Süngü ve Yara’nın çocuk gözleri


Soykırımda çocuk tanıklığı
Yusuf Baran Beyi, tanıkların anlattıklarını kayıt altına almak için epey emek sarf etmiş. Katliamın yaşandığı Dêrsim’in Xozat, Pûlûr, Mazgerd, Nazmiya, Pilemorî ilçeleri ile birçok yerinde çalışma yürütmüş. Görüşmelere katılan tanıklar, soykırımın yaşandığı dönemde henüz çocuk yaştalar. Gözlerinin önünde anne-babaları, kardeşleri ve yakınları katledilmiş, ardından sürgünün mağduru olmuşlar. Bununla da bitmemiş acıları, sürgün yıllarında yaşadıkları da oldukça zorludur. Tanıklıklar, hem Türkiye Cumhuriyeti’nin karanlık bir dönemini aydınlatması hem de soykırıma maruz kalmanın bıraktığı izleri anlamak açısından önemli.
Dinlemek bile acıydı
Yazar Beyi de, tanıkları dinlemenin üzerinde bıraktığı etkilerden bahsediyor. Kendisini derinden sarsan anılarla karşılaştığını belirten Beyi, şunları anlatıyor: “Dêrsim katliamını araştırdıkça insanı derinden sarsan anılarla karşılaştım. Bunlar belleğimde unutulmayacak, silinmeyecek izler bıraktı. Her tanığın anılarını empatiyle dinleyip zihnimde canlandırdıkça, bu dramı gerçekten yaşayanlar kadar acı duydum. Bu yüzden dinlenmesi insana ağır gelen bu anıların sözcüklere dökülmesi ve sonra da kitaba dönüşmesi hiç de kolay olmadı. Seksen yıl önce yaşanmış olsa da, böyle bir vahşetin gerçekleştiğini düşünmek bile inanılmaz geliyor insana.”
Soykırımdan yaralı kurtulan çocuk
‘Süngü ve Yara’ adlı kitapta, önemli bir nokta var. Tanıklar, soykırımda yer alan devlet yetkililerine karşı, sosyolojik ve psikolojik nedenlerden kaynaklı iyimser bakışı. Yazarın görüştüğü tanıkların ikamet yerleri farklı olmasına rağmen bu konudaki söylemleri benzeşiyor. Mağdurların bu söylemleri, Dêrsim soykırımının üzerini örtmek için gösterilen programlı ve sistemli çabaların sonucu.
Soykırımdan yaralı kurtulan bir mağdur şunları anlatıyor: “Elleri kolları bağlı onca insan, ölümlerini bekliyordu. Askerler içimizden çekilip uzağımızda durdular. Elleri ve kolları birbirine bağlı akrabalar dualar ettiler. Birden bir cayırtı koptu. Durmak bilmedi. Herkes düştü bir yere yığıldı bira. Asker geldi bu sefer başladı süngü dürtmeye. Benim elime kurşun gelmişti. Elimi ablamın başına koydum. O zaman kurşun değdi. Asker yanımda yatanı süngüyle dürttü. Ben gözümü kapattım. Sonra beni gördü. Daha ölü mü sandı, yoksa numara mı yaptım sandı bilmem. Sonra bacağımdan tuttu, suya fırlattı. Tetxal köyünün altlarına kadar gelmiştim.”
Dêrsim’in acısı unutulmaz
Aynı acıları yaşamış insanlar dağlara doğru yürüyorlardı. Dağlar, yollar ve hayat onları bekliyordu. Dêrsim’in dağları, köyleri, her bir parçası yaşanan acıların tanığıydı. Kurtulan çocuklar kimsesiz kalmış, farklı yerlerde büyümüşlerdi. Sağ kalan kardeşler başka ailelerin yanında büyüdüğü için ayrı ayrı soy isimleri almıştı. Bazılarına sürgün yolu düşmüştü. Kara vagonlar insan taşımıştı. Hatun isimli Dêrsimli kadının yaralarını tazelerken söylediği sözle bitirelim yazımızı: ”Dêrsim’in acısı unutulmaz, çok ağırdır. Ciğerimizi yaktılar, acıdan eridik. Dêrsim’in acısı ağırdır, unutulmaz benim babam, hiç unutulmaz.”
NİHAD GÜLTEKİN
