. Kaldı ki kadın ve sınıf sorunları birbirinden bağımsız ele alınamaz zaten. Kürt Özgürlük Hareketinde de cins ve sınıf mücadelesi hep içiçe ele alınıp yürütüldü. Fakat Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 20. yüzyılın sonunda yaptığı “21. yüzyıl kadına dayalı partileşmenin yüzyılı olacaktır” biçimindeki tespiti, özellikle de komünist partiler tarafından incelenip anlaşılmalıdır. Bu tespitin ardında 19. ve 20. yüzyıl devrimleri ve devrimci hareketlere yönelik hangi analizler saklı? Belki de geniş zeminlerde dünyanın dört bir yanından devrimci hareketlerle bu konuyu birlikte tartışmaya ihtiyaç vardır. Eminim böylesi bir tartışmadan çok güçlü sonuçlar çıkar.
Hindistan’a dönecek olursak; özellikle de Asya kıtasından komünist parti ve örgütlemelerle yaptığımız tartışmalarda çok daha açık, dogmatizmden daha az etkilenmiş, dolayısıyla eleştiri ve özeleştiriye de daha açık bir yaklaşım gördük. PKK öncülüğündeki Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin hem ideolojik-politik tespitleri hem de somut mücadele biçimlerine karşı ilgileri çok büyüktü. Özellikle de paradigma değişikliğinin kendisi, ona götüren süreç, temel referans ve argümanları merak ediyorlardı. Daha fazla öğrenme-anlama isteklerini ifade ettiler. Tabii burada taban örgütü olmanın, doğrudan pratik mücadele yürütmenin beraberinde getirdiği bir kardeşlik-yoldaşlık duygusu da var. Yani karşılıklı olarak birbirini somut tecrübelerden ötürü de anlayabilmek, hissedebilmek.
Küresel güneyde yürütülen mücadeleler, yaşanan sıkıntılar, tıkanmalar ama bununla birlikte arayışlar çok sık gündeme gelmezse de odağı daha fazla bu yöne çevirmekte fayda vardır. Hem ufkunuz hem de ruhunuz mutlaka genişleyecektir.
