Türkiye UCM’den niçin kaçıyor?


Carol Bellamy, Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu İcra Direktörü, Barış İçin Lahey Çağrısı’nın açılış oturumuna konuşması. Den Haag (Lahey Hollanda)
Şırnak’ın Uludere İlçesi’ne bağlı Ortasu (Roboski) Köyünde yapılan son sivil katiamı bile tek başına Türkiye’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasına yeter. Yaşlı, genç, çocuk demeksizin katledilen 35 Kürde yönelik katliam kimliklerinden dolayı hedeflendikleri için soykırım, sivil oldukları için insanlık, uluslararası savaş kurallarını hiçe saydığı için savaş suçu sayılacağından tam da Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) kapsamında yer almaktadır. Son katliam bir özürle geçiştirilecek bir konu olmaktan çok, uluslararası hukuk normlarına göre hesap verilmesi gereken bir suçtur. Türkiye Osmanlı’dan bu yana ve son olarak Kürt halkına yönelik Şırnak’ın Uludere İlçesi’ne bağlı Roboski Köyünde 35 sivili katlederek UCM’de acil ve öncelikli yargılanması gereken bir ülke konumuna gelmiştir.
Türkiye UCM’de yargılanabilir mi? Bu yazı Türkiye’nin UCM’deki konumunu, korkularını ve Kürt sorununda işlediği savaş ve insanlık suçlarından yargılanıp, yargılanmayacağını ele alacaktır. Soykırım, katliam ve insanlığa karşı suçların yargılandığı Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kuruluş sözleşmesini dünyada 10 ülke, Avrupa Konseyi üyesi ülkeler arasında ise tek imzalamayan ülke Türkiye’dir.
Çoğunlukla Türkiye’nin UCM’yi Ermeni Soykırımı nedeniyle imzalamadığı düşünülür. Oysa gerçek tam tersidir. UCM yazının içinde ilgili konularda açımlanacağı gibi Ermeni Soykırımı’nı yargılama yetkisine sahip değildir. Türk devletide bunu bilmektedir. Türkiye, UCM’yi Kürt soykırımı suçlamasıyla muhatap olacağı için imzalamamaktadır. Şimdi isterseniz UCM’nin hangi suçları yargıladığına bakıp, bunu Kürt ve Türkiye gerçeğiyle örtüşüp örtüşmediğine bakalım. Özetle UCM yargılama yetkisini şu ana başlık altında toplamaktadır:
Savaş suçlarının kapsamı
a) Kasıtlı olarak öldürmeler, b) Biyolojik deneyleri de içeren işkence ve gayri insani muamele, c) Kasti olarak acı verme veya vücut ya da sağlığa yönelik ciddi hasar, d) Askeri eşya olduğu kesinleşmemiş her türlü eşyanın tahribatı veya yokedilmesi, e) Bir savaş mahkumunu ya da korunan kişiyi hizmete zorlamak, f) Bir savaş mahkumunun ya da korunan kişinin adil ve düzenli yargılanma hakkını kasten elinden almak, g) Hukuka aykırı sürgün, tehcir ya da hapis, h) Rehin alma, i) Düşman tarafında yer almayan sivil nüfusa ya da sivil bireylere yönelik kasdi saldırı, j) Askeri olmayan sivil nesnelere karşı kasdi saldırı, k) İnsani yardım ya da barışı koruma misyonunda yer alan personel, tesis, materyal, ünite, veya araçlara karşı kasten saldırı düzenlemek, l) Sivil can kayıplarının veya yaralanmaların olacağı, sivil nesnelerin tahrip olacağı, geniş alana yayılmış uzun süreli ve ağır çevresel zararın meydana geleceği bilgisi dahilinde kasdi olarak saldırı düzenlemek, m) Her ne sebeple olursa olsun, savunmasız ve askeri olmayan şehir, kasaba, yerleşim yeri veya binalara saldırı düzenleme ve bombalama, n) Ellerini kaldırarak teslim olmuş ve savunmasız durumdaki düşmanı öldürmek ya da yaralamak, o) Düşmana ya da BM’ye ait ateşkes bayrağı, bayrak, askeri işaret ya da üniforma ve Cenevre Konvansiyonu’nda belirtilen amblemlerin ölüme ya da ciddi personel kaybına yol açan yanlış kullanımı, p) İşgal edilen bölgedeki nüfusun bütünüyle ya da kısmi olarak sürgünü ya da göçe zorlanması, r) Dini, eğitsel, sanatsal, bilimsel, hayırsever yardıma yönelik binalarla tarihsel anıtlara ve hastanelere, askeri tesis olmadıklarını bilerek kasden saldırı, s) Karşı taraftan olduğu bilinen kişiler üzerinde fiziksel, kimyasal ya da bilimsel deneyler yapmak ve ölümle ciddi sağlık hasarına neden olmak, t) Düşman millete ya da kuvvete dahil kişileri kalleşçe öldürmek ya da yaralamak...
