Tinate’de 8 köylüyü kurşuna dizdiler!

Haberleri —

Katliam silsilesi ve ‘bebek katilleri’ -1-

“Yüzü karışmış ihtiyar, elindeki kanlı torbayı rütbesi karanlıkta seçilemeyen subayın göz hizasına kadar yükseltti. Sesinde, acılar çekmeye alışmış insanların tevekkülü vardı. ‘Bu torunumun beynidir.’ Subayın kanı çekildi; parçalanmış kemiklere karışmış peltemsi dokuyu torununun cesedinin yanı başına bırakan ihtiyarı izledi öylece. Çocuğunun cesedinin hiçbir eksiği yoktu artık!”
Aktüel Dergisi, böyle yazmıştı, 23-29 Temmuz 1992 tarihli sayısında. Manşet değeri verdiği ve kapak konusu yaptığı olay, Midyat’ta Tinate ya da birçok dosyada geçtiği şekliyle resmi adıyla Kutlubey Köyü yakınlarında yaşanmıştı.
Şafak sökmüştü, köyde hüzün, korku ve tedirginlik vardı. Uzunca bir süreden beri baskı görüyorlardı, önlerine tek bir yol konuluyordu; “Ya korucu olursunuz ya da...” Korkuyu “ya da”nın devamında yaşıyorlardı ve bu yüzden tedirgindiler. Hüzünlüydüler aynı zamanda, çünkü “hafif” de olsa “ya da”nın devamını zaten yaşıyorlardı. Her türlü baskıyla birlikte cezaevine konulan yakınları onları hüzünlendiriyordu. Ama bu “hafif” cinsindendi.
Acele etmeleri gerekiyordu, görüşe gideceklerdi. Hapiste yatanları ziyaret edeceklerdi, verecekleri farklı bir haberleri olmasa da, her gün insanların toprağa düştüğü coğrafyada en azından hala yaşadıklarını bildireceklerdi, bu da bir teselli olacaktı içerdekiler için.
Köy minibüsü hazırdı, minibüse 17 kişi bindi ve yola çıktılar. Ömerli’nin Site (Çalpınar) Köyü’nden hareket ediyorlardı. Buradan Midyat üzerinden Nusaybin’e gideceklerdi. Yakınları burada hapis yatıyorlardı.
Görüş günü olduğunu bir tek onlar bilmiyordu, yakınlarını hapse atanlar daha iyi biliyorlardı. Ama minibüstekiler bunu bilmiyorlardı. İçte bir tedirginlik yaşasalar da habersizce yola koyulmuşlardı.
Midyat’ın Tinate (Kutlubey) Köyü’nde de sabahtan hareketlilik başlamıştı. 12 korucu ve bazı rütbeli askerler köy yakınında mevzilenmişlerdi. Köylülerin gelmelerini bekliyorlardı. Ellerinde bir liste vardı ve canlarını alacaklardı.
Minibüs korucuların mevzilendiği noktaya geldiğinde yolu kesildi ve köylülerin inmesi istendi. Sonra listede isimleri olanlar bir bir çağrıldı. İçlerinden birisi birkaç adım daha öne çıkarıldı ve her zamanki soru soruldu: “Neden korucu olmuyorsunuz?”

