Türkiye zindanda işkence etti, Almanya yaşamını zindana çevirdi

Haberleri —

OSMAN OÐUZ / NÜRNBERG


“Keşke yapmasaydım demiyorum” diyor Roza Karayiğit; üstüne bastırarak tekrar ediyor: “Asla, asla demiyorum; hatta daha fazlasını yapmak istiyorum.”

Onun hâlindeki birinden bu cümleleri duymak, bir yanıyla garip ama diğer yanıyla Kürt’ün ahvalinden bir parça. Almanya’nın Nürnberg kentinde, Kürdistan’dan tastamam 2 bin 650 kilometre ötedeyiz; ama İbn-i Haldun’un meşhur sözü giriyor devreye: Coğrafya, kaderdir.

Karşımızda üzeri un ve yağ lekeleri dolu iş önlüğüyle oturmuş meramını anlatan Roza Karayiğit, işkence görmüş, hapis cezası almış bir Kürt kadını olarak 2002’de Almanya’ya gelmiş ve iltica etmiş. Ama ilticasına sebep ne varsa, hepsi gelmiş peşinden: Üzerinde ‘150 Euro’ yazan bir fiş yüzünden tam 11 yıldır pasaportu yok. Yeter mi? Yetmez elbette. Bir Kürt için bu kadarı, çok alt perdeden bir zulüm. Devlet ona her hafta gaspçıların, uyuşturucu kaçakçılarının gittiği bir polis merkezinde imza atma zorunluluğu getirmiş. Yeter mi? Yetmez. Üstüne bir de yaşadığı yerin 10 kilometre çevresi dışına çıkma yasağını ekleyin. Ama o da yetmez: Çalışma yasağını da ekleyin.

Düşünün: Sömürgecinin bitmek tükenmek bilmez zulmünden kaçıp ‘demokratik’ bir ülkeye sığınıyorsunuz ama orada da “Madem teslim olmuyorsun, o halde eziyetlerden eziyet beğeneceksin” diyen bir iktidar aygıtıyla muhatap oluyorsunuz.

Roza Karayiğit’le zulümle tanışma ve ona direnme tarihini konuştuk. O tarihte, biraz da Kürt’ün hikâyesini.


Babası işkenceden öldü

Karayiğit, 1971 yılında Mardin’in Savur ilçesinde doğmuş. Ailesi, demokrattır; Kürt Özgürlük Hareketi’yle de daha ilk dönemlerden itibaren tanışırlar. Babası, 12 Eylül döneminde memurdur; önce Maraş’ın Elbistan ilçesinin Büyükyapalak Köyü’ne sürgüne gönderir, oradan da gözaltına alırlar: Sonrası Diyarbakır Zindanı. Ağır işkenceler görür ve çıktıktan sonra yalnızca 6 ay devam edebilir yaşamaya.

Bu sırada aile, Adana’ya sürgün gitmek zorunda kalır. Ailenin Özgürlük Hareketi’yle bağı, bu tarihlerde daha da güçlenir. Devlet baskı yaptıkça aile daha da politikleşir; bastırılmaya çalışıldıkça daha net çıkar devletin karşısına.


Kardeşler dağlara, Roza hapse…

Roza’nın kardeşi Mustafa, 1990’da gerilla saflarına katılır; Pervari’de şehit düşer. Azad, abisi ardından duramaz artık, 1992’de de o katılır; Dersim’in Pülümür ilçesinde şehit düşer. Onun katıldığı dönemde Pîroz daİskenderun Üniversitesi’ni terk edip dağların yolunu tutar. 7 kardeşin 3’ü gerilla olmuştur. Diğer kardeşlerden biri, İstanbul’da tutsak düşer ve 12 yılını zindanda geçirir. 

Roza da 90’lı yıllardan itibaren politik mücadeleye aktif katılmaya başlar. Kürt halkının demokratik kurumlarını mesken edinir kendine. Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) yönetimine girer. 1998’de Adana İl Genel Meclisi’ne aday gösterilir. Bu sırada gözaltılar, mahkemeler… “Örgüte yardım ve yataklık etmek” suçlamasıyla üç buçuk sene hapis cezası alır. Roza’dan dinleyelim kalanını:


“Dosyamı Yargıtay’a gönderdik. İşkence gördüğüme dair de raporlarım vardı. Adana Emniyeti’nde işkence gördüm. O dönemde kimseye o rapor verilmiyordu. Ben işkence gördüğümde bir de hamileydim. Numune Hastanesi’nin başhekimi, bana rapor verdi: İşkence görmüş, hayati tehlikesi var. Sonra tahliye oldum ve Yargıtay kararını beklemeye başladım. Yargıtay galiba o raporu alabilmeme sinirlenmişti. Normalde yerel mahkemede üç buçuk sene ceza almışım, Yargıtay bozar mı diye bekliyorum, Yargıtay cezayı 12 seneye çıkarıp geri gönderdi.”


