TUÐÇE YILMAZ: Kavram olarak faşizmi yeniden düşünmek


Umberto Eco, tarihsel olarak farklı ülkelerdeki faşizmi genel bir form olarak on dört farklı özellikle tanımlamış ve bu makale ilk olarak 1995 yılında New York Review of Books adlı dergide yayımlanmıştır. Eco, makaledeki çıkarımlarında bu on dört özelliği sistematik olmasa da, bünyesinde taşıyan ülkelerin faşizme ve faşist yönetimlere geçişte oldukça yatkın olduğu sonucuna varmıştır.
Faşizm, mantıksal bağlar içermeyen öğeleri duygusal olarak birbirine bağlar. Eco bu durumu, Ludwig Wittgenstein’ın “Aile Benzerliği” kavramıyla açıklar. Bu kavramında Wittgenstein, temalar arasında belli başlı benzerlikleri alıp başka bir temaya aktardığımızı ve bu şekilde söyleminizi oluşturabileceğinizi söyler. Örneğin “Aile”, “Okul”, “Toplum” ve “Faşizm” arasındaki bağ… Bu yapıları yan yana sıraladığımızda başta pek bir anlamı olmayabilir veya yalnızca bir kavramın kendinden önce gelen kavramla bir benzerliği bulunabilir; ancak ilk tema olan “Aile” ve son tema olan “Faşizm” arasında bir benzerlik kurmak güçtür. Eco’nun temellendirdiği kök-faşizme göre ise mantıksal bağ olmayan bu iki kavram, aradaki diğer kavramlar vasıtası ile duygusal olarak birbirine bağlıdır. Bu duygusal bağ ise kitleleri birleştirir ve etkilemeyi başarır.
Eco’nun açıkladığı kök-faşizm, analizlere dayalı olarak on dört madde şeklinde sıralanmıştır. Evrensel bir faşizm söyleminde bu on dört madde açıklayıcı niteliğe sahiptir.
1. Kök-faşizmin ilk özelliği “Gelenek Kültü”dür. Buna “Senkretizm” de denir. Gelenekçilik, faşizmden çok daha eskidir. Klasik Yunan rasyonalizmine bir tepki olarak Helenistik dönemin sonlarında doğmuştur. Bu anlayışa göre bilgelikte ilerlemek olanaksızdır. Hakikat bir kez açıklanmıştır ve bu açıklama sonsuza dek geçerlidir; bizim tek yapabileceğimiz şey, bu anlaşılması güç mesajı yorumlamayı sürdürmektir. Bu kavrayışla toplumları kaderine razı etme ve toplumdaki insanlara var olan düzeni asla değiştiremeyeceği de aşılanmaktadır.
Senkretizm, farklı kökenlere sahip farklı düşünce veya tezlerin olgusal ve hatta etkilemek istediği toplumu düşünürsek duygusal olarak birleşmeleridir. Bu mekanizma genellikle iktidar tarafından işletilir.
Kitapçıya girdiğimizde raflarda Platon’un Devlet’inin yanında Hitler’in Kavgam’ını görmemiz, senkretizmin açık bir örneğidir. Türkiye’deki iktidarın kadim, toplum arasında saygı gören –ve zamanında muhalif– sanatçılarla bir araya gelme, işbirliği çabası da bir senkretizm örneğidir.
2. Faşizm, Modernliğin Reddi’ni kullanır. Gelenekçi düşünürler, geleneksel ruhsal değerlerin yadsınması olarak gördükleri her türlü gelişmeyi ve teknolojiyi reddeder. Aydınlanma ve Akıl Çağı, modern çürümüşlüğün başlangıcı olarak görülür. Bu düşünürlere göre modernlik kitleleri yozlaştırır, onlara zamanla kültür kaybı yaşatır. Örneğin MEB’in müfredatı geleneksel ruhsal değerlerin yadsındığı ve aklın yüceltildiği, bilimin ön plana çıkarıldığı bir karakterde iken yeni müfredat gelenekselin kutsandığı ve her şeyin “yerli ve milli” damgasıyla bezendiği bir hale getirildi. 2016-2017 eğitim-öğretim yılı da 15 Temmuz Şehitleri’ne saygı duruşuyla açıldı.

3. Üçüncüsü, Rasyonalite Karşıtlığı’dır. Bu, eylem için eylem kültüne dayanır. Sürekli bir hareket söz konusu olmalıdır. Eylem kendi başına güzeldir. Genelde aşırı faşist partiler kendi isimlerinde “action” yani hareket, eylem terimini kullanırlar. (Action France) Bu noktayla bağlı olarak düşünmek, bir tür kısırlaşmadır. Toplum tarafından entelektüel dünyaya bir güvensizlik hâkimdir. Son dönemlerde Türkiye’de hâkim olan entelektüel düşmanlığı bunun bir örneğidir. Barış İçin Akademisyenler’i tehdit eden çetecilerle iktidarın işbirliği, KHK’lerle yüzlerce akademisyenin, bilim insanının ihraç edilmesi, bu Rasyonalite Karşıtlığı’nın göstergesidir.
