Sömürgecilikle hesaplaşma direnişi: 14 TEMMUZ

Haberleri —

14 Temmuz 1982, PKK önder kadrolarından M.Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’in, Amed zindanlarındaki vahşet derecesine varan baskı, zulüm işkencelere, Kürt’ü yok saymaya karşı başlattıkları Büyük Ölüm Örucu’nun tarihi. 12 Eylül askeri faşist cuntasının Kürt Özgürlük Hareketi’ni yok etmeyi amaçladığı bir dönemde Amed zindanları özel olarak faşizmin ‘uygulama’ alanına dönüştürüldü. Amed zindan direnişine aktif katılan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu ile Amed zindan direnişinin büyük zafer eylemi 14 Temmuz Direnişi ve bu direnişin etkileri üzerine konuştuk.


12 Eylül askeri faşist rejiminin temel amacı neydi? O dönemde Amed zindanlarının baskı ve zulmün merkezi seçilmesinin nedeni sizce nedir?

12 Eylül askeri faşist darbesi esas olarak iki nedenden dolayı gerçekleşmiştir. Birincisi, Kürt Özgürlük Hareketi’nin Kürdistan’da önemli gelişme göstermesidir. Çünkü Türk devleti 1930’da Ağrı Dağı direnişini ezdikten sonra bir gazetede çıkan karikatürde olduğu gibi “Hayali Kürdistan burada meftundur” düşüncesindedir. Türk devleti Kürtlerin direnişini kırdığını, Kürt’ün, Kürdistan’ın artık ortadan kalktığını, bir daha dirilemeyeceğini düşünmektedir.
İşte böyle bir zihniyete sahip bir devletin sınırları içinde 1970’lerde Kürdistan’da büyük bir kıpırdanma ortaya çıkmıştır. Bu dönem aynı zamanda Türkiye’de devrimci gençlik hareketinin, devrimci demokratik hareketin yükselişe geçtiği dönemdir. Dünyada da Vietnam ulusal kurtuluş savaşının geliştiği ve başarıya ulaştığı dönemdir. İşte bu dönemde Apocular tarih sahnesine çıkmıştır. Kısa sürede Kürdistan’da gelişmeye ve Antep, Urfa, Mardin, Dersim, Serhat, Batman, Amed, Bingöl alanlarında kendi varlığını hissettirerek etkili olmaya başlamıştır. Urfa’da, Hilvan-Siverek’te halka zulüm yapan ağalar, aşiretlere karşı direniş geliştirmiştir. Kürdistan’da faşistlere karşı mücadele yükseltilmiştir. Türk devletinin, ordusunun, polisinin, siyasi sömürgeciliğinin etkisi kırılmıştır. Öyle ki, hem Kürdistan’da hem Anadolu ve Trakya’da yönetemez hale gelen Türk devletinin otoritesi sarsılmıştır.
İşte bu nedenle NATO’nun da, Batı’nın da desteğiyle Türkiye ve Kürdistan’da gelişen devrimci hareketi tamamen ezmek, boğmak amacıyla askeri darbe gerçekleşmiştir. Bu darbenin önemli amacından birisi Kürdistan’da Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek, boğmaktı. Kürdistan’da gelişen Kürt uyanışının, Özgürlük Hareketi’nin öncüsü de Önder Apo liderliğindeki PKK’ydi. Askeri faşist darbe gerçekleşir gerçekleşmez derhal Kürdistan’ın tümü bir zindan haline getirilmiş, on binlerce, yüz binlerce insan gözaltına alınmış; binlercesi de zindana atılmıştır. Sadece PKK kadroları değil, PKK sempatizanları değil, PKK’ye merhaba diyen, ekmek veren herkes zindanlara atılmıştır. Böylelikle PKK’den hiçbir iz bırakılmamak istenmiştir. Böylece de PKK sanki hiç ortaya çıkmamış gibi Kürdistan’da, Kürt toplumunda etkisi kırılacaktır. İşte bu nedenle Amed zindanı baskı ve zulmün pilot merkezi olarak seçilerek özel bir planlamayla tutsaklar üzerinde baskı ve zulüm yapılmıştır. Öyle ki Amed zindanındaki durumu, dönemin kol ordu komutanı ya da komutanları tarafından an an izlenirken aynı zamanda da cuntaya sürekli rapor verilmiştir. Böylece zindanda PKK tutsaklarının durumunun ne olduğu, hangi noktaya geldiği, getirildiği bu raporla devlet tarafından anlık olarak takip edilmiştir.