İnsanlığa karşı suçlar
a) Cinayet, b) İmha hareketleri, c) Kölelik, d) Sürgün ya da nüfusun kuvvet kullanarak göçe zorlanması, e) Uluslararası hukukun temel ilkelerine aykırı olarak fiziksel özgürlüğün hapis ya da diğer şekillerde kısıtlanması, f) İşkence, g) Irza geçme, seksüel kölelik, zorla fuhuş yaptırma, zorla hamilelik, zorla kürtaj-kısırlaştırma ya da benzer önemde seksüel şiddetin her türü, h) Herhangi bir tanımlanabilir grup veya topluluğa karşı siyasi, ırksal, milli, etnik, kültürel, cinsi ya da dinsel zulüm, i) Kişilerin zorla kaybı, j) Irk ayrımcılığı k) Kasti olarak vücutsal, ruhsal ya da fiziksel sağlığa yönelik ciddi zarar veren her türlü gayriinsani muamele...
Soykırım suçu
a) Grubun üyelerini öldürmek, b) Grubun üyeleri üzerinde ciddi bedensel ya da zihinsel zarar meydana getirmek, c) Önceden planlı olarak, kısmi ya da bütünsel anlamda grubun yaşam koşullarında fiziksel tahribat yaratmak, d) Gruba yönelik doğumları önleyici etkili önlemler almak, e) Kuvvet kullanarak grubu bir başka gruba dönüştürmek.
Türkiye UCM’yi tanıdı ama...
UCM’nin yargılama alanları hem tarihsel ve hem günümüz Türkiye ile birebir örtüşmektedir. Türkiye UCM kapsamında kimi halkları uygulamalarıyla yok etmiş ve aynı halklara yönelik politikalarını devam ettirmesinden ve en önemlisi tarihsel ve aktüel olarak Kürtlere karşı istisnasız UCM’nin suç saydığı bütün sözleşme maddelerini ihlal ettiği için anlaşmayı imzalamamakta direniyor.
Hemen belirtmek gerekir ki, Türkiye’nin statüyü imzalaması konusunda, uluslararası hukuktan kaynaklanan bir mecburiyeti yok. UCM Dialog Grubu’na göre UCM’yi imzalamamak bir ülke için “Ben uluslararası hukuk normlarını tanımıyorum. Benim her zaman insanlık suçu işlemem mümkün” anlamına gelmektedir. UCM Başkanı, Dialog Grubu, Uluslararası Hukukçular ve en önemlisi BM, Türkiye’nin Kürt sorunu nedeniyle sözleşmeyi imzalamadıklarını açıkça seslendirdiklerine göre bu şu anlama gelmektedir. Ben Kürtlerin ulusal kökenini, ırkını tanımıyorum. Kürtlerin dillerini, kültürlerini yasaklıyorum. Buna sahip çıkanlar benim savaş nedenim. Kürtleri sistematik olarak yok sayıyor, isimlerini değiştiriyor, göç ettiriyor ve onlara Türk olmalarını dayatıyorum. Kürtlere yaptığım uygulamalar nedeniyle UCM’de yargılanabilirim. Roma Statüsü’nü imzalamamak, Türkiye’nin uluslararası hukuktan kopuşudur. Bu nedenle Türkiye uluslararası hukuka bağlı bir ülke statüsünde tanınmamaktadır.
Kendini Avrupalı sanan ülke
AB üyesi ve adayları arasında, Türkiye dışında statüye taraf olmayan başka ülke yoktur. Hem Avrupa Birliği’ne alınmadığı için kızan, hem de Avrupa ülkeleri içinde UCM’yi tek imzalamayan ülke Türkiye’nin salt bu nedenle bile Birliğe üye olamayacağı da vurgulanmaktadır. Türkiye, resmi olarak 2002 yılında mevzuatında yeterli düzenleme olmadığını, iç mevzuatta yapılacak gerekli düzenlemelerden sonra Statü’ye taraf olacağını açıklayıp, bir süreliğine dikkatleri üzerinden uzaklaştırdı. Türkiye, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda soykırım suçuyla insanlığa karşı işlenen cürümleri suç da saydı ama kendisini bu suçlardan yargılayacak olan UCM’ye yetki vermeyerek, hem güven yitirdi, hem de anayasal değişikliklerde samimi olmadığı kanısını güçlendirdi.
