TUNCEL FİKRET: Devlet çanağında zikir!..

Haberleri —

Varlığını, cebren tescillediği çemberin içindeki insanlık ailesinin bütün renklerini kanatarak tekleştirmeye çalışan obez zorbanın, ecdadının kalabilen maddi mirası ile genetiğini değiştirdiği manevi mirasının izdivacından peydahlanan ucube neslinin hükümranlığıyla karşı karşıyayız. Talan ve yalan üzerine kandan harçla bina edilen, gaspettiği dinle zehirli bir sarmaşık gibi koca bir coğrafyayı saran imparatorluğun varislerinin, ecdadını utandırmayacağı aşikardı. Islahat, Tanzimat, Meşrutiyet, ve Cumhuriyet terkibinin son halkasını güncelleyen bu ucube nesil, hepsinin toplamı kadar melez, herbirinin keskin ucu kadar gaddar, ilkinin kapsamı kadar hacimli, ikincisinin vaatleri kadar açılımcı, üçüncüsünün kaotik entegrasyonu kadar kurnaz, sonuncusunun tahterevallisinde iki uca da oturacak kadar cambaz... Kadife eldivenli katil, çelik zırhlı meydan okuyucu, necis mekan cazgırı, cesetlerden müteşekkil dergahın abdestsiz abidi, çalınmış kefenlerden takkenin gönüllü hamalı; pervasızlıkta pişkin, nobranlıkta cömert, yalanda bereketli, hilede kalfa, katletmekte usta ama insani hasletlerde çıraklıktan terk... Aşısı var ama doğru zamanlamaya tesadüf etmeyince ölümcül moduna karşı uzun bir direniş terapisi zorunlu...

Uzman çavuşluğa terfi!

Yeryüzünün bütün kötülüklerini esirgemeden tattıran egemenliğin, bu coğrafyanın kadim halklarına musallat olan kanserli parçalarını teşhir etmek, en azından bütünlüğüne hükmetmesini engellemek, herbirinin kesif kötülüğüne karşı bir diğerinden medet ummadan infilak etmesini sağlamak insan soyunun kutsal ibadetidir. Yukarıdaki bütün aşamaların kesintisiz muhatabı olarak iki asrı aşkındır yokolmamakta direnen Kürtlerin, kaç kuşaktır parçalanamayan belleklerinde taşıdığı veriler, egemenin bütün organlarının günümüzdeki konuşlanmalarını, fonksiyonlarını,  koordinasyon kabiliyetlerini ve gönüllü uyumlarını anlamak için geçerliliğini koruyor. Üstelik yarına projeksiyon tutmanın altyapısı olmakla yetinmiyor, bugüne karşı hakikat sensorlarını tetikleyen; cari zulmün kamuflajlarını tarayabilen yetiye sahiptir. Türk egemenliğinin kanserli organlarından biri olan basın-yayın, kurbanlarından biri olan Kürtlere karşı zamanla en az silahlı güçleri ölçeğinde etkili; yine en az silahlı güçler kadar Türk toplumunun güdülerek, hem silik hem de saldırgan bir vasata hapsolmasını sağladı/sağlıyor. Koçgiri, Piran, Ararat ve Dersim merkezli kırımlar ile son isyanın 80 öncesi/sonrası, 90 sonrası ve şimdiki aşamalarındaki devlet bileşenlerini gözardı etmeden, çekirdek mentalite ve diğer organlar gibi basın-yayına yansımalarına bakıldığında, ırkçılıkta süreklilik, dilde sadakat, yöntemde zenginlik ama son aşamada, tekrar angajmanda farklılık görülür. Bugünün 90 sonrasındaki farklılığı siyasal iktidar-devlet ayırımından transit geçişkenliğe varılması; bu bütünlüğe angaje olan basın-yayının ömrünün iktidar bileşkesine endeksli olmasıdır. Dolayısıyla kötülük gönüllüsüdür, savaşan bir güçtür; olası kaybetme korkusunun gözükaralaştırdığı obur askerdir. Artık mehmetçik değil, uzman çavuş basındır. Devlet baki, iktidar geçiciydi; ikisinin bir süre nazlansalar da aynı yastığa baş koymaları sonrası iktidar devleti baki olmalı, çünkü ötesi insanlık mahkemesinin kesinleşen kararının infazıdır...

Sultan ile Gülen yazıcılar!

