Türk-İslam faşizminin aydın kırımı: SİVAS KATLİAMI

Haberleri —

Alevilerin direnişçi önderlerinden, Alevi tarihinin önemli simalarından Pir Sultan Abdal, Sivas’ın Yıldızeli ilçesine bağlı Banaz Köyü’nde yaşamış; bu nedenle Banaz, Aleviler için önemli bir merkeze dönüşmüştür. Pir Sultan Abdal’ın hatırasını Alevilerin güncel mücadelesiyle birleştirme perspektifiyle 1976’da yola koyulan Pir Sultan Abdal Kültür Derneği de Banaz’da, 1989 yılından itibaren etkinlikler düzenlemeye başlar. Etkinliklerin dördüncüsü, 1-4 Temmuz 1993 tarihleri arasında düzenlenecektir ve değişik kesimlerden çok sayıda kişiye davetiye gönderilmiştir. Yazarlar, ozanlar, şairler, demokratik kitle örgütü temsilcileri, gazeteciler… Yüzlerce kişiye gönderilen çağrıya olumlu yanıt veren yüzlerce kişi, 30 Haziran 1993 günü akşamı, Ankara’dan otobüslerle yola çıkarak Sivas’a ulaşır. Sivas’ta yaşayan Aleviler, misafirlerini coşkuyla karşılar.


BAHANELERİ AZİZ NESİN’Dİ

Bu sırada kentte, Aziz Nesin eksenli bir kara propaganda çalışması da yürütülmektedir. Sünni İslam’ı kendilerine kılıf edinip bugünkü DAİŞ faşizmine benzer bir zihniyetle devletin tetikçiliğini üstlenen gruplar, kentte bildiriler dağıtırlar. Ayrıca, Malatya, Maraş, Elazığ, Çorum, Tokat, Kayseri gibi kentlerden kente, bu grupların insan öldürmekte mahir üyeleri taşınır. Dağıtılan bildirilerde, Alevilerin etkinlikleri, “Mü’minlere öz canlarından daha ileri olan Allah Resûlü’ne ve O’nun temiz zevcelerine, Allah’ın beytine ve kitabı Kur’an’a alçakça küfredilmekte ve mü’minlerin izzet ve namuslarına saldırılmaktadır. … Salman Rüşdi köpeği Müslümanların çok az olduğu kafir bir ülkede korkudan sokağa çıkmaya bile cesaret edemezken onun yerli uşağı Aziz Nesin köpeği, yanında kendisiyle beraber bir ekiple birlikte şehrimiz Valisi tarafından davet edilip şehirde adeta Müslümanlarca alay edercesine gezebilmektedir. … Gün Müslümanlığın gereğini yerien getirme günüdür.” gibi ifadelerle anlatılır.

Dozu sistematik olarak yükseltilen bir provokasyon ve nefret ortamı geliştiriliyordu. Müslümanlar Alevilerin etkinliğine karşı kışkırtılıyor; adeta gerçekleştirilecek katliama günler öncesinden ortam hazırlanıyordu. Bu sırada devrimcilerin, demokratların bildiri dağıtmak gibi sıradan demokratik eylemlerine bile kanlı müdahaleler gerçekleştiren devlet güçleri ise tepkisiz kalıyor; katliamın hazırlanmasına en hafif tabirle göz yumuyorlardı.

Alevi düşmanlığı ve Müslümanlara yönelik kışkırtıcı propagandalar, kentin yerel basını eliyle de yaygınlaştırılıyordu. Başta Hürdoğan, Bizim Sivas, Hakikat, Anadolu, Yeni Ülke ve Taraf gibi gazeteler olmak üzere birçok yayın organında Alevilerin etkinliği, “İslamiyet düşmanlığı” olarak servis ediliyor; Sünni Müslümanlara “uyumama”, “gerekli cevabı verme” çağrısı yapılıyordu.

Onlarca kitabı bulunan, politik hicivde memleketin en önemli isimlerinden olan ve açtığı vakıfla kimsesiz çocukların eğitimi konusunda dünyaya örnek olan Aziz Nesin ise faşistlerin öncelikli hedefi konumundaydı.