Dialog Grubu, Türkiye değerlendirmesinde şu cümleler dikkat çekici: “Temel olarak, Güneydoğu Anadolu’da devam eden çatışma ortamı ve bu ortamdan kaynaklanabilecek olası suçlar, Türkiye’nin Statü’ye taraf olmamasında önemli rol oynamaktadır. Ne var ki, çağdaş, modern ve kendine güvenli her devlet gibi Türkiye de, terörle mücadelesini soykırım yapmadan, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarını işlemeden sürdürebilir.” Bu ifadede Türkiye’nin ‘terör’ savunması gerekçesiyle, insanlık suçu işleme hakkını kendisinde bulmaması gerektiğinin altı çizilmektedir.
Kıbrıs işgali ve UCM
Türkiye’nin UCM’deki ikinci korkusu Kıbrıs işgalidir. Her ne kadar UCM’nin 2002’den önce işlenen suçlara bakmayacağı karar altına alınmış olsa da, Türkiye’nin 1974 işgalinden beri adada kalıyor olması ve işgali sürdürmesi UCM’ye yargılama yetkisi tanımaktadır. Aynı durumun örneğin Dersim, Ermeni, Asuri vb halklar için de geçerli olduğunu savunun hukukçular, söz konusu geçmişte kalan katiamların yine söz konusu kesimlere hala uygulandığı ve devamlılık arz etmesinden dolayı UCM kapsamına alınacağı belirtilmektedir.
Türkiye’nin Statü’ye taraf olmama gerekçelerinden biri de, Kıbrıs meselesiyle bağlantılı olarak savaş suçları ve saldırı suçu konusunda düğümlenmektedir. Her ne kadar ilk bakışta 1974 yılında yaşanan çatışmanın UCM’nin yargı yetkisi dışında kaldığı düşünülse bile, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan’ın aksi fikirde olduğu konusunda ciddi emarelere rastlanmaktadır. Saldırı suçundan ötürü UCM’nin yargılama yetkisi, Kampala Konferansı’nda alınan karar gereği 2017 yılı sonrasına bırakılmıştır. Türkiye bu nedenle 2017 yılına kadar Kıbrıs sorununu çözme zorunluluğu ile karşı karşıya bırakılmıştır.
UCM Türkiye’nin AB’ye girişini belirler mi? Kesinlikle evet. Mevcut 27 AB üyesi ülke ve resmi 3 aday ülke arasında, Statü’yü imzalamayan tek ülke Türkiye’dir. Mahkeme’nin gelişimi dikkatlice incelendiğinde, başından beri AB’nin her aşamada Mahkeme’nin en büyük destekçisi olduğu görülebilir. Türkiye’nin ilerideki AB tam üyeliği ile ilgili olarak, henüz resmi bir kriter olarak adlandırılmasa da, Roma Statüsü’ne taraf olunması, örtülü bir kriter biçiminde gündeme gelmektedir.
UCM, Türkiye için bir tehdit mi?
UCM, Türkiye için bir tehdit değil, önemli bir fırsattır. Roma Statüsü’ne taraf olan bir Türkiye, tüm insanlığa aynı anda bir mesaj da yayınlar: “Bu tarih itibariyle soykırım yapmayacağım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçu işlemeyeceğim” mesajı. Türkiye, Statü’yü imzalamadığı ya da taraf olmadığı için, her yıl gerçekleştirilen Taraf Devletler Asamblelerine “gözlemci ülke” statüsünde katılmaktadır. Türkiye açısından mahkemeye ilişkin olarak herhangi bir bilgi eksikliği söz konusu değildir. Hem Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, hem Genelkurmay Başkanlığı görevlileri mahkeme ile ilgili gelişmeleri takip etmektedirler. Statü’ye taraf olunmasının, bu aşamada siyasi bir karar olduğu değerlendirilmektedir. Siyasi otoritenin bu konuda bir iradesi olduğu da gerek basına yapılan açıklamalarla, gerek TBMM’deki görüşme tutanaklarında açığa çıkmaktadır. Ne var ki, bu konuda somut adımlar bir türlü atılmamakta, belki de atılamamaktadır.