Ve cellat çekti kınından komando bıçağını

Ortalığı buz kesmişti, tedirginlikleri can kaygısına dönüşmüştü ve biçare bekliyorlardı. Karşılarında ağır silahlar kuşanmış cellatlara hem korkuyla hem de içten içe öfkeyle bakıyorlardı. Ama ne yapabilirlerdi ki?
Birkaç adım daha öne çıkarılana sorulan soru sessizlikte yankılanmıştı. Öfkeyle buz kesmiş donuk bakışlar sonsuzlukta uzayıp gitmişti cellat hareket edinceye kadar… Ve cellat çekti kınından komando bıçağını, tuttu saçlarından ve tavuk keser gibi kafasını bedeninden ayırdı. Başsız gövde kanlar içinde yere yığılırken, cellat saçlarından tuttuğu kafayı kan akan haliyle yükseğe kaldırdı ve sıraya dizilenlere gösterdi. Akıbetlerini gösteriyordu onlara.
Bağırıp çağırmalar çaresizlikte, öfke duvarlarında ve insanlığın bittiği o ıssız topraklarda yankılanıyordu. Sonra çaresizliğin duvarına ağır silahların sesi de çarpmaya başlamıştı. Kafasını kaldırıp var gücüyle celladının yüzüne haykıranı da vurmuşlardı. Cellat korkuyordu çünkü. Ve 7 can daha toprağa düşmüştü ve yaralılar vardı. 8 kişi yaşamını yitirmiş, 9 kişi yaralanmıştı. Kurşunların isabet ettiği minibüs delik deşikti ve ortalık kan kokuyordu.
Aktüel Dergisi şöyle yazıyordu: “Midyat’ın Çalpınar Köyü; 20 Nisan, yatsıdan hayli sonra. Yolun üst yanında tarlaya uzatılmış cesetler... Biraz ötede, karanlıkta çömelmiş, ses çıkarmadan konuşan iki köylü. Yol üstünde Tınaztepe-Çatalpınar minibüsü duruyor.
Bu Çalpınar Köylülerinin dramatik hikayesiydi. Tarihler 20 Nisan 1992 idi ve bir minibüs daha taranmış, gariban köylüler öldürülmüştü. Hasan Akhan (37), İsmet Acar (48), Abdülkadir Akhan (26), Süleyman Acar (30), Mehmet Ağırman (32), Mehmet Akhan (70), Sabri Acar ve Mehmet Emin Acar artık birer ölüydüler...

Her zamanki gibi: PKK kurşuna dizdi!

Tinate Katliamı’ndan bir gün sonra Milliyet Gazetesi’nin manşeti şöyleydi: “PKK kurşuna dizdi” ve diğer birçok gazetenin...
Evet, yine bildik bir olay, çünkü bu olaylar daha önce de Kürdistan’da yaşanmıştı ve yine benzer manşetler, haberler, yalanlar, gerçekler...
Haber temelsiz değildi, çünkü Olağanüstü Hal Bölge Valiliği’nden yapılan açıklama zaten bu yöndeydi. Sıcağı sıcağına OHAL Valiliği’nden yapılan açıklama şöyleydi: “Mardin ili Midyat ilçesi Çalpınar Köyü’nden bir grup vatandaşı alışveriş için 20 Nisan 1992 günü Midyat’a götürmekte olan bir minibüs ile bir kamyon, Kayabaşı ve Kayalar mezrası arasındaki bölgede 25-30 kişilik bir terörist tarafından durdurulmuştur. Teröristler araç içinde bulunan vatandaşları indirerek kimlik kontrolü yaptıktan sonra ateş açmışlardır. Teröristler tarafından açılan bu ateş sonucu 7 vatandaşımız olay yerinde 1 vatandaşımız da kaldırıldığı hastanede olmak üzere 8 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 9 vatandaşımız da muhtelif yerlerinden yaralanmıştır. Kaçan teröristlerin yakalanması amacıyla geniş çaplı araştırmalar sürdürülmektedir.”
Olayın olduğu gün, üstelik cenazeler hala yerdeyken ve yatsıdan sonraya kadar da tarlada öylece atılmış bekletilirken yapılmıştı açıklama ve son derece kesin ifadeler kullanılmıştı. Doğruluğa gerek yoktu zaten, kurgu yeterdi veya nasıl isteniyorsa öyle doğru kabul ediliyordu malumumuz. Basın da öyle yazacaktı.
Olay yerine nihayetinde Midyat Cumhuriyet Savcısı Recep Kibar askerler eşliğinde ertesi gün ulaşabilmişti. Savcıdan beklenen de bir gün önce yapılan açıklamaya göre hareket etmesiydi, çünkü olay kesin bir dille ve bütün ayrıntılarıyla açığa çıkarılmıştı, savcı aslında gitmeseymiş de olurmuş!
Ama öyle olmadı. Savcı emretti, bu yetkisi vardı, kovanları ve delilleri toplamaları için askerlere, koruculara talimat verdi. Ancak kılını kıpırdatan olmadı. Savcı, yüzünde beliren öfkeyle kendisi hareket etti ve olay yerinden 66 kovan topladı. Kovanları inceleyecekti, belli ki, OHAL Valiliği’nin açıklamasına itibar etmiyordu. Haksız mıydı ya da çılgın mıydı?
İkisi de değil, sadece adaleti ve gerçeği istiyordu ve vicdanlıydı, o kadar...

