Türkiye bir ‘Damat koğuşu’ dur (*)

Bugünlerde çok fazla film izliyorum. Dram, romantik, biyografi, az gerilimli… Hikayesini yaşayan bir toplumun iç dünyasından alan ama sunuşunu daha az hırpalayan temalarla yapan…
Ama şu son haftanın olay, Tarantino filmlerini aratmayacak denli şiddet, Oliver Ston’un tüm sorularına yanıt niteliğinde psişik…
Pozantı Cezaevi’nde adi suçlular arasına konulan ve „taş atan çocuklar“ diye bildiğimiz çocukların tecavüze uğramasından söz ediyorum. Aslında tecavüz bu toplumun „gizli-örtük“ en önemli gündemi…
Adaleti sadece kendileri için yaşayan iktidar bloklarının temsil ettiği ülkede „tecavüz“ kapalı ve normal karşılanır. Çürümüş bir toplumda, öfke uyandırmaz, mide bulandırmaz… Hoşgörü anlayışının sıklıkla vurgulandığı bir ortamda insanlar bu tür çirkinliklerle sınav verirler oysa. Ve her zaman olduğu gibi, insanlık dersinde sınıfta kalırlar.
Psikolojik bir sorundur bu; suç olduğunu bildiğin şeyi niye işlersin? Çünkü bu suçu işleyenler, cezanın adalet sisteminden değil, tanrı tarafından konduğunu ve affın da toplumun değer yargılarını düzen bilen kanunun değil, oruç ve namazla mümkün olduğunu bilirler.
Cezaevlerinin adi suçlular için bir ıslah projesi olduğu da külliyen yalan olur.
Ne diyeceğiz bu adamlara? Toplumun kaybedenleri olarak, boncuktan kuş, pet şişeden çiçek ördürterek mi kazanmalarını sağlayacağız? Ayrıca tecavüz suçunu işleyen sadece mahkûmlar da değil; o çocukları mahkûmların arasına koyan gardiyan ve bu emri veren müdür de var aralarında… Başkalarının zaten tırnak içinde olan hayatlarına saldırı, Türkiye’de organize suç dünyasının olağan hali…
Toplum şiddet, taciz ve tecavüz olaylarında örtük haz duyar. Eskiden bunu test etmenin olanağı yoktu ancak şimdi jenerikten hemen sonra çıplaklık ve tecavüz sahnesi gelen tüm filmler o günün rekorunu kırıyor. Ensest o nedenle yaygın. Çocuk gelinler o nedenle çok. Açlık sınırı ve altı hayat sayısı çoğaldıkça, tanrıya yakarışla beraber ahlakta çöküntü de o kadar artmakta. Tanrı günde beş kez namaz kılan, eşikten yatağa dua sürükleyen „aç ve açık“ kullarını tükenmiş ahlakla ödüllendiriyor adeta.
Devletin muhtaç insanları koyduğu kurumların haline bakmakta da yarar var: Akıl hastaneleri, huzurevleri, yetiştirme yurtları ve çocuk yuvaları… Ve „ıslah“ amaçlı yerler: cezaevleri… Taciz, şiddet, tecavüz ve öldürme olayları ile anılan bu yerler toplumun „vicdanı“ ile ahlakçılığı arasında, arafta kalmış. Orada her şey kapalı kapılar ardında olup bitiyor. Bu toplumun yüzde 50’sinin onayladığı sistem dışa dönük şiddeti kışkırtırken, toplum ise içe dönük şiddeti şahlandırıyor.
Tecavüzcülere gelince… Toplumun tecavüz edeni sahiplenmekteki becerisine ve hasılı onu bağrına basan mideye de kusasım var sadece… Aynı insanlar tecavüze uğrayan kızlarını tecavüzcüsüyle evlendirmiş, 12 haftalık bebeğe tecavüze sessiz kalmış, ergen kızının 70 yaşındaki bir adamla yatırmaya razı olmuştur.
Toplumun çarptığı duvar, cahil bilinçlerinin çarptığı ahlaklarıdır, o kadar! Devlet eliyle intikam evine dönüştürülen cezaevleri bu ülkenin aynasıdır… Bu devletin hüküm sürdüğü ülke de artık bir „damat koğuşu“dur!
(*) Damat Koğuşu: Cezaevlerinde adli suçluların kaldığı koğuşlarda tecavüzün varlığı ve yaygınlığına işaret eden argo deyim (GY)