ONG’ler UCM ve Türkiye
İnsan hakları konusunda faaliyet gösteren belli başlı dernek ve vakıflar, mahkemenin kuruluşundan beri Türkiye’nin de sisteme dahil olabilmesi adına kampanyalar yürütmektedirler. Bu kampanyaların daha etkili ve tek elden yürütülebilmesi adına 2006 yılında Türkiye UCM Sivil Toplum Koalisyonu oluşturulmuştur. Kürdistan’da işlenen suçlardan dolayı Lahey’de yargılanmaktan korkan Türkiye, İsrail’i başka ülkeler üzerinden UCM’ye şikayet etme hakkını da kendinde görebiliyor.
UCM ve Türkiye Deklarasyonu
Uluslararası Ceza Mahkemesi Koalisyonu’nun temelleri, 2003 yılında İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu’nun 18-21 Eylül 2003 tarihleri arasında, Ankara’da ortaklaşa düzenledikleri ve Güney ve Doğu Akdeniz ülkelerinde insan hakları mücadelesi veren sivil toplum kuruluşlarının katıldığı “11 Eylül ve Sonrasında İnsan Hakları ve İnsancıl Hukukun Askıya Alınması Girişimi” seminerinin ardından atıldı. Seminerin ardından hazırlanan Ankara Bildirgesi’nde katılımcılar, soykırım, insanlığa karşı işlenen suçlar ve savaş suçlarını ortadan kaldırmak ve bu suçların işlenmesini önlemek için bölgedeki ülkelerin hepsini UCM Statüsü’nün onaylanmasını hızlandırmaya, UCM uygulama mevzuatını iç hukuklarında benimsemeye davet ettiler. Bu seminerin ardından, UCM Koalisyonu’nun oluşturulması konusunda İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi ve Mazlumder UCM Türkiye Koalisyonunun oluşturulması konusunda ilk adımı attılar. Bu toplantı, UCM için Türkiye Koalisyonunun kuruluşuna da vesile oldu.
Toplantı sonunda UCM Koalisyonu’nun oluşum sürecinde yer alan örgütler 17 Haziran 2005 tarihinde yaptıkları basın açıklamasında aşağıdaki konuların altını çizdiler:
* “Türkiye, mümkün olan en kısa zamanda Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni (UCM) kuran Roma Statüsü’ne katılmalıdır.
* Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ın Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde 8 Ekim 2004 tarihinde yaptığı konuşmasında dile getirdiği, Türkiye’nin UCM Statüsü’ne kısa sürede taraf olacağına dair taahhüdü de hatırlatırız.
* UCM Ulusal Koalisyonu, UCM Statüsü’nün geliştirilmesi yönünde çabalarını sürdürecektir.
* Ulusal Koalisyon bu konuda sürekli çalışarak TBMM’ye Hükümette, kamuoyuna ve medyaya yönelik bir çalışma planını uygulayacaktır.
* Türkiye’de İHD, TİHV, Af Örgütü Türkiye Temsilciliği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, MAZLUMDER, Helsinki Yurttaşlar Derneği’nden oluşan UCM Ulusal Koalisyonu’nun yeni katılımlarla genişletirilmesinin gerekli olduğu saptanmıştır.”
Bu açıklamanın ardından bir strateji toplantısı yaparak kampanya programını oluşturma hedefini önüne koyan UCM Koalisyonu, bu hedefini 23-24 Eylül 2006 tarihlerinde İnsan Hakları Ortak Platformu’nun katkıları ile gerçekleştirmiştir.
UCM Koalisyonu’nun Vizyonu
Türkiye’de ve dünyada soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarının işlenmemesi, etkin soruşturma ve kovuşturmanın sağlanması, cezasızlığın sona ermesi ve hukukun üstünlüğünün tam ve etkili bir biçimde sağlanması için Türkiye’nin UCM’yi kuran Roma Statüsü’ne taraf olmasını sağlamaktır. UCM Koalisyonu, yasama ve yürütme organlarının Roma Statüsü’ne taraf olunması konusunda ikna edilmesini sağlayacak araç ve yöntemleri biraraya getirerek ulusal ve uluslararası kamuoyu baskısı oluşturmak için çalışır.
Koalisyonun stratejik hedefi, güçlü ve yaygın bir koalisyon yapısı oluşturmak ve etkili bir kampanya yürütmektir.
Türkiye’nin Kürt korkusu
Türkiye, İsrail ile ilişkilerinin gerilmesi üzerine Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurmaya hazırlanıyor. Ancak UCM’yi resmen tanımadığı için başka ülkeler üzerinden başvuruyu yapmayı tasarlıyor. UCM’yi tanımama nedeni ise, İsrail’in Filistin’de yaptıklarının benzerlerinin Kürtlere yapılmış olması ve Kürtlerin köy yakma, faili meçhul, infaz gibi olayları UCM’ye taşıması korkusu.