14 Temmuz direnişini koşullayan dönemin siyasal ve toplumsal şartları nasıl ele alınabilir?

14 Temmuz direnişinin olduğu süreçte Kürdistan’da askeri faşist cunta tümden hakimdir. Ve askeri faşist darbeye karşı bir direniş yoktur. Türkiye’de 11 Eylül’de güçlü olan Türkiye devrimci demokratik hareketi 12 Eylül askeri faşist darbesinden kısa bir süre sonra sanki böyle gücü yokmuş ya da olmamış gibi sessizliğe bürünmüştür. Bu nedenle de faşist askeri darbe hiç bir engelle karşılaşmadan çok hazırlıklı ve planlı gelmiş, tüm devrimci gruplara karşı, devrimcilerin etkili olduğu mahallelere, fabrikalara, okullara, her tarafa yönelik şiddetli bir terör estirmiş, kadrolar tutuklanmış, en ufacık bir direniş emaresini şiddetle ezmiştir.
Kürdistan’da da Türk devleti Türkiye’dekinden daha fazla, daha şiddetli bir terör, zulüm düzeni kurmuştur. Türkiye tamamen kapalı bir zindana çevrilmiş, toplum nefes alamaz hale getirilmiştir. Türkiye’deki devrimci demokratik hareketin kolayca ezildiği bu koşullarda Kürt Özgürlük Hareketi de daha 1980 askeri faşist darbesi öncesinde ağır saldırılarla karşı karşıya kaldığı için yurtdışına çıkıp orada hazırlık yaparak mücadeleyi daha da geliştirmeyi hedefliyordu. Ancak hazırlıklar tam yapmadan 12 Eylül askeri faşist darbesi gerçekleşti. Diğer Kürt grupları 12 Eylül askeri faşist cuntası gelir gelmez, artık mücadele edilmez diyerek tümden mücadeleyi bırakmışlardır. Ya kapağı Avrupa’ya, metropollere atmışlardır ya da sempatizanlar da dahil sanki önceden hiçbir siyasal harekete bulaşmamış gibi tümden kabuğuna çekilmiştir.
Tabii ki bu askeri faşist darbe bu süreçte Avrupa, NATO, ABD tarafından desteklenen bir harekattı. Türkiye’de herhangi bir siyasal kıpırdanış olmadığı gibi, Kürdistan’da Kürt halkı üzerinde faşist terör estirilirken, bu Türkiye’deki askeri faşist darbeye ve Kürdistan’daki zulme karşı dünya sessiz kalmıştır. O dönemde Türkiye’nin siyasal koşulları bu durumdadır. Türkiye’deki devrimci hareketlerin örgütleri zaten dağıtılmıştır. Bunun sonucu toplum da sindirilmiştir. Hatta askeri faşist cunta bu baskı ortamında kendi propagandasını daha fazla yaparak darbeye meşruiyet yaratacak bir algı yaratmıştır. Kendi baskılarını meşrulaştıran bir düşünce ortamı ortaya çıkarmıştır.

14 Temmuz direniş öncesi zindanda durum neydi? 14 Temmuz’u şekillendiren baskılar, koşullar nelerdir? Direnişin bu kadar büyük olmasını sağlayan zindan koşulları, Kürdistan’ın durumu ve düşmanın yaklaşımını nasıl değerlendirebilirsiniz?