4. İlkelerin bir diğeri, Analitik Düşünme Karşıtlığı’dır. Analitik düşünme, olayları analiz eder, parçalara ayırır, her bir parçaya ayrı bir çözüm üreterek parçaları yeniden birleştirir. Bu süreç sonunda objektif fikirlerin ve farklı görüşlerin doğması için zemin oluşturulur. Ancak kök-faşizme göre bireylerin görüş ayrılığı ihanettir. Herkes önderin ve ulusun bekâsı için düşünmek ve konuşmak zorundadır. Burada esas olan eleştiriye tahammülsüzlüktür. Aykırı düşünmek, bölücülük veya tehdit olarak algılanabilir. Burada tek bir liderin bütün toplum için alınacak hayati kararlarda son söze sahip olması ve bu liderin toplum için en iyiyi yapacağı düşüncesinin mevcut olması gerekir. Aynı zamanda bu kişinin karizmatik ve hitap gücü yüksek birisi olması gerekir. Önder, ulusun bekâsını düşünür, topluluğun bunu düşünmesine gerek yoktur. Hangi gazetelerin yararlı olduğuna, hangi kanalda hangi programın yayınlanması gerektiğine bile o karar verir. Farklı düşüneni baskı altına alır ve bir müddet sonra da kendisinden farklı düşünen kişiyi, kurumu, gazeteyi kapatır. Şu an Türkiye’de de yüzlerce gazetecinin cezaevinde, onlarca aydının sürgünde olması bu karşıtlığın göstergesidir.
5. Homojenleştirme. Farklılığın yarattığı doğal korku kullanılarak ve abartılarak görüş birliği sağlanmaya çalışılır. Farklılıklara olan tahammülsüzlük sebebiyle birtakım temizlik çalışmalarına veya toplumdan uzaklaştırma çabalarına başvurulur. Faşist rejimler doğası gereği ırkçıdır. Farklı olandan korkulur ve dışarıda bırakılır. Bu farklı kategorisine önder tarafından belirlenen kalıpların dışında kalan herkes dâhildir. Eğer önder bir ulusu esmer olarak tanımlıyorsa, o toplumdaki sarışınlardan toplumun esmer olan kesimi korkar ve onları içlerinden uzaklaştırır. Evliliklere izin verilmez, beraber aynı yerde yaşanmaz ve mümkün olduğunca aşağılanarak dalga geçilmek suretiyle küçültülürler. “Herkesi kucaklıyoruz” söylemindeki herkes, aslında bize ait olan, bizden olan herkestir. Diğerleri kucaklanmaya değmeyecek kadar zarar verici ve ulusun bekâsını önleyen huzur bozuculardır. Lazları çok severiz ama HES’lere karşı çıkan Lazları sevmeyiz, Kürtler canımız ciğerimizdir ama aralarında terör örgütüyle bağlantılı olanlar vardır ve onlar katledilebilir.
6. Düş Kırıklığı ve Onurun Yeniden Tesisi. Kök-faşizm, bireysel ya da toplumsal düş kırıklığından doğar. Bu yüzden, tarihsel faşizmin en tipik özelliklerinden biri, ekonomik bir bunalım ya da siyasal bir aşağılanmadan rahatsızlık duyan ve toplumun alt kesimlerinin baskısından korkan düş kırıklığı içindeki “orta sınıflara” çağrıda bulunmasıdır. Eski “proleterler”in küçük burjuvalaştığı (ve lümpenlerin siyaset sahnesinden çekildiği) günümüzde, faşizm yandaşlarını bu yeni çoğunlukta bulacaktır. Ülke çok iyiye gitmektedir ama nereden çıktığı belli olmayan Geziciler her şeyi mahvetmiştir.
7. Komplo Teorileri. Kök-faşizm, toplumsal bir kimlikten yoksun insanlara biricik ayrıcalıklarının herkesin paylaştığı ayrıcalık olduğunu –aynı ülkede doğmuş olmak- söyler. “Milliyetçilik”in kökeni budur. Ayrıca bir ulusa kimlik verebilecek tek bir grup vardır: Düşmanlar. Bu nedenle kök-faşizm ideolojisinde, olasılıkla uluslararası nitelikli bir komplo saplantısı vardır. Faşizmin yandaşları kendilerini kuşatılmış hissetmelidir. Komployu açığa çıkarmanın en kolay yolu da yabancı düşmanlığına başvurmaktır. Ama komplonun köklerinden biri de içeride olmalıdır ki halkı ikna etmek güç olmasın. Referanduma gidilen süreçte CHP’nin Hayırcılar’ı hariç Hayırcılar’ın hepsinin terör üyesi olmaları ve 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni Amerika’nın yapması. Terör örgütlerini bazen Rusya’nın, bazen Amerika’nın, bazen İran’ın, bazen de hepsinin desteklemesi.