Kürt korkusu dava açtırmadı
Türkiye ile İsrail arasındaki gerilim Mavi Marmara gemisinde 9 sivilin katledilmesiyle ilgili Birleşmiş Milletler (BM) tarafından hazırlanan raporla bir kez daha tırmandı. Başbakan Erdoğan ve hükümet yetkilileri, İsrail ile ilişkileri askıya aldıklarını ileri sürerken, başka yetkililer ise özellikle ticari ilişkilerin devam ettiğini dile getiriyor. Bu çelişkili durum, başka önemli bir konuda daha karşımıza çıkıyor. Türkiye’nin 9 sivilin katledilmesiyle ilgili İsrail’in özür dilememesi ve tazminat ödemeyi kabul etmemesi üzerine uluslararası hukuk yollarına başvurmaya hazırlandığı kaydediliyor. Uluslararası hukuk merci olarak da karşımıza UCM çıkıyor. Son günlerde Türkiye’nin burada dava açmaya hazırlandığı belirtilirken, özellikle bir hususa dikkat çekiliyor. Bu husus da Türkiye’nin taraf olmadığı bir mahkemeye nasıl başvuracağı ile ilgili oluyor. Türkiye UCM’ye taraf olmadığı için dava açma hakkına da sahip değil. Bu yüzden Mavi Marmara gemisinde bayrağı bulunan ve aynı zamanda UCM’yi resmen tanıyan bir devlet üzerinden başvurmayı tasarladığı kaydediliyor. Peki, Türkiye’yi bu kadar sıkıntıya sokan ve buna rağmen halen UCM’yi resmen tanımaktan alıkoyan hususlar nelerdir? En başta da Türkiye’nin UCM’yi resmen tanımaması ve taraf olmaması Kürt sorunuyla ilgilidir.
‘Korku Cumhuriyeti’
Orhan Kemal Cengiz, 3 Haziran 2011’de Radikal gazetesindeki “Türkiye’deki Mladiçler” başlıklı yazısında, Bosna’da katliam yapan Sırp General Ratko Mladiç’in yakalanması ve UCM’de yargılanması durumu ile Türkiye’de benzer dönemlerde yaşanan durumu kıyasladı ve buradan hareketle Türkiye’nin neden UCM’ye taraf olmadığını açıkladı: “Mladiç’in Boşnakları kıyıma uğrattığı sıralarda, Türkiye’de de uluslararası hukuk bakımından çok ciddi suçlar işleniyordu. İnsan hakları örgütlerinin verdiği bilgilere göre, 90’lı yıllarda Türkiye’nin Güneydoğusu’nda 3500 köy yakıldı, yıkıldı ve boşaltıldı. Yine aynı zaman diliminde 17 bin 500 civarında faili meçhul cinayetin işlendiğinden söz ediliyor; JİTEM’in binlerce insanı güpegündüz kaçırıp işkence edilmiş bedenlerini sokağa, meydanlara attığını biliyoruz.”
UCM’lik suçlar
Cengiz, Türkiye’de yaşanan bütün bu durumların UCM’de yargılamalık hususlar olduğunun altını çiziyor: “İşin ilginç yanı, Türkiye bu köy yakma ve faili meçhul cinayetler nedeniyle defalarca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) mahkum oldu... Lahey’de Uluslararası Ceza Mahkemesi var. Bu mahkemenin hangi suçları yargılayacağı, Roma Tüzüğü’nün 5’ten 8’e kadar olan maddelerinde belirtilmiş. Tüzüğün 7. maddesi Türkiye’nin 90’lı yılları bakımından oldukça önemli şeyler söylüyor…”
Kürt sorunu bağlamında UCM’nin tanınmaması durumunun esasında hangi politik yaklaşıma denk geldiğini oldukça iyi bir şekilde özetleyen Cengiz, esasında bugün yapılması gerekenin ne olduğunun da bir bakıma altını çiziyor: “Sırpları takdir ediyorum. Sırplar, savaş suçlularını tek tek Lahey’e teslim ederek, faşist geçmişleriyle yollarını kesin bir şekilde ayırıyorlar. Geçmişin hesabı sorulacak korkusuyla uluslararası bir mahkemenin yargı yetkisini tanıyamayan bir Türkiye, tam anlamıyla demokratik bir ülke olabilir mi? Bu acılı geçmişle yüzleşmeden Kürt sorununu çözebilir miyiz?” DEVAM EDECEK
ALİ ÖZŞERİK