14 Temmuz direnişini yaratan koşulları izah etmek önemlidir. 14 Temmuz 1982’de Türkiye’de Türk halkı, Kürdistan’da Kürt halkı büyük sessizlik yaşamaktadır. 12 Eylül faşizmi halk üzerinde, toplum üzerinde ağır bir baskı uygulamaktadır. Öyle ki, bir daha Türkiye’de egemen güçlere karşı Kürdistan’da kültürel soykırımcı egemenliğe karşı hiç kıpırdanış olmasın istemektedir. Bu nedenle de Diyarbakır zindanında PKK tutsakları şahsında Kürt Özgürlük Hareketi zindanın betonlarına gömülerek Kürt halkının umudu tümden ortadan kaldırılmak istenmiştir. Bu nedenle de zindanda özellikle PKK tutsakları üzerinde insanın aklına-hayaline gelemeyecek, havsalasının alamayacağı çok ağır baskı, işkence ve zulüm uygulanmıştır. Öyle ki, 24 saat kesintisiz solunan hava bile işkence haline getirilmiştir. Fiziki işkence çok ağır olduğu gibi, bunun yarattığı psikolojik baskı daha da ağırdır. Gerçekten o zindan havasının kendisi bile işkencenin ağırlığını taşımaktadır. Nazım’ın bir şiirinde “Hava kurşun gibi ağırdır” cümlesi vardır. Hava Amed zindanında işkencenin ağırlığını taşıdığı için de insanlar nefes alamaz durumdadır. Mahkemeye gitmek işkencedir, mahkemede kalmak işkencedir, dönüş işkencedir. Avukatlarla yapılan görüşme anı ve dönüş işkencedir. Aile görüşlerine gitmek işkencedir, görüşme anı işkencedir, dönüşü işkencedir, hastaneye gidip gelmek işkencedir, hatta hastanede kalmak işkencedir. Koğuşlarda yaşamın her anı, her saniyesi işkencedir. Zabahtan akşama kadar tutsaklar ya koğuşlarda ya da havalandırmada askeri marşlarla yürütülmektedir. Öyle ki tutsaklarda her an işkence göreceklermiş duygusu yaratılmaktadır. Zaten her an bir tutsak mutlaka diğer tutsakların yanında işkence görmektedir, acı çekmektedir. Yemek anı bile işkencedir. Uyku zamanı işkencedir, yatma bile işkencedir. Tutsakların üzerinde böyle ağır bir baskı vardır.
Bu baskıyla tutsaklar işkence dışında başka şey düşünemez duruma getirilerek itirafçı yapılmaktadır. İşte bu şekilde siyasi kimliğinden uzaklaşarak, tümden gördüğü acılardan kurtulmak isteyen, acı görmemek için çaba gösteren ya da itirafçılık yapan bir siyasi tutsaklık gerçeği, zindan gerçeği ortaya çıkarılmıştır. Zaten mahkemelerde PKK’li tutsaklara söz verilmemektedir. Tamamen askeri faşist cuntanın isteğine göre kişiliklerin yaratılmasının amaçlandığı bir yer haline getirilmeye çalışılmıştır. Ama PKK’nin Önder kadroları bu durumun kabul edilemeyeceğini, buna karşı bir direniş gösterilmesi gerektiğini düşünmüşlerdir. Aylarca bu durumu tartışmışlardır.
