Tayfun Gönül’ü hatırlamak!

15 Şubat 2012’de geçirdiği kalp enfarktüsü nedeniyle yoğun bakıma kaldırılan ve iki ay hastanede kaldıktan sonra hastaneden çıkan Tayfun Gönül, 30 Temmuz Pazartesi gecesi saat 23.30 sularında evinde geçirdiği kalp krizi nedeniyle hayatını kaybetti
1 Ağustos 2012 tarihinde Tayfun’un dostları, arkadaşları ve sevenleri onu müzikle, kara bayrakla uğurladılar. Tayfun’un cenaze töreni onun hayat tarzına, fikirlerine uygundu. Bir vicdani redçiye, bir antimilitariste ve bir anarşiste yakışır şekilde yapıldı. Birçok dinsiz kişi dini törenlerle toprağa gömülüyor. Tayfun ve onun arkadaşları bu defa ezber bozdular! Arkadaşları onu istediği gibi gömdüler. İmamın duaları yerine müzikle uğurlandı! Cami cemaati yerine törende dostları, arkadaşları yer aldı. Herhangi bir pankartın açılmadığı ve sloganın atılmadığı törende cenaze aracı morgdan mezarlık kapısına kadar Kazım Koyuncu’nun “Sevdiğin Böyle Ağlar” parçası eşliğinde götürüldü.
Tayfun 54 yaşındaydı. 1989 yılında vicdani redçi oldu. Tayfur vicdani reddini açıkladığında Türkiye’de kimse vicdani reddi bilmiyordu.
Hepimiz onunla 7/13 Ocak 1990 Haftalık Sokak Dergisi’nde çıkan bu röportajla ve bundan 22 yıl önce Sokak Gazetesi’nde yayımlanan manifestosunda tanıdık: “Dünyanın bütün orduları, kendi varlık nedenlerini yurt savunması kavramının arkasına gizlenerek meşrulaştırırlar... Gerçek ise ordunun sistematik şiddet ve yok etmeye yönelik bir örgütlenme olduğudur (…)Hiçbir zaman disipline uymadım... (…) Orduya katılmak militarist aygıtın bir parçası olmak demektir (…) Beni zorla askere alabilirler. Saçlarımı kesip elbise giydirebilirler. Ama hiçbir zaman emredersiniz komutanım dedirtemezler. Elime silah verip al bir düşman diye karşımdaki insanları öldürtemezler. Selam verdirtemezler (…) Erkek olarak iktidar doğmuş olmaktan başka, aslında eğitimim açısından da mutlu azınlık tabir edilen kesimdenim. Türkiye’nin en iyi okullarında okudum. Ortaokulu, Kadıköy Anadolu Lisesi’nde, liseyi Ankara Fen Lisesi’nde, üniversiteyi Hacettepe Tıp Fakültesi’nde okudum(…) Lise yıllarından itibaren sosyalist harekete katıldım ve uzun bir sosyalist geçmişim var. Ama içinde olduğum yapıların da askeri olmadım. Hep çıbanbaşıydım. Daha sonra, sosyalizme eleştirel bakmaya başladım. Ve dünyayı değiştirmenin bilimsel yolu olamayacağı kanaatine vardım (…) Ayrıca, bugün Kürt ulusuna karşı ilan edilmemiş bir iç savaş vardır. Ben nasıl erkek olmama rağmen cinsiyetime ihanet ediyorsam, bu savaşa katılmamakla kendi ulusal kimliğime de bir anlamda ihanet ediyorum (…) Benim için hayatta direnme noktaları var. Seçimlerde oy vermem. Polise ve mahkemeye başvurmam. Devleti yatak odama sokmam. Birçok arkadaşımın yaptığı gibi gözden uzak, kıyıda köşede durup askere gitmemek de vardı. Ancak ben yaşamın anlamını hiçbir zaman salt kendi yaşantım üzerine kurmadım. Dünyayı değiştirmek mücadelesiyle kendimce bir bağ kuramadığım zaman, huzursuz oluyorum. Böylesi gizli saklı yaşamak bana onursuz geliyor. Bunun pratik sonuçlarının farkındayım ”
Tayfun Gönül kendisini anarşizm ve antimilitarizm temelli ‘felsefi’ bir vicdani reddin anlatıcısı oldu hep. Kendisini “askerlik karşıtlığında” tıkatmadı hiç…
Tayfun’un Militarizm tanımlaması yerinde ve sağlam: “Militarizm, bütün insan ilişkilerinde tahakkümü ve sistematik şiddeti meşru gören, olumlayan, toplumun bütün dokularına sinmiş bir hastalık. Bu yüzden insanlık özgürlük arayışında militarizmle hesaplaşmak zorunda.”