84’ten itibaren de Türk basın-yayını üzerine düşeni fazlasıyla yapıyordu; 93’ten itibaren ise bu görevi hem daha sistematize edildi hem de bağımlılığın hukuku oluşturularak fonların gazına basıldı. MGK, başbakanlık ve OHAL’de hem toplu hem de tek tek toplantılar yapıldı, brifingler verildi. Çünkü devlet çözümün varlığına kast olduğunu, egemenliği paylaşamayacağını, ‘kontrol edilebilir terör’ skalasının aşıldığını; katılım, milis gücü, gerilla yaygınlığı, savaş kapasitesi, köy-kent ilişkisi ve kitlesel güç ile beslenen kurtarılmış bölge ilanı aşamasını bertaraf etme kararı aldı. Devlet, kuralsız bir savaşı yürüten çeteler toplamına dönüşürken, basın-yayını da üzerine düşeni yapıyordu. Gazeteler, medya grubuna;  bankaları da olan holdinglere dönüştüler. Doğan, Karamehmet, Bilgin ve Uzan soluksuz depar atıyorlardı. Militarist, ırkçı, kışkırtıcı, cinsiyetçi, yalancı ve acımasızdılar. Haber seçimi, kaynağı, kurgusu, başlık tercihi, tamamlayıcı fotoğraf , karikatür, grafik ve gizli/açık mesaj gayretiyle okuyucunun muhakeme yeteneğini, sorgulama ihtiyacını bloke edip kutsallaştırdıkları mefhum ve fiillerle hipnotize sürüsüne katıyordular...
Bu durum 97’deki dönüşüm kararına kadar sürdü, 97-2002 dönüşüm sürecinde ekonomi, siyaset, medya elden geçirildi, yeni devlet bileşenleri hazırlandı. Devletin bütün kurumlarının varlıkları muhafaza edilerek insan malzemesi yeni döneme entegre; itiraz edenler ekarte edildi. Türk basın-yayını da nasibini aldı. Doğan ve Karamehmet’e devlet-siyasi iktidar dersi verilerek, iştahları dizginlenip varlıkları bağışlandı. Uzan ekarte edilen askerlerle birlikte varlıklarını yitirdi. Bilgin, varlıklarını yitirip itiraflarla dönüş umudunu korumaya çekildi. Yeni dönemin gözdeleri ise AKP ve Fethullah Gülen Grubu’nun el konularak, doping yapılarak, yeniden oluşturularak merkezileşen basın-yayın organları oldu. 2011’in ortalarından itibaren 93’ün kurtarılmış bölge ilanı aşamasıyla birlikte konsept değişikliğine giden devlet aklı, yeni formatıyla Demokratik Özerlik statüsü ilanı aşamasıyla birlikte de nüansları olmakla beraber benzer kaygı ve gerekçelerle birlikte düz bir çizgi çizdi. Şimdi yaşadığımız ve adına ‘entegre strateji’ denilen konsept, Diyanet’ten GAP İdaresi’ne, Emniyet’ten YÖK’e kadar bütün devlet organlarının seferber olması; hepsinin psikolojik lojistiğinin Türk basın-yayın organlarınca karşılanmasıdır.
Sabırlı, azimli, merhametsiz; adalet ve hakikat kaygısı olmayan ahlaksız bir devlet aklının bütün çirkinlikleri, Kürt halkını ve siyasal güçlerini sarmaya çalışırken Türkiye toplumunun performansından da gayet memnun. Uzman çavuş basınları da Sultan’ın cennetinin sonsuzluğunu bir zamanlar inandıklarını söyledikleri Allah’ın cennetine tercih ettiler.