İşkencelerin yoğun başladığı bir dönemde 1981’de yine Kemal ve Hayri’nin öncülük ettiği bir ölüm orucu gerçekleşmiş, ama başarılı olamamıştı. Bunun arkasından Diyarbakır zindanında işkenceler daha da ağır hale gelmişti. PKK tutsakları şahsında Kürt Özgürlük Hareketi’ni tamamen bitirilerek halkın umudunun tümden kırılmak istendiği böylesi bir ortamda ilk önce Mazlum’un direniş kıvılcımını çaktı. Bireysel olarak 12 Eylül askeri faşist rejimine karşı tutumunu ortaya koydu. Daha sonra PKK kadroları Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık ve Mahmut Zengin, Haki Karer’in şahadet yıldönümüne denk gelecek biçimde kendilerini yaktı. İşte bu fedailik örnekleri sonucunda 14 Temmuz direnişinin yolu açılmıştır. 14 Temmuz direnişi, ölüm orucu kararı çok önceleri verilmişti. Ancak savunma aşaması beklenilmekteydi. Fakat savunma aşaması gecikince, Diyarbakır zindanında da işkenceler çekilemez hale gelince Temmuz ayındaki Urfa ana davasından önce ölüm orucu başlatma kararı alınmış, Urfa grubunun duruşmalarına başladığı Temmuz ayının 14’ünde de ölüm orucu başlatılarak Kürdistan’da yeni bir dönem açılmıştır. Böylece hem zindanda, hem Kürdistan tarihinde 14 Temmuz 1982’de yeni bir dönem başlamıştır.
Zaten bugün Diyarbakır zindanında işkencelerin ne kadar yoğun yapıldığını herkes kabul etmektedir. Türkiye Başbakan’ı bile “duvarlara dili olsa da konuşsa” diyerek, Amed zindanında yapılan işkenceleri anlatmak istemiştir. Kuşkusuz şimdi herkes Diyarbakır zindanında işkencenin ne kadar yoğun olduğunu anlatıyor; fakat bu işkenceler niye yapıldı, bunlar ayrıntılarıyla ortaya konulamıyor. Yine bugün bu işkencelerin bu kadar teşhir olması, bu kadar lanetlenmesinin nasıl gerçekleştiği de ortaya konulmuyor. Eğer direnişler olmasaydı bu işkenceler bugün ya unutulacaktı, ya normalleşecekti. Veya bu işkenceler sonucunda Diyarbakır zindanında PKK teslim olmuş, tasfiye olmuş, Kürt Özgürlük Hareketi Diyarbakır zindanında öldürülmüş, yok edilmiş, tasfiye edilmiştir denilerek, askeri cuntayı öven-takdir eden bir gerçeklik ortaya çıkacaktı. Ama gerçekleşen büyük direnişler buna izin vermemiş; 12 Eylül’ün Diyarbakır zindanı şahsındaki vahşi yüzü açığa çıkarılarak insanlık dışı karakteri teşhir edilmiştir. Ama şimdi bu direnişi ve direnişin sahipleri anlatılmadığı gibi, bu direnişin sahipleri 1980’li yıllarda da, 90’lı yıllarda da en kötü biçimde topluma ve dünyaya tanıtılmaya çalışılmıştır. Hala da Türkiye bu politikadan vazgeçmiş değildir.

