TÎRÊJ ÇIYA: 'Yeşil film'lere mecbur değiliz

Kapitalist modernite kendini toplum üzerinde yaşatabilmek adına en kaba olanından en ince olanına birçok yöntemle toplumsallığı dağıtmayı ve doğasından çıkarmayı hedef edinmiştir. Özünden çıkarılan toplum, özünden uzaklaşan insan bizzat bu sistemin yaratımı olup, ideolojik baskı altında istenilen her tarafa yönlendirilen toplum-insan, tersinden bir durumla adeta bu toplum dışı sistemin yaşam kaynağına çevrilmek istenir.
Renklerin,
kültürlerin eritilerek toplumun renksiz bir hale getirilmesi hedefi, kapitalist
modernist sistemin sürdürülebilirliğinin ifadesi olduğundan, özellikle de kültürel
alana yoğunca yönelmekte ve toplumsallığı dağıtmak için saldırmaktadır.
Kültür, estetik olarak kendisini en güzel sanatla ifadeye kavuşturabilmektedir.
Tam da bu noktada kapitalist modernite sistemi sanat alanına görünürde önem
vererek sanatı, sanat olmaktan çıkarmayı ve toplumu hipnoz eden, kendi
çıkarları doğrultusunda en azami kar sağlayan bir alana dönüştürmüştür.
Günümüzde bu politikayı en çirkin bir biçimde kültür endüstriyalizmi adı
altında sürdürmektedir. Yaptıklarıyla toplumu şekilden şekle sokup biçimsiz
kılıp, tabiri caizse maymuna çevirmiştir. Özellikle en geç sanat olarak tabir
edilen sinemaya iyi kar getirebileceği mantığıyla kapitalizm tarafından,
çıkışıyla beraber el atılmıştır. Hemen hemen bütün sanatlardan yararlanan
sinema, kapitalizmin tekelci yaklaşımıyla aslında sinema ölü doğmuş veya başka
bir deyişle doğum sonrası kapitalist modernite havasını soluyarak, büyümüş ve
yaşamdan koparılmıştır.
Sinema hemen her yere ulaşabilen, toplumu çabucak etkileyen ve yön verebilen
bir konumdadır. Bu nedenle kapitalizm bu alana özellikle yüklenmektedir. Bire
milyon, milyar almakta, bununla da kalmayıp maddi-manevi kültür anlamında da
tam bir sömürüyü gerçekleştirmektedir. Bu anlamda sinema, ilk gününden itibaren
sanat olarak toplumun tam olarak bir parçası olamamıştır.
Eğer sinema sanatsal özüne kavuşturulacaksa bu konumundan, yani toplum dışılığı
ve karşıtlığı konumundan çıkarılması, toplum ve toplumsallık için yapılması
gereği vardır. Kapitalizmin toplumu-insanı var eden kültür karşıtlığını, ekoloji
ve ekonomi karşıtlığını, cinsiyetçiliğin derinleşmesine yol açan-metalaştıran
kadın karşıtlığını, tarihin hiçbir döneminde rastlanmayan ruhsal ve fiziksel
hastalıklara sebebiyet veren sağlık karşıtlığını, halklar ve insanlar arasında
yarattığı uçurumla sebep olduğu özgürlük ve demokrasi karşıtlığını; kısacası
tüm çirkinliklerini açığa çıkaracak ve maskesini düşürecek, toplumu
bilinçlendirme, zihinsel ve vicdani körlüğünü aştırabilmede yön verebilecek
alternatif oluşumlara ve alternatif sinemacılığa ihtiyaç vardır. Ancak böyle
olursa sinema sanatsal bir öze kavuşturulabilir. Elbette alternatif kimi
oluşumlar ve üretimleri de var. Bunlar değerlidir. Ancak mevcut haliyle topluma
ne kadar cevap olabiliyor? Mevcut haliyle kapitalist modernite yaklaşımlarını ne
kadar aşıyor, netliğe kavuşturulması açısından tartışmalı bir durumdur.