Bir cesur savcı ve gerçekler

Olaydan yaralı olarak kurtulan ve Diyarbakır Devlet Hastanesi Yoğun Bakım Servisi’nde tedaviye alınan yaralılardan Yusuf Acar, olayla ilgili gazetecilere şunları söylüyordu: “Tinate Köyü korucuları tarafından yolda durdurulduk. Arama yapacaklar zannettik ama üzerimize ateş açtılar. İki kurşun bana isabet etti.”
Olaydan yaralı olarak kurtulan minibüs şoförü Halit Akhan da gazetecilere şunları anlatıyordu: “Korucular yolu trafiğe kapatmışlardı. Başlarında Korucubaşı Cengiz vardı. Durmamız için işaret ettiler sonra ellerindeki listeden isimlerini okudukları köylüleri indirip tek sıra haline getirip kurşuna dizdiler. Sonra bize de ateş etmeye başladılar, biz de dolmuştan inip ormanlık alana doğru kaçarak canımızı kurtardık.”
Olayı yaşayanların anlattıkları ile OHAL Valiliği’nin açıklamaları birbirini tutmuyordu. Ortada bir sorun olduğu kesindi ve kuşkuları olanların başında Savcı Recep Kibar geliyordu.
Savcı Kibar olay yerinde topladığı mermi kovanlarını balistik incelemeye gönderdi. Aradan neredeyse iki ay geçtikten sonra sonuç geldi. Bölge Kriminal Polis Laboratuarı’nda yapılan incelemenin ardından ekspertiz raporu hazırlanmıştı. Raporda olay mahallinde bulunan 66 boş kovandan 63’ünün 10 korucunun silahından çıktığı belirtiliyordu. Raporda 3 kovanın ise kimin silahından çıktığının belirlenemediği kaydediliyordu. Dava dosyasında yer alan “Gizli” ibareli ekspertiz raporunda şöyle deniliyordu: “Olay yerinde bulunan 66 adet 7.62x39 mm çapındaki kovandan yukarıda 2. Maddede ayrı ayrı belirttiğimiz 10 ayrı silah ile atılmış toplam 63 adet kovandan geriye kalan 3 adet 7.62x39 mm çapındaki kovan üzerindeki mevcut izler ile mahallinde yapılan atışlar neticesinde 27 ayrı silahtan elde edilmiş mukayese kovanlar arasında bir ilişkiye rastlanmamıştır.”
Bunun üzerine nihayet, Savcı Kibar, 25 Haziran 1992’de korucular hakkında tutuklama kararı çıkarabildi. Korucular Tacettin Sakan, Ethem Seyhan, Mehmet Seyhan, Şeyhmus Seyda, Mehdi Özbey, Rahmi Kaçmaz, Nevaf Aydın, Abbas Taş, Tevfik Akbay ve Halil Aktar tutuklandılar ve Midyat Kapalı Cezaevi’ne gönderildiler.
Ancak tutuklanması istenen iki isim daha vardı. Korucubaşları Cengiz Kaçmaz ve İsmail Taş. İki isim hakkında tutuklama kararı bulunmasına rağmen köyde serbestçe ve korucu silahları omuzlarında gezebiliyorlardı. Bu da korunduklarını gösteriyordu.

3 mermi kovanı ve meçhul subay!


Özgür Gündem Gazetesi’nin 29 Temmuz 1992 tarihli sayısında “Midyat katliamında bir astsubay” başlıklı haberinde iki hususa dikkat çekiliyordu. Birincisi Korucubaşları Kaçmaz ve Taş hakkındaki tutuklamama durumuna, diğeri de olay yerinde toplanan 66 kovandan 3’nün kime ait olduğuna ilişkindi. Haberde, “Kaçmaz ve Taş’ın bir binbaşı tarafından korunduğuna” dikkat çekiliyordu ve nihayetinde iki isim ancak 18 Temmuz 1992’de tutuklanmışlardı. Ancak Taş, aradan bir hafta geçmeden itiraz başvurusu sonucunda serbest bırakılmıştı. “Kime ait olduğu belirlenemeyen” 3 kovanla ilgili olarak da Özgür Gündem Gazetesi, haberin başlığında da dikkat çektiği gibi şüphelerin bir astsubay üzerine odaklandığını yazıyordu. Ancak bu astsubay hiçbir zaman belirlenemeyecek biriydi.
Özgür Gündem Gazetesi’nin 8 Temmuz 1992 tarihli sayısında katliama ilişkin yine dikkat çekici bir habere yer verilmişti. Haberin başlığı “Katliamı yapan korucular kura ile belirlendi” şeklindeydi. “Mardin’in Midyat İlçesi’ne bağlı Tinate (Kutlubey) Köyü’nün 28 korucusuyla 19 Nisan günü (katliamdan bir gün önce) Tinate Köyü Karakolu başçavuşunun da katıldığı bir toplantı düzenledikleri ve katliamı kimin gerçekleştireceğini kura çekerek belirledikleri öne sürüldü.” Haberde yer alan bu iddia, bazı tanıklıklara dayandırılıyordu.