Amed zindanı direnişinde Mazlum Doğan’la başlayan ve büyük ölüm direnişiyle zafere ulaşan tarihi eylemlilik sürecinde 14 Temmuz halkası nasıl bir anlam ifade etmektedir?
Kuşkusuz Amed zindan direnişi en azından kıran kırana dört yıl sürmüştür. Baskılar karşısında 1980’de başlayan ve 84’ün ortalarına kadar süren büyük bir zindan direnişi vardır. Ama Diyarbakır zindan direnişi denildiğinde esas olarak 14 Temmuz direnişi akla gelmektedir. Daha doğrusu 14 Temmuz direnişi, zindandaki bütün direnişlerin toplamı, onları temsil eden, onların bütününü ifade eden bir karaktere sahiptir. Kuşkusuz 1981’de aylarca süren büyük bir direniş vardır. Yine o zaman gerçekleşen 45 günlük ölüm orucu vardır. Hiçbir kurala uymadan şehit düşen Ali Erek (Küçük Cin Ali) yoldaşımız vardır. Bir Türk arkadaştır ve ilk direnişte 1981’in Mayıs ayında şehit düşmüştür. Yine bu dört yıl içinde onlarca tutsak şehit düşmüştür. Tabii bu direnişin kıvılcımını yakan Mazlum yoldaş olmuştur. Yine 17 Mayıs’ı 18 Mayıs’a bağlayan gece 33. Koğuşta kendilerini yakarak bu kıvılcımı harlandıran Dörtler vardır. Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık ve Mahmut Zengin arkadaşlar da 14 Temmuz direnişinin temel hazırlayıcılarındandır. Ya da Heval Mazlum’la çakılan kıvılcımı harlandırarak büyük 14 Temmuz direnişinin daha güçlü bir biçimde gelişmesini sağlamışlardır.
14 Temmuz, çok ağır koşullarda, zor koşullarda kesinlikle 12 Eylül askeri faşist cuntasının amaçlarını tümden boşa çıkarmak isteyen bir nihai hesaplaşma eylemidir. PKK ile 12 Eylül askeri faşist cuntasının ya da 12 Eylül askeri faşist cuntasının temsil ettiği kültürel soykırımcı sömürgecilikle bir hesaplaşma direnişidir. 12 Eylül’ün Kürdistan’ı bitirme saldırına karşı Kürt’ün özgür ve demokratik yaşamını, özgürlük umudunu savunma eylemidir. Bu yönüyle tarihi hesaplaşmadır; tarihi bir muharebedir. Çünkü öyle bir uygulama, öyle bir amaç vardı ki, tüm tutsaklar itirafçılaştırılacak, böylelikle halkın umudu kırılacaktı. O güne kadar büyük iddia sahibi olan kültürel soykırımcı Türk sömürgeciliğine meydan okuyan PKK’nin Önder kadroları ve tüm kadroları teslim alınmış olacak, böylelikle bu halka “Türk devletine ve Türk devletinin sömürgeci politikalarına karşı direnilmez, direnmek mümkün değildir” algısı, anlayışı yerleştirilecekti. En fazla iddialı olan, dünyaya meydan okuyan, Kürdistan’daki sömürgeciliği ortadan kaldıracağını söyleyen bir hareket teslim olmuş, amaçlarından vazgeçmiş bir noktaya getirilerek Kürdistan’ı özgürleştirme, bağımsızlaştırma iddiasının hayal olduğu bir daha Kürdistan’a gösterilecekti. 1939’da Ağrı direnişinin bastırılmasında yapılan karikatürde olduğu gibi “Kürdistan burada meftundur”, denilecekti. Yani hayali Kürdistan’ın Diyarbakır zindanlarına tamamen gömüldüğünü, bir daha ayağa kalkamayacağını söyleyeceklerdi.
İşte 14 Temmuz direnişçileri Türk sömürgeci devletinin bu amaçlarını görmüştür. O nedenle de kendi konumlarının o anda ya tarih içinde çok olumsuz bir rol oynayacağını, tarihin lanetli kişileri haline geleceklerini ya da direnerek bu uğursuz amacı boşa çıkararak halka ve tarihe karşı görevlerini yerine getireceklerinin bilinciyle hareket etmişlerdir. Bunun derin bilinciyle 14 Temmuz direnişini başlatmışlardır ve sonuna kadar gözlerini kırpmadan yaşamlarını vererek Diyarbakır’daki zulmü yerle bir ederek direnişi zaferle taçlandırmışlardır. 14 Temmuz direnişi kendi şahsında 12 Eylül faşizmini de yenmiş, zindandaki baskıları da boşa çıkarmış, Önder Apo öncülüğündeki PKK gerçekliğinin, PKK kadrolarının, militanlarının zor koşullarda da olsa başarabileceklerini göstermiştir. Bu bakımdan 14 Temmuz direnişi Diyarbakır zindanında gerçekleşen ve başarıya ulaşan zindan direnişinin zirvesidir, hem de zafer kazanmış 12 Eylül faşizmini zindan şahsında başarısızlığa uğratmış zirvesidir. 14 Temmuz direnişini böyle anlamak ve anlamlandırmak gerekmektedir.