Devletler ve bu devletlerin uyruğu altındaki halklar adına hemen her kıtada
ulusal sinemalar oluşturuldu. Sinemaya teknik ve kuramsal 'yenilikler' de
katıldı. Sinemasal bir dil geliştirildi. Ancak sonuç olarak pozitivizm
etkisinde ve kapitalist modernist anlayışla yapılan 'ulusal' sinemalar,
kapitalist modernite sisteminin sınırları içindedir. Zaten klasik ulus-devlet
milliyetçiliği bu sistemin bilinçli bir yaratımıdır. Alternatiflik adına
yapılanlar da vardır. Fakat alternatifliğin kendisi kapitalist modernite
sisteminin zihniyet kalıpları içerisinde arandığı için, sinemaya zihinsel ve
vicdani olarak dönüşüm için toplumu harekete geçirebilecek bir nitelik
kazandırılamamıştır. Bu yanıyla da sinema hala sanatla gerçek anlamda
bütünleşebilmiş değildir.
Kapitalist modernitenin ulus devlet anlayışını Ortadoğu'ya sokması, sadece
sinema alanında değil, tüm kültürel-sanatsal alanlarda sınırları çizilmiş bir
yaklaşımı getirir. Bu ulus-devlet anlayışıyla yapılan tüm kültürel ve sanatsal
çalışmalar, alternatif olmaktan uzaktır. Demokratik kültüre de katkı sunmuyor.
Özellikle son süreçte Kürt sorununu ve Kürdistan'ı konu alan filmler
incelenirse, bu çok açık bir şekilde görülür. Yıllarca yok sayılmış bir halkı
konu yapan filmlerin yapılması söz konusudur. Yeşilçam etiketli birçok 'Türk
sineması' filmlerinde Kürt halkına bakış açısı hemen hemen ortaktır. 'Geri,
cahil, eğitilerek uygarlaştırılması gereken, katil' vb. karakterlerle bu
filmlerde Kürt toplumuna yaklaşım ortaya konulmaktadır.
Bu filmlerde, insanlığın-toplumsallığın ana kaynağı olan Mezopotamya coğrafyası
ve kültürü, kimliği ve tarihi, özellikle de Kürt halkı benzeri olmayan
imha-inkar ve her türlü çirkin saldırılara maruz bırakılmıştır. Bir ananın
evladı tarafından ihanete ve nankörlüğüne benzer bir durumla karşı karşıya
kalınmıştır; Doğu'nun Batılı çocuğu geçmişini, anasını inkar ederek, köklerine
ihanet etmiştir. Kürt 'Nan'ın ülkesinde nan'sız (ekmeksiz) bırakılmıştır'.
Kürt sorununa yaklaşım kültür ve sanat alanında belli bir yaklaşımı
doğurmuştur. Sinema alanında bu oldukça açıktır. Demokrasi mücadelesi sonucu,
milliyetçilik ve bilimcilik anlayışlarının geriletilmesi ile beraber ortaya
çıkan siyasal İslam ve entegrasyon politikaları çerçevesinde Kürt'ün sinema
içerisindeki yeri de yeniden dizayn edilmiştir. Kürt sorunundaki gelişmelere
bağlı olarak sistem kendi sinemasını yeniden örgütlendirmektedir. Çünkü verilen
kültür sanat mücadelesi ile Yeşilçam'ın çamları devrilmiş, ortada bir 'yeşil
sinema' kalmıştır. AKP Türkiye ve Kürdistan'da sinemayı, özgür Kürt
karşıtlığında yeniden örgütlemek zorunda kalmıştır.