35 CAN KATLEDİLDİ

2 Temmuz günü tahrikler sonuç verdi ve faşist grupların öncülüğünde binlerce kişi, etkinlik katılımcısı aydınların kaldığı Madımak Oteli’ne doğru, “Sivas size mezar olacak”, “Şeriat gelecek, zulüm bitecek”, “Muhammed’in ordusu kafirlerin korkusu”, “Yaşasın Hizbullah”, “Kahrolsun laiklik” gibi sloganlarla yürüyüşe geçti. Saldırganların ilk hedefi, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği tarafından yaptırılan Halk Ozanları Heykeli oldu. Heykeli kazma ve balyozlarla parçalayarak sürüklemeye başladılar. Bir grup ise etkinliklerin gerçekleştirildiği kongre merkezine saldırdı; fakat burada etkinlik katılımcıları tarafından geri püskürtüldüler. Saldırı boyutlanıyor, katılım yükseliyordu. Güruh, 150 etkinlik katılımcısının kaldığı Madımak Oteli’ne yöneldiğinde polisin tek yaptığı, ara sıra “Dağılın, böyle yapmayın” demek oldu. 

Nihayetinde güruh, devletin adeta gözetimi altında oteli ateşe verdi. Çoğunluğu Alevi 33 can, tekbir sesleri arasında katledildi. Her biri önemli sanatsal, bilimsel eserlerin yaratıcısıydı.


DEVLET SUÇ ORTAKLIÐINI GİZLEYEMEDİ

Katliam sonrasında devlet ise bildiğimiz gibiydi. Olaylar, “münferiden” gerçekleşmişti; vatandaş, etkinlik gerçekleştiren Aleviler ve Aziz Nesin tarafından tahrik edilmişti. Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) katliama ilişkin açılan davanın iddianamesinde, “olaylarda bir örgüt aramanın gereksiz olduğu, katliamın Aziz Nesin’in tahrikleri neticesinde gerçekleştiği” tespit edilmiş; sanıkların cezalarında da dörtte bir oranında indirime gidilmesi uygun görülmüştü!

Dönemin yöneticilerinin kimliği bile aslında, olayın arkasındaki “örgütü”, devleti açığa vuruyor. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, başbakanı Tansu Çiller, Emniyet Genel Müdürü ise Mehmet Ağar’dır. Bu dönem, Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesini her gün daha fazla geliştirdiği, Kürt halkının Alevisi, Sünnisiyle Özgürlük Hareketi’ne akın akın katılmayı sürdürdüğü; devletin ise bu gelişimin önüne geçmek için kanlı senaryoları devreye koyduğu bir dönemdir. JİTEM, Hizbullah gibi yapılanmalar üzerinden devlet, Kuzey Kürdistan’da bir güvensizlik ortamı yaratmayı, halkı sindirmeyi ve mücadeleden uzak tutmayı hedefliyordu. Sivas Katliamı, dönemin Kürt ve devrimci karşıtlığıyla meşhur yöneticilerinden ve onlar öncülüğünde yürütülen bu savaştan ayrı düşünülebilir bir katliam değildir.


DEMİREL, ÇİLLER, AÐAR, İNÖNÜ TÜRK DEVLET GELENEÐİNİN ORTAKLIÐI!

Zira katliamdan sonra dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, “Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş. Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır. Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur, bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır” demiş ve devam etmişti: “Vatandaşlarla polis ve asker karşı karşıya gelmemiştir, bu memnuniyet vericidir.”

Kürdistan’daki kontra faaliyetlerin komutasını üstlenen Başbakan Tansu Çiller, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” diyerek, tarafını doğrudan ifade etmişti.

Dönemin SHP’li Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, oteldeyken kendisini telefonla arayan Aziz Nesin’e, “En kısa zamanda takviye güç gelecek, kimsenin kılına zarar gelmeyecek” demiş, ama ne devletine söz geçirebilmiş ne de bunun gerçek bir eleştirisini yapabilmiştir. Kendisini eleştirenlere ise, “Ne yapayım yetkim yoktu” diyerek sorumluluktan sıyrılmaya çalışmıştır.

Dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu’nun da saldırganlardan farkı yoktu: “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir.”

Sivas Emniyet Müdürü Doğukan Öner’in, polislerin “Saldırganlara karşı ne yapalım” sorusuna “Müdahale etmeyin” emri verdiği iddia edildi; Öner, 10 Temmuz’da görevden alındı. Sivas Valisi Ahmet Karabilgin’in şu sözleri ise, iddianın teyiti gibiydi: “Birçok yerden yardım istedim.Yardım, iş geçtikten sonra geldi. Taleplerimi dikkate almayanlara dokunulmadı.”

Dönemin Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu ise, saldırgan güruhun öncüsü pozisyonundaydı. Saldırganlarla Madımak Oteli önünde buluşan Karamollaoğlu, “Bir defa şöyle bir fatiha okuyalım. Şunların ruhuna el fatiha diyelim” demişti. Kendisi halen Saadet Partisi yöneticisi olarak siyasette…


HEPSİ MEVKİ MAKAM SAHİBİ!

Sivas Katliamı’nda devlet ortaklığı, katliamın sanıklarının ve sanıkların avukatlarının politik pozisyonları, kariyerleriyle de defaatle açığa çıktı. Katliam sanıkları ve avukatları, sistem partilerinden milletvekili oldu, devletin önemli kurumlarında yönetici pozisyonlara getirildi. 35 canın katliamından sorumlu olanların avukatlarının büyük bölümü AKP’den milletvekili oldu. Bular arasından Hayati Yazıcı Devlet Bakanlığı’na, Şevket Kazan Adalet Bakanlığı’na kadar yükseldi. Milletvekili olmayanlar ise Darülaceze Müdürlüğü, Belediye Başkanlğı gibi muhtelif görevlerle onurlandırıldı!

Dönemin devlet yanlısı gazeteleri de katliamdan sonra saldırgan güruh yanında saf tuttu. Gazetelerin işlediği ortak tema, Aziz Nesin’in halkı galeyana getirdiğiydi. Bu söylemle katliamı meşrulaştırmaya çalışan gazetelerden Hürriyet, “Sivas’ta ‘Aziz Nesin’ isyanı”, Türkiye ise “Sivas’ta fitne: 35 ölü” manşetiyle çıktı.


DAVA DÜŞTÜ, ‘HAYIRLI OLSUN!’

Sivas Katliamı Davası’nın akıbeti de bildiğimiz, alıştığımızdan farklı olmadı. Davada, 28 Kasım 1997’de açıklanan ilk karara göre, 33 sanık TCK 146/1 uyarınca idama, 14 sanık 15 yıla kadar hapis cezalarına mhkum edilmişti. Yargıtay, hapis cezalarını onadı; ancak 33 idam cezasını usulden bozdu. Sanıklar, 16 Haziran 2000’de yeniden idam cezasına çarptırıldı; 2000’de idamın kaldırılmasıyla cezaları müebbet hapis cezasına çevrildi. Sanıkların avukatı Şevket Kazan, Refahyol Hükümeti’nde Adalet Bakanı oldu; bakanlığı sırasında sanıkları cezaevinde ziyaret etti. Davada sanık sayısı, tahliyelerle birlikte giderek 33’e kadar düştü. Sanıklar arasında olan ve saldırıya öncülük ettiğini kanıtlayan fotoğraflar bulunan dönemin Sivas Belediye Meclisi üyesi Cafer Erçakmak ile firar eden diğer 8 sanık yakalanamadı! Erçakmak’la ilgili daha sonra çok tartışılan bir ölüm kaydı düzenlendi.

…ve beklenen oldu: Dava, 12 Mart 2012’de zaman aşımından düştü. Avukatlar, katliamın “insanlığa karşı işlenen suç” kapsamında olduğunu, zaman aşımına uğrayamayacağını savunsa da karar değişmedi. Dönemin Başbakanı, şimdinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, davanın düşmesini “Hayırlı olsun” diyerek kutladı.


YARIN: KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa KARASU, katliamı değerlendiriyor.


 DİZİ ARAŞTIRMA SERVİSİ

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.