Tek parti-Tek adam

Tayyip Erdoğan daha başbakanlığı döneminde tekçi-diktacı eğilimlerini ortaya koymuştu. Cumhurbaşkanı olmayı kafasına koyduktan sonra bunu başkanlık sistemi olarak ifade etmeye başladı. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra ise “Beni halk seçti. Sistem fiilen değişmiştir” diyerek fiilen başkanlık sistemine geçti. Yürürlükteki yasalar ve anayasa umurunda değil. 7 Haziran seçimlerini geçersiz hale getirip 1 Kasım’da her yöntemi kullanarak üstün gelen AKP Hükümeti de Erdoğan’ın emrinde görünüyor. Bu durumda Türkiye, tek partiden çok tek adam yönetimine girmiş bulunuyor.
Erdoğan ve AKP yandaşları 7 Haziran seçimlerinden önce koalisyonların zararlarını, tek parti iktidarının faydalarını çok anlattılar. Ama halk onlara inanmadı. Tam tersine koalisyonu zorunlu kılan bir sonuç ortaya çıktı. Bu herkes için demokratik bir uzlaşma fırsatıydı. Ama Erdoğan ve AKP bu fırsatı tepti. Bütün olanaklarıyla koalisyonu engelleyip 7 Haziran seçimlerini geçersiz hale getirdiler. Seçimleri yenileme kararı alıp her türlü hukuk dışı yöntemle 1 Kasım seçimlerini “kazandılar”.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde belirtileri görülmekle birlikte, 7 Haziran öncesi ve sonrası her şey daha net ortaya çıktı. Hele 1 Kasım seçimlerinden sonra yoruma açık bir şey de kalmadı. Tek adam diktası bütün boyutlarıyla, uygulamalarıyla egemen oldu. Egemen oldu ama hayırlı oldu mu?
Erdoğan ve AKP şefleri tek parti-tek adam yönetimi olursa istikrar ve huzur olacağını yoksa kaos ve kargaşa içinde terörün tırmanacağını iddia ediyorlardı. Bunu ispat etmek için de Suruç, Amed, ve Ankara katliamlarını yaptılar. Bu arada HDP genel merkezi de dahil birçok binasını basıp çok sayıda insanı katlettiler. 1 Kasım seçimlerine giderken HDP’yi açıkça katliamla tehdit edip miting yapmasını bile engellediler. Her türlü yolla seçimleri kazandıktan sonra hükümeti de kurdular.
Hükümette yer alan bakanlar kimler, hükümetin programı ne, güvenoyu alması gibi konular neredeyse kimsenin ilgisini çekmedi. Bunda içte ve dışta şiddetlenen savaşın etkisi olmakla birlikte, tek adam diktası karşısında bunların önemini yitirmiş olması da önemli etkendir.
Tek adam tek parti iktidarının istikrar ve huzur getireceği söylenirken tam tersine daha ilk günlerinde kan ve savaş gündemi kaplamıştır:
Kürt sorununa siyasi çözüm bulmak için kurulan masa devrildi. Dolmabahçe protokolü çöpe atıldı. Kürt halkına ve temsilcilerine karşı azgın bir saldırı başlatıldı. Tutuklama, katletme, göçertme biçimindeki saldırılar artarak sürüyor.
12 Eylül 1980 faşist darbesinden sonra ilk defa sokağa çıkma yasakları, katliamlar ve siyasi suikastler gündemin birinci maddesi olmuştur. Diyarbakır’ın göbeğinde, güpegündüz Tahir Elçi katledilmiştir. Gene Diyarbakır’ın merkezinde başka insanlar da terörist denilip katledilmiş, sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir.
Yaşanan sadece tekil saldırılar, katliamlar değildir. Tek adam-tek parti elinde neredeyse tüm toplum insanlıktan çıkmaktadır. Tek adam-tek parti diktasının vahşeti bütün insani değerleri eritip insanlığı da çürütmektedir.
Ankara Katliamında katledilenlerin anısına yapılan saygı duruşu, stadyumda ıslıklanmaktadır.
Tahir Elçi’nin katledilmesi devlet ve AKP çevrelerinde neredeyse açıkça kutlanmaktadır. Dosyaya gizlilik kararı konulup saklanmaktadır. Ama AKP yandaşı paçavralar “Al sana terör!” diye sırıtırken, yandaş bir prof. bozuntusu “Su testisi su yolunda kırılır” diyebilmektedir. Bir polis memuru ise Tahir Elçi’nin eşini tehdit etmektedir. Toplum adeta “Bugün sıra kimde?” korkusuna itilmektedir.
Şehirlerin kuşatılması, esedullah kod adlı alçaklar tarafından işgal edilmesi, bombalanması ve halkın katledilmesi, göçertilmesi sistemli olarak sürmektedir.
Bölgede ise Kürt özgürlük mücadelesine karşı DAİŞ ile kader ve işbirliği tercihi yapılmış olması Türkiye’yi savaşın iyice içine çekmektedir.
Bu durumda istikrar ve huzur olabilir mi?
Açık ki, Türkiye’nin huzuru, istikrarı ve demokratik-siyasi çözüm için, tek adam-tek parti diktasına son vermekten başka yol yoktur.
Tek adam-tek parti diktasına mahkum olursak, gün günden daha kötü olacak, Türkiye her türlü felakete de, katliama da, zillete de, rezalete de mahkum olacak demektir. Bu gidişata dur demek sadece Kürtlerin değil, tüm ezilenlerin ve özgürlükten, eşitlikten, barıştan yana olan tüm insanların mücadeleyi yükseltmesine bağlıdır.
