‘Tabuttan sonra yakılan ağıt anlamsızdır...’

Devlet, baskı politikalarını en şiddetli ve en seri biçimde cezaevlerinde hissetirmiştir. Siyasi tutsakların sindirilmesi ve etkisizleştirilmesinde Türk zindanları birçok özel savaş yönteminin denendiği kurumlar olmuştur.
Türkiye’de cezaevleri insanları yavaş yavaş öldüren şartlarla donatılmış ve bu amaçla inşa edilmiştir. Bir şiddet mekanizması temelinde örgütlenmiş olan devletin, şiddeti en üst düzeyde uyguladığı cezaevlerinde neredeyse bir kuşak kıyımdan geçirildi.
Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği'ne göre Türkiye hapishanelerinde haftada 5 kişi yaşamını kaybediyor. Bu oran toplumdaki ölüm oranının yaklaşık 4 katı. Yani hapishaneler normal yaşama göre dört misli daha fazla ölüm riski yaratıyor. Sağlıklı tedavi ortamı olmadığı için cezaevleri hasta tutsaklar için adeta ölüm evleri haline gelmiş bulunmaktadır.
"Müebbet cezası alanlar, ne suretle olursa olsun, ölüm riski olsa dahi bırakılmayacak" diye buyuruyor yasalar. Bu aslında sürece yayılmış bir ölüm halidir. Fransız düşünür Michel Foucault, 'Hapishanelerin Doğuşu’ adlı eserinde bu durumu, 'bedene azap çektirme’, 'bedeni ele geçirme’ olarak yorumluyor.
Mevcut durumda cezaevlerinde 600 ağır hasta tutsak var. Bunlardan 163’ü ölüm sınırında. Adalet Bakanlığı’na göre, cezaevlerinde hayatını kaybeden hasta mahpusların sayısı 2004 yılında 54 iken, 2008’de 211, 2009’da 287, 2010’da 307, 2011’de 321, 2012’de 346, 2013 yılında ise 316’yı bulmuştur.
İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, Adalet Bakanlığı’nın verilerinin gerçekleri yansıtmadığı görüşünde. Türdoğan, cezaevlerindeki hasta tutsak sayısının tespit ettikleri oranın 2 buçuk katı olduğunu belirterek, hasta tutsaklar konusunda sorunların en üst seviyeye geldiğini söylüyor.
Sadece Adalet Bakanlığı’nın verilerini dikkate alırsak, AKP Hükümeti döneminde cezaevlerinde yaşanan ölümlerin cumhuriyet tarihinin en yüksek ölüm oranları olduğunu görürüz.
Aslında AKP insanı ve vicdani bir mesele olan hasta tutsakları rehin tutarak müzakere konusu yapıyor. Siyasi tutsaklara özellikle de PKK’li olanlara 'düşman hukuku’yla yaklaşıyor.
* * *
Hakan Gölünç, 13 yıldır hapiste. Beynindeki tümör sağ gözünü kör etti. Sol gözünde de görme oranı yüzde 24 azalmış durumda. 11 kez ameliyat oldu. Hastanelerin 'cezaevinde kalamaz’ demesine rağmen bir özel savaş aygıtı olan Adli Tıp Kurumu, 'cezaevinde kalabilir’ dediği için serbest bırakılmıyor.
Yine Abdullah Kalay, defalarca kalp kriz geçirdi. Kalbinin ancak yüzde 30’unun çalıştığı doktor raporlarıyla ortaya konulmuş durumda. Ancak Adli Tıp Kurumu raporunda "cezaevinde tedavi olabilir" denildiği için tahliye edilmiyor.
76 yaşındaki M. Emin Özkan, yaklaşık 20 yıl önce devletin karanlık birimleri tarafından öldürülen Tümgeneral Bahtiyar Aydın cinayetinden sorumlu tutuluyor. Bir sürü hastalıkla boğuşan, ölümün eşiğindeki bir bir tutsak. Her an ölüm haberi gelebilir.
Geçen yıl dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin, kendisiyle görüşen HDP heyetine, Adli Tıp Kurumu başındaki kişinin 'derin devlet’ elemanı olduğu için hasta tutsakların bırakılmadığını söylemişti. Bir süre sonra kurumun başkanı değişti. Daha sonra 3. Daire Başkanının 'Ergenekoncu’ olduğu için tutsakların bırakılmadığını anlattı. O da değişti, kurum tümüyle AKP’lilerin eline geçti. Ancak hasta tutsaklar hala rehin tutuluyor.
Cezaevlerindeki hastaların durumu, içlerinden sesini az çok duyurabilen biri ölüme yaklaşınca gündeme geliyor. İHD, TUHAD-FED ve TAYAD dışında neredeyse konuyu gündeme getiren çok az kurum var. Yeni ölümler olmadan başta HDP olmak üzere demokratik toplum kurumlarının hasta tutsaklar için yeni bir eylem planı oluşturması gerekiyor.