Kürt gazeteciler

Özgür Ülke’nin 1994’te bombalanmasının yıldönümü nedeniyle şunları yazmıştım: „Hoyrat bir terör rejiminin hükümranlığı gemi azıya almıştı. Tepeden tırnağa yürüttükleri kirli savaşa batmış iktidar bileşenlerinin, yargının göstermelik prosedürünü bekleyecek vakitleri yoktu. Tek tek öldürmenin, tutuklamanın, gözaltına almanın yetmediğini görmüşlerdi. Bir avuç insan, düşen her kalemi alıyor, kapatılan her ofisi yeniden açıyordu. Ne ensesine ateşleyecek bir paramiliter tetiği ne ölüm yolculuğu için ansızın alındığı JİTEM otomobilini ne de demir parmaklıkların ardındaki esarete karar verecek yargı labirentini önemsiyordu. Onlar, inatçı ve mütevazı hakikat avcıları oldukları kadar, rafinesiz paylaşmanın erdemine iman etmiş gazetecilerdi. Devletin şu veya bu kenarında durmuyorlardı. Kimsenin onlara valizle dosya getirdiği yoktu. Zaten bunlara gerek de yoktu. Yaşadıklarının verili referansıyla gördüklerini, gözlediklerini, tanıklıklarını, dinlediklerini, tereddütsüz aktaran modern zamanın amatör ruhlarıydı. Halk Gerçeği, Yeni Ülke ve Özgür Gündem ile başlayan yolculuğun meşakkatinin ve devletin cömert faturasının farkındaydılar. Ödemekten çekinmek bir yana paylarına düşenin azlığıyla hayıflandılar.
Türkün ilk kadın liderinin militarizm ile izdivacının musallat ettiği terörizmin devletleşmesi, devletin çeteleşmesi ve çetelerin, gövdenin sağlam kolları olduklarını ispatlama gayretlerini, hayatın her alanına damıtmakla taçlandırma sabırsızlığı vardı. Tetikçiler yarışıyordu, istihdam kapasitesi artıyordu. Devlet çok tetikli bir silah, kolları altında debelenen bir ahtapot olmakla tarihi durduracağını sanıyordu...“
Durduramadı... Yeni devlet aklı da rehin aldığı Kürtler arasına onlarca meslektaşımızı da alarak; büroları basarak, devletlere şantaj yaparak, yüksek cezalar vererek, kapatarak, kara çalarak insanlık ailesinin hilafına tarihi durduracağını sanıyor. Yanıldığında umarım artık çöken sadece Sultan’ın kolonları olmayacak...

‘Oğlum, seni öldürecekler’

Van’a döndükten sonra birkaç gün ailesiyle hasret giderdikten sonra yine iş buldu, çalışmaya başladı ve yıllardır kendisini sabırla bekleyen nişanlısıyla evlendi. Kötü günler geride kalmıştı, artık her şey çok iyi olacaktı. Kız kardeşi Şengül’le yeniden şakalaşmaları başlamıştı. Şengül sabah erken birkaç metre ötedeki evinden gelip O’nu uykuda yakalıyor, bıyıklarını çekiştirerek uyandırıyor ve hep birlikte neşeli bir kahvaltıdan sonra dağılıyorlardı.
Tam o sıralar Van’da İHD kurulma çalışmaları başlamıştı, kurucular arasında yer aldı, bir yandan da parti çalışmalarına omuz verdi. Bir süre sonra arkadaşları O’na „gazetenin Van büro sorumluluğunu“ önerdiler, tereddütsüz kabullendi. O bir görev adamıydı. Nerede boşluk varsa orada olur, hiçbir işten geri durmazdı.
Gazete. Namı diğer Gündem. Olup biteni yazıp çizerek, ‘pişmiş aşa su katan’ gazete. Tez zamanda bütün diğer kurumlardan daha fazla hedef haline gelen ve çalışmalarının her boyutu mümkün olduğunca engellenen gazete.
O günler, gazete çalışanlarının bir bir öldürüldüğü, tutuklandığı, işkencelerden geçirildiği günlerdi. Orhan Karaağar tam da o günlerde Van bürosunun başına geçti. Gazeteyi hiçbir dağıtım firması dağıtmıyordu. Bu yüzden her bölgenin ihtiyacı kadar nüsha uçakla ya da karayoluyla bölgedeki illerden birine yollanıyor, sorumlular havaalanından gazeteyi bin bir zorlukla büroya getiriyor ve birkaç koldan abonelere, çevre il ve ilçelere ulaşmasını sağlıyorlardı. Haftada birkaç kez gözaltı, tehdit ve dayak çok olağandı gazete çalışanları için. Orhan da bu uygulamalardan nasibini alıyordu sırası geldiğince. Bir akşam yine yüzü gözü morluklar içinde eve geldiğinde Xezal Ana „Oğlum vallah billah bunlar seni öldürecekler“ dedi. Gülümseyen yüzüyle anasına sarıldıktan sonra yanıtladı „Olsun be ana, varsın öldürsünler, benim kanım hangi arkadaşımınkinden daha kırmızıdır?“
18 Ocak 1993 tarihinde Orhan, gazeteye gelen bir grup tarafından son kez gözaltına alındı, iyice hırpalandı ve ‘gerekli’ uyarılarını aldı: „Bundan sonrasını kendisi bilirdi artık.“ Serbest bırakıldıktan sonra önce gazeteye uğrayıp işleri kontrol etti, sonra ekmek ve çocukların çikolatalarını aldıktan sonra her zamanki saatte evine gitti. Her gün öldürülebileceğini tahmin ediyordu ama bu gecenin evindeki, ailesinin yanındaki, yaşamındaki son gecesi olduğunu bilmiyordu.