Katiller toplantıda kura ile belirlendi

İsminin açıklanmasını istemeyen bir korucu o günü şöyle anlatıyordu: “Cengiz Kaçmaz ve İsmail Taş bizim köyün korucubaşlarıdır. Bir komando binbaşı sık sık helikopterle köyümüze gelip bu ikisiyle görüşür. Özellikle de Cengiz Kaçmaz ile. Cengiz Kaçmaz ve İsmail Taş bu binbaşının helikopteriyle köyden ayrılırlar bazen üç gün bazen yirmi gün gelmezler. Döndüklerinde saçlarını ve bıyıklarını kestirmiş olurlar. Asker elbisesiyle bazı olaylara karıştıklarını biliyoruz. Bunların ayrıca Midyat’ta Mala Çelebi Aşireti’nin Reisi korucubaşı Süleyman Çelebi ile de çok yakın ilişkileri olduğu biliniyor. 19 Nisan günü köyümüzde Tinate Karakolu Başçavuşu’nun da katıldığı bir toplantı yapıldı. Toplantıya ben de dahil olmak üzere 28 korucu katıldı. Söz konusu köylülerin öldürüleceği ve bunun için kura çekileceği söylendi. Hepimizin adını bir kağıda yazıp torbaya doldurdular. Çekilen kura sonucu içlerinde Cengiz Kaçmaz ile İsmail Taş’ın da bulunduğu 12 kişinin isimleri çıktı. Olaydan sonra da 8 köylünün kurşuna dizilmesinde ilk ateşin Cengiz Kaçmaz tarafından açıldığı söylendi. Bu iki korucubaşı hakkında tutuklama kararı çıkarıldığı halde halen köydedirler sizin de gördüğünüz gibi.”
Gündem muhabiri Mehmet Şenol’un da gördüğü gibi Cengiz Kaçmaz köydeydi ve kendisiyle de görüştü. İlişkisi olduğu iddia edilen binbaşı hakkındaki muhabirin sorusuna Kaçmaz’ın yanıtı şöyleydi: “Ne binbaşısı kardeşim. Onları öldürme emrini ben verdim. Çünkü biz onları öldürmesek onlar bizi öldürecekti. Biz PKK’nin dağ kadrosundan korkmuyoruz, ama bu köylüler çok tehlikelidir.”
Burada “arkaları son derece kuvvetli ve başlarına buyruk, terör estiren korucu gerçeği” ile karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha görüyoruz. Bu korkunç gerçek, katliamda görüldüğü gibi hep aklandığı ve korunduğu içindir ki, isminin açıklanmasını istemeyen korucunun anlattıklarında dikkati çeken ve yıllar sonra çok daha korkunç bir vaka ile karşımıza çıktığında bir kez daha irkilmemize neden olan bir bağlantı söz konusuydu.