8. Aşağılanma ve Böbürlenme İkilemi. Esasında ulus her yerden tehdit algılamakta ve “düşman” daha güçlü gösterilmektedir. Düşman ülkeyi dört bir taraftan kuşatmıştır. Fakat bu düşman bizim gibi onurlu değildir, alçaktır. Onların silahları varsa bizim de onurumuz, cesaretimiz vardır. Yani düşman hem çok güçlüdür ama aynı zamanda çok da güçsüzdür. Esasında tüm komşuların gözü bizim topraklarımızdadır, bu uluslar çok güçlüdür fakat bizde olan onur, gurur ve cesaret onlarda bulunmamaktadır. Bu yüzden de yenilmeye mahkumlardır. Ve nihayetinde biz yeneceğizdir.
9. ve 10. Mahşer Kompleksi ve Ölüm Kültü. Kök-faşizme göre yaşamak için mücadele edilmez, “mücadele etmek için” yaşanır. Barışseverlik düşmanla işbirliği demektir; barışseverlik kötüdür, çünkü yaşam sürekli bir savaştır. Gene de bu tutum bir mahşer kompleksini de beraberinde getirir; düşmanları yenilgiye uğratmak zorunlu ve olanaklı olduğuna göre faşist hareketin dünyanın egemenliğini eline geçireceği nihai bir savaş kaçınılmazdır. Böyle bir nihai çözüm, ardından bir barış döneminin, sürekli savaş ilkesiyle çelişen bir Altın Çağ’ın gelmesi demektir. Hiçbir faşist lider, bu çelişkiyi çözmeyi başaramamıştır. Ölüm kültü, yaşamı değil ölümü değerli kılmak. “Şehitlik”i ulaşılması gereken bir mertebe olarak görmek ve esasen çıkmaza girdiği tüm anlarda buraya sarılmak. Sonsuz bir mutluluğun hakim olduğu şehitliği sürekli dile getirmek ve kutsamak. (15 Temmuz Şehitler Köprüsü, Şehitler Tepesi vs.)
11. Elitizm. Bu durum kök-faşizmin “halka rağmen halk için” anlayışının ete kemiğe bürünmüş halidir. Burada halk tamamıyla yönetilmelidir ve nasıl yönetileceği de elit bir kadroca belirlenmelidir. Çünkü halkın çıkarlarını yalnızca bu elit ekip koruyabilir ve kollayabilir. Sayısı ne olursa olsun hiçbir çoğunluk ortak iradeye sahip olamayacağından, lider onların sözcüsü olarak davranır. Kararları çabuk alır ve sonsuz bir bilgelik ile donanmıştır. Toplum onun izinden gider ve yukarıda saydığımız aykırı düşünceye karşı olmasından ötürü onun iradesine karşı çıkılmaz. Burada elitlikten kasıt, toplum önderliğidir ve elitlerde var olması beklenen düşünce derinliği aranmaz.
12. Maşizmo. Bu aşırı ataerkil toplum yapılarında görülür. Dil ve kurumlar patriyarşiktir. Erkeklik öğeleri kök-faşizmin temellerinden birini oluşturur. Silah, namus gibi kavramlar fallusun yerini alır. Asıl anlatılmak istenen toplumun bir erkek olduğu algısıdır. Erkeklik, güç ve kudret ile anılır ve kadınların hemen hemen hiç değeri yoktur. Eğer bu “kız mıdır, kadın mıdır belli olmayan” kadın bu iradeyi kırar ve yönetimde söz sahibi olursa, toplumsal bir çöküş gerçekleşir ve aile kurumu sarsılır.
13. Teatral Halk. Teatral Halk’ta tüm halk kalabalık olarak bir yere toplanır ve konuşan lidere bağlılıklarını liderin konuşması esnasında gösterirler. (Alkış, slogan, afiş, bayrak, sembol vs.) Milli bayramlarda insanlardan kule yapmak veya bir koreografi şeklinde dans etmek ya da ülkenin bayrağının insanlarca oluşturulması gibi içerisinde teatral ögeler barındıran eylemleri yapmaktır. Bu eylemler her bir bireyin topluma kendini mâl ettiği, hep beraber bir bütün olunacağını ve en küçük bir aksaklığın dahi ahengi bozacağı olgusunu yaratır. Yurttaşlar temsil güçlerini yitirdiklerinden eylemde bulunmazlar; onlardan yalnızca halk rolünü üstlenmeleri istenir. Dolayısıyla halk, teatral bir kurgudur.
14. Yeni lisan. Yeni lisanda ise tüm kavramlar ve tüm kelimeler özgün şekilde belirtilmeye çalışılmıştır. Faşizmin de istediği bu özgünlüktür. Karmaşıklığa yer vermemeye özen göstermektedir. Bu ilkelerin tümü bir toplumun faşizm ile yönetildiği algısını oluşturmamalıdır. Umberto Eco bu çalışmasını, İtalyan faşistlerinin davranış ve tutumlarını inceleyerek oluşturmuştur. Yeni nesil faşizmlerin farklı davranış kalıpları ile şekillenmekte olduğu da bir başka gerçektir. Politik alanda karşılaştığımız her şeye “faşizm” demekten de imtina etmek muhakkak gereklidir ancak bu ilkelerin bir toplumda yoğunlukla bulunması, o toplumun faşizme eğilimli bir toplum olduğunu bize göstermektedir. Belki de güncel siyasetle ilgilenenlerin faşizm tanımını, tartışmasını yeniden açması gerekmektedir.

