Tanıktım

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken;
Ülkenin birinde börtü-böcek, kadın-çocuk, anne-baba iken buldum kendimi.
Bir güvercin olarak ‘metelok’ların okunduğu çocuklara gitmek için yol alırken buldum onları.
Ne de çok sevmişlerdi beni. Akranlarımla sabahtan akşama kadar uçup o çocukları mutlu eder, daha uzaklara uçmamız için uçururlardı. Ahh! bir de takla attık mı ne de severlerdi, sevinirlerdi. Bir gülüşleri vardı „hele oğlum bak bak“ deyişleri...
Neden çok uzağa uçmamızı isterlerdi bilmiyorum ama bir özlemdi onlarınki, uzaklara bir özlemdi. Benim kanat çırpınışlarımla özgürlüğün tadına varmak, attığım taklalarla manevralarımı görmek, bir güvercinden özgürlük umudu yaratmaktı. Ben çok uzağa uçamadım ama onlar uçtular... Hepsi de vefalı idi, vedalaşmadan terk etmediler...
Eksikti her şey, yitikti-yitirilmişti herşey... Bir güvercin olarak göremezdim yitirilenlerin neler olduğunu... Öyle birşey olmalıydım ki her ana tanıklık etmeli, her an da var olmalıydım. Evet bir ışık demeti olup; her eve, her sokağa, her ormana dalmalıydım..
Aylardan Eylül idi; Lice’nin Şenlik Köyünde koyunlarını otlatan Ceylan’ı gördüm, gözlerinin derinliklerine akıttım ışığımı ve gülüşlerinde saatlerce dans ettim. Bu dansa kaptırmışken kendimi, havan topuyla parçalanmıştı Ceylan’ımın bedeni... Etrafa dağılan çocuğunun bedenini, gülüşlerini, her gün taradığı saçını ve hep oniki yaşında kalacak Ceylan’ını topluyordu eteğine bir anne...
Şaşkınlığıma tanık olan diğer ışık demetleri anlattılar;
Yakılıp yıkılan ormanlara, boşaltılan köylere, failleri belli cinayetlere, işkencehanelere, dilleri yasaklanmış çocuklara tanıktı benden önceki ışık demetleri...
Ve bende tekerrür eden o acılara tanıktım şimdi...
Aylardan Aralık; bir kaçakçı kafilesine eşlik ediyorum Şırnak’ın Roboskî köyünden. Otuzdört kişi ile ekmek parasına koyulduğu yoldan ilerliyoruz. Umutla, sabırla, yorularak, gülerek ve yolarını aydınlatarak eşlik ediyorum onlara. Hepsi genç ve çocuk,bir sonraki gün yeni yıl,hava soğuk ama umutları sıcacık... Sessizliği yaran bir kıyamet başlıyor... Etrafa asılmış yanan gülüşler, kimsesiz bedenler ve yanık kokusu...
Katırlarıyla beraber bombalanan otuzdört cana tanıktım, otuzdört annenin feryadını her saniye dinledim,geri de kalan çocukların gözyaşlarına, babaların çaresizliklerine tanıktım...
Aylardan temmuz; Kürdistan’ın dört bir yanı, ormanları, dağları, köyleri haftalardır yanıyor ve Cizre ise tam dört gündür inleye inleye can çekişiyordu, tüm canlıların feryadı kararmış dumanda darağacı idi...
Yetmedi!
Yakılan o ormanın şehrinin de yıkılmasına, sabah akşam ateş yağmuruna tutulmasına ve o kurşunlardan katledilen küçük kızı Cemile’nin cansız bedenini gömemediği için buzlukta buzlarla defneden annenin ağıtlarına tanıktım...
Sokak ortasında katledilen Taybet Ana’nın günlerce cenazesinin yerde kalıp, kurda kuşa yem olmasın diye nöbet tutan çocuklarının kimsesizliğine... Onbeş yaşında karnından ve sol omuzundan yara alan sultan ırmağın „suuuu, suuuu“ diyen haykırışların yolculuğuna tanık oldum bu Kerbela’da... Bodrumlarda günlerce aç susuz kalan bedenlerin, katledilip yakılmasının tanığı idim.
Ve tüm bunlar olurken son nefeslerine kadar halen umutlarını yitirmeyip „DİZ ÇÖKMEDİK, DİRENDİK. BİZİMLE GURUR DUYUN“ diyen yiğitlerin de yoldaşı idim.
Tanıktım...
Yıkılan tüm şehirlere,çocuklarının cesedeni teşhis için giden her annenin acı umuduna ve umuduna eren annenin ise eline tutuşturdukları kül olmuş bir kaç kemik parçasından oluşan çocuklarına tanıktım...
Gencecik Birlik’in bedenini araçlarının arkasına bağlayıp sürüklemelerine ve sokak ortasında katlettikleri kadınların bedenlerinin teşir edilmesine tanıktım...
Ve diğer taraftan „HER NE OLURSA OLSUN; SON MUHTEŞEM OLACAK“ diyen o güvercin seven çocuklara da tanıktım...
Araçlarında ateşe tuttukları her çocuğa, her canlıya, her eve tanıktım.
Tutukladıkları her insana, dövdükleri her çocuğa, sabah operasyonlarında ablukaya aldıkları her eve ve o evdeki çocukların titreyen bedenlerine „galoş giyin“ dediği için katledilen Dilek’e, cezaevlerinde yapılan tüm zulümlere, ekmeksiz bıraktıkları her aileye, çalınan emeklerine karşı bedenlerini açlığa yatıran Semih ve Nuriye’ye tanıktım...
Gökyüzündeki dev araçlarıyla öldürdükleri ve yaraladıkları insanlara ve yaralananlar konuşmasın diye yaralı halde gözaltına alınmalarının da en çaresiz tanığıyım...
Ölenlerini bile gömemeyen bir utanç gördüm, öyle ki yüreği evlat acısıyla dolup-taşıp-ölen bir annenin cenazesini „buraya gömemezsiniz“ diye cenazenin yerinden çıkarıldığı utanca ve karanlığa tanıktım.
Yıllarca Cumartesi Anneleri olarak çocuklarının akibetini (ki bir ışık demeti olarak hepsini gördüm) öğrenmek isteyen annelerin bile ömürlerinin yetemediği direnişe tanıktım...
O kadar çok şeye tanıktım ki; ışık hızıyla anlatsam milyon yıl sürecek her acınının tarifi...
Bir güvercini özgürlük tutkusuyla seven o çocukları göremeyenler;
Size de tanıktım...
Evvel zaman içinde, hakikat ölüm içinde; sizler kör-sağır-dilsiz iken, medyanız tellal iken, ben çocuklarımın ölüsüne hüngür hüngür ağlar iken; Tanıktım size.