Yazdığı vicdani red manifestosunda Tayfun’un ne kadar geniş düşündüğünü görüyoruz: “din dışı bir nedenle, politik olarak, şiddetin her türüne karşı bir pasifist, tahakkümün bütün biçimlerine ve kurumlaşmış şiddete karşı bir anarşist olabilir(...) Kendini Allah’ın askeri sayan bir radikal Müslüman olabilir ve laik devlete “hizmet etmek istemeyebilir. Veya burjuva ordusuna karşı çıkan bir devrimci sosyalist, egemen ulus ordusunu sömürgeci bir kuvvet olarak niteleyen bir başka ulusun bireyi olabilir.”Ona emir vermek gibi geldiği için garsondan hiçbir zaman çay istemedi. Tayfur mahkemelere hiç inanmadı. Ama “Beni zorla askere almaları vicdan özgürlüğünün ihlâlidir” diyerek devleti mahkemeye vermekten de geri durmadı.
Tayfun’u en iyi arkadaşları anlatıyor:
Arkadaşı ve yazar Oral Çalışlar: “Tayfun Gönül’ü lise öğrencisiyken tanımıştım. Ankara Fen Lisesi’nde okuyordu. Zeki, müstehzi ve sempatik gülüşleriyle hatırlıyorum onu. Biz 1974 affıyla cezaevinden yeni çıkmıştık. Onlar, yeni bir dünya arayışı içindeki 68 kuşağının devamı olarak bizleri kapıda karşıladılar. 70’li yıllarda aynı siyasi hareket (Aydınlık) içindeydik. Liseyi bitirdi, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazandı. Sokak Dergisi hakkında davalar açıldı. Tayfun’un ikametgâhı ve adresi yoktu. Kaybolur, gözden ırak bir yerlere gider, sonra her zamanki gülümseyen yüzüyle ortaya çıkardı. Ağzından sigarası hiç eksik olmaz, giyimine kuşamına hiç aldırış etmez, gri kazağını üstünden hiç çıkarmazdı. Dünyanın her türlü kirlenmişliğine meydan okuyan, sıradışı, bir yönüyle derbeder sayılabilecek bir yaşam sürüyordu. Bu duruma nasıl katlanıyordu, nasıl direniyordu? Anlamakta zorlanıyor, hep hayranlıkla izliyordum. Kuvvetli, korkusuz bir adamdı. Hiç sesini yükseltmez, hiç kimseye rahatsızlık vermek istemez, sessizce gelir, giderdi.”
Ferda Ülker: “Elinde sigara, odayı baştan başa arşınlayan, kafasında sürekli bir şeyler dolaşan Tayfun geliyor gözümün önüne. Vicdani reddi bir erkek hareketi olarak görmemesi önemliydi.”
Vedat Zencir: “Akıntıya karşı kürek çekerken hatırlıyorum onu. 1987’de tanışmıştık… Ben de ondan hemen sonra açıklamıştım vicdani reddimi. İnsanlar bize Marslı gibi baktı, belki de Marslıydık gerçekten.”
Coşkun Üsterci: ”Heyecanında sürükleyici biriydi. Çabuk sönmesi kötü yanıydı. Düzene kafa tutardı ama bir yandan kırılgan, tutunamayan biriydi. Onun hayatla cebelleşme halini sonra diğer retçilerde de gördüm.”
Profesör Şükrü Hatun, Tayfun’un okul arkadaşlarındandı: “Tayfun aramızda ‘kozmik önemsizliğinin’ en çok farkında olandı ve sanırım bir çocuk gibi masum olarak, iyi bir insan olarak ve bize yaşamla, varoluşumuzla ilgili sorular bırakarak öldü. Şimdi onun ardından belki bu soruların bir kısmını konuşabiliriz diye düşünüyorum onun gülüşünü hatırlayarak.”
“Akıntıya karşı koştu. Yoruldu. İstediği gibi yaşadı.”
“Dünyanın kapısından eğilmeden geçti”!