14 Temmuz direnişi 12 Eylül dönemindeki diğer zindan direnişleri üzerinde nasıl bir etki yarattı?

 14 Temmuz direnişi hem Amed zindanındaki duruşları hem de diğer cezaevlerindeki duruşları doğrudan etkilemiştir. Yine Türkiye cezaevlerini etkilemiştir. Bu yönüyle de zindanlardaki direnişi çok kararlı, kırılmaz, güçlü hale getiren 14 Temmuz direnişidir. 14 Temmuz direnişi, o güne kadar zindanlarda uygulanan uygulamaları kırdığı gibi, o uygulamaları tersine çevirerek daha güçlü bir direnişe, daha güçlü bir duruşa vesile yapmıştır. O zamana kadar yapılan baskı ve zulmün intikamı alınırcasına, faşist zihniyetin yerle bir edilmesi, yenilgiye uğratılması duygusunu geliştiren 14 Temmuz direniş ruhu başta Diyarbakır zindanı olmak üzere dalga dalga bütün Kürdistan’daki ve Türkiye’deki cezaevlerine yayılmıştır.
Diyarbakır zindanındaki etkisini hemen göstermiştir. O güne kadar itiraf yapan iki yüze yakın insan vardır, bunların hepsi itiraflarını geri almışlardır. Artık baskılar sürse de eskisi gibi etkili olmamaktadır. Bu açıdan zindanları 14 Temmuz öncesi ve sonrası olarak değerlendirmek gerekir. Diyarbakır zindanında durum tamamen tersine dönmüştür. Artık insanlar eskisi gibi devletin baskılarına boyun eğmemektedir. O güne kadar zulümle, baskıyla insanların duyguları, düşünceleri kırılmak istenirken, artık düşmana inat tüm tutsaklarda özgürlükçü, direnişçi ruh daha da gelişmiştir. Örgüte bağlılık daha da gelişmiştir. Hatta herkes “yeni bir direniş olsun da, bir direniş gerçekleşsin de ben de kendimi ortaya koyayım, ben de bu direnişte yer alayım” biçiminde bir ruh hali içine girmiştir. Tabii ki 14 Temmuz direnişçiliği duyulduğunda bütün diğer zindanlarda benzer bir ruh hali yaşanmıştır. Artık işkenceler insanlar üzerinde etkili olamamaktadır. İşkencelerin öyle tutsakları teslim alma, tutsaklar şahsında PKK’yi, Kürt Özgürlük Hareketi’ni zindanlara gömme etkisi kalmamıştır; bu rolü bitmiştir. Bu yönüyle Diyarbakır zindanı dışındaki tutsaklarda da direnişçi karakter gelişmiştir. Bu önemlidir.
Tabii ki bu direniş diğer zindanları da etkilemiştir. Türkiye’deki zindanları da etkilemiş, artık zindanlarda yeni bir duygu ortaya çıkmıştır. Bunun sonucu 1984 yılında Metris’te de bir ölüm orucu başlamış ve dört direnişçi kahramanca şehit düşmüştür. Daha sonra Türkiye zindanlarında gelişen ve şehit düşen onlarca devrimci vardır. Eğer 1980’den bu güne on binlerce, yüz binlerce insan tutuklanmış, zindanlara atılmışsa ve buralarda zindan politikaları tümden amacına ulaşamamışsa, bunun altında yatan temel etken 14 Temmuz ruhudur, duygusudur.   Kuşkusuz zindandaki uygulamaların kısmi belirli etkileri olmuştur, olmaktadır. Bir kısım zindana girip-çıkanlar daha sonra siyasal mücadele içine katılmamışlardır. Ama eğer 14 Temmuz direnişi olmasaydı, bu büyük direniş gerçekleşmeseydi zindanların Türkiye ve Kürdistan’daki etkisi daha fazla olurdu. Zındanlar tamamen devrimci hareketlerin iradisini kırma, bitirmenin yerleri olurdu. İşte 14 Temmuz’la birlikte buna son verilmiştir.
2012’de zindanlarda yüzlerce arkadaş ölüm orucuna girdiyse, binlerce tutsak büyük bir direniş gösterdiyse, bunu sağlatan tabii ki 14 Temmuz direnişçiliği ve 14 Temmuz direnişçiliğinin ruhuyla gelişen gerilla mücadelesidir. Zaten Önder Apo “14 Temmuz ruhu PKK’nin ruhudur” diyerek bütün direnişlerin mayasının 14 Temmuz ruhu olduğunu söylemiştir. Kürt Özgürlük Hareketinin, Apocuların çıkışında varolan bu ruh 14 Temmuz’da kendisini ispatlamıştır. Bu yönüyle bütün direnişlerin özünün, esasının, kaynağının 14 Temmuz olduğunu vurgulamak gerekmektedir. DEVAM EDECEK


AVAŞİN ADAR/ANF/BEHDİNAN

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.