Tedirgin bekleyişler, tükenen umutlar...

Besmele eşliğinde bedenine doğru yol alan keskin bıçak bir anda böbreğine ulaştı ve tarifsiz bir acı hissetti. Onu diğer darbeler izlemeye başladı. Can havliyle kollarından birini kurtarıp bir hamle yaptı ve katillerden birinin gözlüğünü yere düşürdü. Dört koldan saplanan bıçakların açtığı yaralar ve hızla boşalan kan onu mecalsiz bırakmıştı. Biraz sonra, kanıyla kızarmış karların üzerine uzanıp kaldı. Bu sırada araç trafiği akmaya devam ediyordu.
***
Saat altıya yaklaştığında önce sokakta çikolata bekleyen çocuklar umutlarını yitirip teker teker evlerine çekilmeye, sonra da Xezal Ana’nın hanesindeki bekleyiş yerini tedirginliğe bırakmaya başladı. Eşref çarşıda en az bir saat kadar işleriyle uğraşmış sonra da eve gelmişti ve abisiyle karşılaştıklarında onun eve doğru yürüdüğünü görmüştü. Bu durumda onun kendinden epeyce önce eve varmış olması gerektiğini düşündü. İçine bir kurt düştü. Sofra kurulmuş ama kimse oturmuyordu. Şengül ortalıkta „Abime bir şey oldu, abime bir şey oldu“ diye dolaşıyor, Xezal Ana’yla diğerleri onu sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Tam o sıra evin önüne bir araba yanaştı, bir iki dakika sonra da kapı çalınmaya başladı. Kadınlar koşup açtılar, karşılarında iki polis duruyordu. „Eşref evde mi?“ diye sordu biri. „Evet, hayrola?“ yanıtının ardından „Birkaç dakikalığına bizimle gelmesi gerekiyor“ diye devam etti. Zaten gergin bir bekleyişte olan aile iyiden iyiye paniklemeye başladı. Şengül hala ve hiç aralıksız „Vallahi abime bir şey oldu“ diye bağırıp çağırıyordu.
Eşref, içinde bulunduğu polis otosunun İki Nisan Caddesi’nin girişindeki kalabalığa yaklaşırken yavaşlamasından ve oradaki polis yoğunluğundan, çok inanası gelmese de olan biteni anladı. Sonuçta o da bir yurtseverdi ve ülkede her gün meydana gelen olaylardan haberdardı. Yerde, karların üzerinde, kendi kanına bulanmış bedeniyle yatmakta olan abisini tanıdı. Arabadan indi, sükunetini koruyarak yaklaştı ağabeyine. Acısı beynini parçalıyor gibiydi. Yine de zaaf göstermedi ve etrafı incelemeyi de ihmal etmedi. Yerde bir gözlük ve birkaç ayrı marka sigaraya ait izmaritler vardı.
Orhan’ın cenazesi devlet hastanesi morguna taşınırken olayı duyan yurtseverler ve aile bireyleri de hastaneye akın etmeye başladılar. Kısa bir süre sonra hastanenin önü ana baba gününe döndü. Gelenler arasında Emniyet Müdürü ve epeyce kar maskeli polis de vardı. Bir de Nizam.
Evet, Nizam da oradaydı. Orhan Karaağar’ın lise son sınıfta okuyan, yeni nişanlanmış kardeşi. Aile bireylerinin yanında, gergin ve çok üzgün bir halde durmaktaydı. O ara Emniyet Müdürü yanında birkaç polisle birlikte aileye yaklaştı ve „Size söz veriyorum, en kısa zamanda failleri yakalayıp adalet önüne çıkaracağım“ dedi. Nizam bir adım öne çıkıp elini müdürün omzuna koyarak ve orada olanların tümünün duyabileceği bir şekilde „Ben de size bir söz vereyim o halde Müdür Bey, söz olsun ki katilleri bulacak ve şah damarlarını sökeceğim.“
Bu sözlerden sonra Müdür aileye ve oradakilere cenazeyi gece defnetmelerini söyledi. Eşref devreye girdi ve cenazenin sabah ve usulüne uygun yapılacağını, aksini asla kabul etmeyeceklerini söyledi, dediğinin de arkasında durdu. Sabaha kadar morgun önünde nöbet tuttular, sabah olunca da oldukça görkemli bir törenle, sloganlar eşliğinde cenazeyi Hacıbekir Mezarlığı’na getirerek Orhan’ın şanına yakışır bir biçimde defnettiler.
Xezal Ana ağlıyordu. Şengül ağlıyordu. Barış ağlıyordu. Özlem ağlıyordu. Her akşamüstü „Xalê Orhan hat“ diye koşturan çikolatacı çocuklar, onların anneleri ağlıyordu. Eşref ve Nizam’ın gözyaşlarıysa içlerine akıyordu.
Nizam ve kız kardeşi Barış o tarihten sonra okulu bıraktılar, nişanlılarından ayrıldılar. Nizam bir süre bazı araştırmalar ve görüşmeler yaptı. Sonrasında bu iki kardeş epey bir süreliğine ortalıkta görünmedi, kırsala çekilmişlerdi.

