TEZKERE

Onlarca asker ölürken tatilini bozmayan ve toplanmayan TBMM, 1 Ekim’de toplanır toplanmaz art arda iki savaş tezkeresini kabul etti. Gerçi birçok yazar ve politikacının belirttiği gibi Türkiye zaten tezkere çıkmadan savaşın içindeydi. Sınır içinde ve sınır ötesinde Kürtlere karşı sürdürülen savaş şiddetleniyordu. Suriye’deki iç çatışmalara Türkiye de başından beri müdahil olmuştu. Bir askeri uçak bu nedenle düşürülmüştü. Akçakale’ye düşen ya da düşürülen bombalarla ve misliyle mukabele kararıyla fiilen savaşa girmiş oldu. Ama AKP liderlerine sorarsanız hala niyetleri savaş ilanı değilmiş. Çıkarılan tezkereler bir savaş ilanı değilmiş ve sadece caydırıcılık maksadıyla çıkarılmış. Bu kadar savaş kışkırtıcılığının ve hazırlığının boşuna yapıldığını kabul etmek insan aklına zarardır. AKP Hükümeti ve devlet, ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme projesine angaje olmuştur. Bu projenin gerçekleşmesi için en önde savaşmaktadır. Hatta kendisini yeni Osmanlı olmanın heyecanına kaptırmış olan AKP’liler “üç saatte Şam’a girmek”ten söz etmektedir. Boşuna “Boynuz kulağı geçermiş” dememişler.
Tabii ki “Üç saatte Şam’a girmek” hayali ne kadar imkansızsa bir o kadar da tehlikelidir. Sınır boylarında artan sürtüşmelerin sonuçta bir yerde patlaması ve belanın ansızın büyümesi sürpriz olmayacaktır. Ancak AKP Hükümetinin gerçek karın ağrısının Kürtler olduğu ve Suriye krizini de bu amaçla değerlendirmeye çalıştığı anlaşılıyor. Kürt direnişini tasfiyeye yönelen ama bozguna uğrayan AKP Hükümetinin, Oslo görüşmelerini yaptıktan sonra masayı devirmesinin sihri de buradadır. AKP’nin bu görüşmeleri sırf oyalamak amacıyla yaptığını söylemek isabetli olmaz. Şüphesiz politika ve diplomasi geleneği her türlü hileyi mubah kılmaktadır.
AKP liderleri de bu tür politikanın-takiyenin ustasıdır. Bu nedenle Oslo görüşmelerini sürdürürken aynı anda tasfiye planları yaptıklarından şüphe edilemez. Ama bu görüşmeler sürdürülürken ortaya attıkları Sri Lanka senaryoları başarısızlığa uğramış ve üstüne üstlük Suriye’deki gelişmeler Rojava Kürdistan gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Her iki gelişmeden paniğe kapılan AKP liderleri kendi evindeki yangını söndürme yerine bu yangını “düşman” komşulara doğru yayma çabasına girmiştir.
AKP liderleri kaybettikleri bir savaşı istemedikleri bir anlaşmayla bitirmek yerine, savaşı yaygınlaştırmak ve şiddetlendirmek yoluna girerek zamana oynamaktadır. Yani zaman kazanarak ve bu sürede askeri-politik olarak Kürtleri geriletmek yoluyla kendi dayattığı bir anlaşma zeminine çekmek istemektedir. Bu nedenle zaman zaman at izi it izine karışmaktadır. AKP devleti hem savaşı şiddetlendirmekte hem de kendi dayattığı bir anlaşmayı kabul ettirmek istemektedir. Kaotik görüntünün altında yatan gerçek budur. AKP’nin bu iki yüzlü politikası hem zaman hem de can ve kan kaybını arttırmaktadır. Ne var ki sorumluluk AKP’de olsa da bu politikanın bir devlet politikası olduğu anlaşılıyor. Diyarbakır Emniyet Müdürünün “Dağda ölen teröriste ağlayamıyorsanız insan değilsiniz” şeklindeki açıklaması Türk siyasetinin turnusol kağıdı olmuştur.
Diyarbakır Emniyet Müdürünün sözleri nedeniyle Türk egemen siyasetinin gerçek yüzü bir daha göründü. Bu sözü destekleyen birkaç milletvekilinin sesi kesilirken AKP-CHP ve MHP liderleri açık olarak Emniyet müdürünün tepesine binmişlerdir. Baştan bu söze sahip çıkan B.Arınç’ın Erdoğan’ın tepkisi üzerine yaptığı U dönüşü ise tam bir utanç örneğidir.
Erdoğan “Biz teröriste ağlamayız” derken Bahçeli açıkça “Bu salonda insan yok” diyerek bir gerçeği ifade etti. En garibi de Kılıçdaroğlu’nun “Şehit yakınları ne der?” sözüdür. “Terörist öldürüldü” diye bayram eden Türk siyasetçileri katledilen on binlerce Kürdün ailesini ve milyonlarca Kürdün hissiyatını düşünmüyor mu? Bu baylar bunun üstüne daha on binlerce Kürdü katlederek neyi kazanacağını düşünüyor? “Yaratılanı hoş gördük yaratandan ötürü” sözünü çok seven AKP liderleri görülüyor ki yaratılanın bir kısmını, özellikle de direnen onurlu “Kürt kısmını” hiç sevmiyor ve yok etmeye çalışıyor. Art arda çıkarılan tezkerelerin anlamı budur.
AKP liderleri ve Türk siyasetçileri art arda savaş tezkeresi çıkaracaklarına savaştan bıkmış ama zorunlu askerlik nedeniyle evine dönemeyen gençlere tezkere çıkarmalıdır. “Vicdani ret hakkı”nı tanıyarak gençlerin yakasını bırakmalıdır. Yoksul Türk gençlerinin kanı üzerinden kahramanlık taslamanın da kahramanlık değil alçaklık olduğunu görmelidir. Yoksa kendileri tezkereyi çok zor alırlar.