Kürt halkı, Özgürlük Hareketi öncülüğünde verilen mücadele sonucunda, zindan ve
dağ direnişleri, halk serhildanları ve büyük fedakarlıklar ile son olarak da
siyasal mücadelede yeni bir aşama olarak başlayan 'demokratik kurtuluş ve özgür
yaşamı inşa hamlesi sürecine kadar gelmiştir. Bu süreç özünde başta Ortadoğu
halkları olmak üzere insanlığın da özgür ve demokratik temelde toplumsallaşmasının
önünü yeniden açmakla kalmayıp kapitalist modernite sisteminin de gerçek
yüzünün (yüzsüzlüğünün) açığa çıkarılması, maskesinin düşürülmesiyle bu
sistemin ne olduğunu da gün be gün açığa çıkarmıştır.
Bu anlamıyla yürüyen bu süreç alternatif sistemi oluşturma sürecidir. Süreç
sahiplenildikçe ve anlaşılıp buna denk zihniyet ve vicdanlar devrimsel bir
hızda dönüştükçe toplumsal öze dönüş, özgürlük ve demokratik değerler de o
denli yaşamsal olur. Şimdi yürütülen süreç de bunu ifade ediyor. Bu durum tüm kültür-sanat
çalışmalarında olduğu gibi, sinema alanında da alternatif bir yaklaşımı
gerektirmektedir. Bu durum, Kürt sinemasının da hangi temeller üzerinde
oluşacağı ve gelişeceğinin de manifestosu niteliğindedir.
Kapitalizm, başından beri sinemayı azami kara dönüştürmeyi ve bunun için de
denetimde tutmayı esas almıştır. Bu alanda tekel kurmuştur. İnce hesap ve
planlarla, alternatif olabilecek sinemaların da önünü kapatmıştır. Sinema
yapmak isteyen ya ona muhtaç bırakılır ya da alternatiflik adı altında, öyle
görünerek kapitalizmin çizdiği sınırlar aşılamamıştır. Yapım şirketleri,
ekonomik altyapı, sponsorluklar, vizyon, teknik, kalite vb. şeyler sinema
filmlerinin yapılabilmesinin kesin, olmazsa olmaz kurallarıymış gibi sinemayı
kaba anlamıyla tekniğe, ekonomisiz bir ekonomiye ve kapitalist ilişkilerle
boğmuştur. Maalesef alternatif sinema adına da bu tuzağa düşülüyor veya gerçek
bir sinema filmi yapılamıyor. Sinema salonlarında daha önce seçimi yapılmış
filmler içinden, seçim yapmak, seçim özgürlüğü adı altında bir kandırmacaya
dönüşmüştür.
Kürt sineması adına hareket edenler de bu tuzağa düşürülmek isteniyor. Sanki
belirtilen kriterler olmazsa Kürt sineması olmayacak gibi..! Genelde sinema
özelde Kürt sinemasını bu sistem mekanizması içinde daha doğmadan boğuntuya
uğratıyorlar. Oysa hem tarihsel olarak hem de Kürt demokrasi mücadelesi
öncülüğünde Kürt halkının yaratmış olduğu değerler; alternatif bir sistem olan
demokratik modernite değerleri Kürt Sineması'nın perspektifini, politikasını,
ekonomik altyapısını, kimliğini, kapitalist modernite dışında nasıl alternatif
olunacağını, nasıl ayakta kalınacağını ve gelişeceğini, yeni ve özgür toplumu,
insanı demokratik esaslara dayalı olarak yeniden inşa etmede ve yaratmada nasıl
bir misyon üstleneceğinin perspektifini anlaşılır ve net bir biçimde
göstermektedir. Eğer demokratik modernite sistemi anlaşılır ve buna denk bir
zihniyete ve vicdana sahip olunursa Kürt Sineması da, sinema da doğru temeller
üzerinde gelişir. Bunun dışındaki diğer arayışlar kapitalist modernite
içerisinde kimliksizliğe, kültürsüzlüğe; kısacası toplum değerleri karşıtlığına
ve tabii bir şeyler-çok şeyler yapılmış gibi yanılgılara götürür ve özünde
hiçbir şey yapılmamıştır.
Kapitalist modernitenin tuzaklarına düşülmemesi umuduyla...