‘Molla Ahmet, abimi öldürdün!’

Hacıbekir Mahallesi’nde Molla Ahmet namıyla bilinen biri yaşamaktaydı. „Hizbullahçı“ diye nam salmıştı. Dönemin çeteleriyle içli dışlı olduğu da hakkında bilinenler arasındaydı. Orhan’ın ölümünden bir süre sonra, bir günün akşam saatlerinde evinin önünde oturmuş çay içiyordu. Birden genç bir adam belirdi karşısında. Gencin eli giysisinin cebinde bir ağırlık taşıyor gibiydi. Bağırdı: „Molla Ahmet, abimi öldürdün, bunu senin yanına bırakacağımı mı sandın?“
Molla’nın eli çok hızlı bir biçimde beline gitti ve orada durmakta olan ondörtlü tabancayı çekti. Ancak gelen genç kimin karşısında olduğunu iyi biliyordu ve ona göre hazırlığını yapmış, eğitimini almıştı. Kaşla göz arasında, giysinin arasından otomatiğe alınmış bir kalaşnikofun namlusu göründü ve otuz merminin tamamı Molla’nın göğüs bölgesine doldu. Kalbinin civarında adeta bir çukur açılmıştı. Oracıkta yığıldı kaldı.
Nizam geldiği hızla uzaklaştı sokaktan.
Karaağar ailesi, evlerine epey yakın mesafeden gelen silah seslerini duydu ama aileden hiç kimse bu seslerin anlamını henüz bilmiyordu. Silah seslerinden biraz sonra bu kez zılgıtlar eşliğinde mahallede oluşan şenliğin, çekilen halayların anlamını da sonra öğrendiler.
***
Nizam ve Barış olaydan bir süre sonra ayrı ayrı yakalandılar. Nizam yaptığı işi üstlendi, abisinin katilini öldürdüğünü söyledi mahkemede, siyasi savunma yaptı. İdam cezası aldı, yaklaşık yirmi yıldır yatıyor. Yasanın değişmesi ve idam cezalarının müebbete dönmesiyle yakın bir zamanda çıkacak. Böylece Karaağar Ailesi yitirdiği iki oğuldan birine kavuşmuş olacak. Xezal Ana hariç. Onun kalbi bunca acıya dayanamadı… Orhan’ının yanına gitti. Aynı mezarlıkta ve birbirlerine epeyce yakın yatıyorlar.
Şengül, Tutsak Aileleri Dayanışma Derneği içinde bir aktivist.
Barış, örgüt üyeliğinden bir süre yatıp çıktı. Şimdi evli ve bir çocuğu var. Eşref halen Xezal Ana’yla kaldıkları evde yaşıyor ve erkek olarak ailenin büyüğü durumunda. O da çoluk çocuğa karışmış. En küçük kardeş olan Özlem dahil bütün aile Orhan’ın yaşam tarzını, doğaya ve topluma bakışını rehber edinmiş durumdalar ve yeni Orhan’lar yetiştiriyorlar…
[1] Orhan Amca geldi, Orhan Amca geldi!

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.