Suçu gizlemek için her yolu denediler

Savcı Recep Kibar’ın büyük çabası sonucunda Tinate Katliamı ile ilgili dava 4 Ağustos 1992’de başladı. Ancak daha ilk duruşmada, davanın “sanıkların kişilikleri, güvenlik güçleriyle olan ilişkileri ve olayın kamuoyuna yansıdığı” gerekçesiyle başka yere nakli istendi ve nitekim öyle oldu. Davanın yeni adresi Denizli olacaktı.
Savcı Recep Kibar ile söz konusu dönemde Özgür Gündem Gazetesi ile Aktüel Dergisi’nde çıkan haberlere bakıldığında, hiç de iç açıcı bir durum yaşanmıyordu. Daha ilk duruşma öncesinde Savcı Kibar, “izne” çıkarılmıştı. Söz konusu dönemde haberlerde Savcı Kibar’ın “hayati tehkilesi”nden söz edilmesi, söz konusu iznin ne anlama geldiğini yeterince açıklıyordu.
Katliamla ilgili açılan dava sürecinin daha başlangıcında yaşanan bu birkaç basit olay bile, davanın seyrinin nasıl olacağını gözler önüne seriyordu. Nitekim tutuklu koruculardan Korucubaşı Cengiz Kaçmaz da tahliye edilmiş ve daha sonra bir şekilde aklanacaktı.
Tutuklu korucular da “askerlerin yol göstermesiyle” ifadelerini oturaklı veriyorlardı. İfadelerde “PKK ile daha önce bir çatışmaya girdiklerini, PKK’lilerin kovanları bu çatışma bölgesinde topladıklarını ve olay günü olay yerine bıraktıklarını” anlatacaklardı. Açıkça, kusurlu bir kurgu olmasına rağmen, mahkeme tarafından “ikna edici aklama delili” sayılabilirdi ve öyle de oldu. Daha sonra itirazlar yükselince bu ifadeler yeni bir hal alacaktı, ancak sonuç olumluya gitmiyordu.
Uzun uzadıya yer verilmeyi gerektirmeyen dava süreci yılları alıyordu ve sonuç özetle korucuların aklanmasına odaklanıyordu. Ancak davacıların bütün baskı ve tehditlere rağmen ısrarcı olmaları ile daha sonraki yıllarda ortaya çıkacak olan kamuoyu baskısı davanın bütün aklanma girişimlerini boşa çıkarmayı başaracaktı.
Tarihler 20 Ekim 2000’i gösterdiğinde, davanın üzerinden 8 yıl geçtikten sonra, Denizli’de görülen son duruşmada, yargılanan korucular “yeterli ve inandırıcı delil bulunmadığı” gerekçesiyle beraat ettirildiler. Ancak dosya Yargıtay’dan döndü ve kararın bozulması nedeniyle dava yeniden görüldü. 7 Şubat 2002 tarihinde bu kez korucular hakkında ömür boyu hapis cezası verildi. Davayı bu kez korucular Yargıtay’a götürdü ve dava bir kez daha bozuldu. Nihayetinde 18 Eylül 2008 tarihinde Denizli 2. Ağır Ceza Mahkemesi, korucular hakkında ağır cezalara hükmetti.
Dava ancak 16 yılda bu sonuca götürülebilmişti. Bu durum da öldürülenlerin yakınlarını uluslararası hukuka başvurmalarını beraberinde getirmişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvuru sonucunda Türkiye, etkili soruşturmanın yürütülmemesi, davanın uzun sürmesi gibi nedenlerle ağır tazminatla mahkum edilmişti.
Bütün bu gelişmeler yine de yakınlarını kaybedenleri tatmin etmemişti. Çünkü olay basit bir cinayet meselesi değildi. Çok daha karmaşık ve kaynaklandığı esas meseleyle, Kürt sorunuyla birlikte ele alındığında ancak adalet duygusu tesis edilebilirdi ve vicdanlar rahatlayabilirdi.

Katliamın emrini Özen verdi

OHAL Valiliği katliamla ilgili daha hiçbir inceleme yapılmadan PKK’yi sorumlu tutan bir açıklama yapmıştı, ancak bu açıklama inandırıcı olmamıştı. Nitekim katliamın devlet güçlerince yapıldığı ortaya çıkarılmıştı. Ancak sadece korucular yargılandı, adı geçen hiçbir askere dokunulmadı. Bunlardan en dikkati çekeni ise Aytekin Özen’di. Özen, söz konusu dönemde binbaşı rütbesindeydi ve bölgede kontr-gerillanın Cem Ersever’den bile önce gelen ismi olarak biliniyordu. Katliamın emrini verdiği belirtilen Özen’in katliamdan bir sora sonra Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanlığı’na atandı.
Bu arada Tinate Katliamı yapıldığı sırada yine Mardin’in Savur ilçesine bağlı köylerde katliamlar yapılıyordu. PKK’nin 6 köy korucusu, 2 asker ve 1 subayı alıkoyması üzerine Savur’un Cirzey (Taşlık), Kuzeri (Yazır), Deriş (Soylu), Dengiza (Serenli), Elfan (Yaydere), Kınufır ve Kırdirek köylerinin havadan ve karadan bombalandığı bildiriliyordu. Söz konusu köylerde ölenler olmuştu ve köyler büyük oranda yıkıldığı için köylüler göç etmek zorunda kalmıştı. DEVAM EDECEK

NURİ FIRAT

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.