‘En kısa şöyle söyleyeyim…’

İşkenceyi sorunca biraz duraksıyor Roza ve “Bence hiç anlatmayalım orayı, boşver” diyor. Sonra dayanamayıp, “Sana en kısa şöyle söyleyeyim” diye başlıyor ve devam ediyor: 


“Benim oğlum Azad, 6 aylıktı. Beni gözaltına aldıklarında ‘Sarı İbrahim’e telefon açıp ‘Erzak getirdim’ diyeceksin, o da Amanos’a gelecek’ dediler. Pusu kuracaklar böylece. Yoksa Azad’ı bir daha göremeyeceğimi söylediler. Bir ara ‘Tamam’ dedim. İşkenceden çıkmıştım, Azad’ı da yanımdan almışlardı. Sigaramı içtim, Azad’ı getirdiler yanıma, mamasını yedirdim, sonra polisleri çağırdım. Dediler, ‘Karar verdin mi?’ Dedim, ‘Evet, karar verdim, aramıyorum.’ Gözümü hastanede açtım. Hayatta en kötü şey, bir bebeğin annesine karşı kullanılmasıdır, sadece öyle diyeyim.”


Sürgün yolu: Bir buçuk yıl

Bu olan bitenden sonra Roza’nın yurtdışına çıkmasına karar veren, yoldaşları olur. Artık başka şansı kalmamıştır. En küçüğü 6 aylık dört çocuğunu Türkiye’de bırakıp yola düşer: “Yürüyerek geldim buraya, çok büyük zorluklarla. Balkanlar üzerinden, bir buçuk senede. Yollarda yakalana yakalana…”

Almanya’ya ulaştıktan sonra iltica eder ve somut raporlarından da dolayı talebi hemen kabul edilir. Oturumunu alır, ev tutar, çalışmaya başlar ve hemencecik eşini ve çocuklarını yanına getirir. Eh, onca bedel verdiği kavgadan da vazgeçecek değildir ya; vaktinin de, emeğinin de çoğu derneğindir artık. Kürt Özgürlük Hareketi’nin yaşadığı kentteki çalışmalarına katılmaya başlar.

Bilmeyenler için bir ara not: PKK, 1993 yılından bu yana Almanya’da ‘hususi olarak’ yasaklı. Yapılan yorumların çoğu, yasağın Türk devleti ile Alman devleti arasındaki ilişkilerden kaynaklandığına dikkat çekiyor. Yasağa dair uygulamaların Almanya-Türkiye ilişkilerindeki güncel gelişmelerle bağına bakmak da bu iddianın sağlamasını ortaya koyuyor.


Tek bir fiş…

Roza’nın üzerinde 2006 yılında bir ‘fiş’ ‘yakalanıyor’. Tek yapraklık bir bağış fişi; üzerinde ‘150 Euro’ yazıyor. “Sel felaketi vardı, ondan dolayı bağış topladık” dese de dinletemiyor. Yaptığı iş, ‘yasaklı bir örgüt adına para toplamak’ olarak tasnif ediliyor ve gözaltına alınıyor: 


“Para cezası verdiler, bir de pasaportuma el koymuşlardı zaten, başka arkadaşlarla birlikte. O dönemde 3 bin 900 Euro para cezası, bir de mahkeme masraflarını ödedim. Büyük kızımın pasaportunu da aldılar ama sonra mücadele ettik, onu geri aldık. O günden beri haftada bir imza atıyorum. Bir de 10 kilometre sınırı var. Gitmezsem 375 Euro ceza…”


Yıl olmuş 2017; biz bu olayı neden hâlâ konuşuyoruz? Çünkü o ceza, halen bitmiş değil. Bu bir kadına, Roza Karayiğit’e karşı Alman devleti, adeta psikolojik harp uyguluyor. Öyle ki Roza, artık Türkiye’deki cezalandırma sistemini bile arayacak hale gelmiş: 

“Ben Türkiye’de de gözaltı süreci yaşadım. Çocuklarım gözaltında da değil, hücrede kaldılar. Türkiye’de ceza alıyorsun, yatıyorsun çıkıyorsun. Ama buradaki ceza, seni, çocuklarını psikolojik olarak mahvetmek istiyor. Bitmiyor, bir türlü bitmiyor.”


‘PKK’yim, YPG’yim, hepsiyim!’

Roza Karayiğit, sadece halkı için aldığı 150 Euro bağış gerekçe gösterilerek 11 yıldır eziyete maruz kalıyor. Psikolojisi harap ama bir yandan direngen. Pazartesi günleri polis merkezine imza atmaya gidiyor. Şöyle anlatıyor:


“Etkiliyor beni tabii ki. İmza gününde çok tedirgin, çok sinirli oluyorum. Arkadaşlar geliyor, beni yalnız bırakmıyorlar ama yine de... Zaman zaman polislerle sorun yaşıyorum. Bir sürü kişi orada imza atıyor; kimi eroinden, kimi hırsızlıktan, kimi fuhuştan. Ben siyasiyim, gittiğimde onlar gibi karşılanmayı, o gözle bakılmasını istemiyorum. Bazı polisler bunu bildiği halde sorup duruyor: Sen niye geldin? Geçenlerde bir Nazi destekçisi polisle tartıştık. Artık canıma tak etmiş, bir isyanla dedim, ‘Ben PKK’yim, YPG’yim, YPJ’yim, hepsiyim, o yüzden geldim!’

Bazı iyi polisler de var tabii. Kendi sistemleriyle dalga geçiyorlar. ‘Bomba getirdin mi, üstünü arayalım mı’ diye şaka yapıyorlar. Karşılarında üzeri un izleriyle, çalışma izleriyle dolu bir kadın ama suçlu gibi gelip imza atıyor.”


Ekonomik çökertme!

Roza, şimdiye kadar 10 kilometre yasağını ihlal ettiği ya da imza atmaya gidemediği için defalarca kez para cezası almış. Her defasında 375 Euro. Bunun üzerine mütemadiyen kaybettiği mahkemelerin ona yüklenen masraflarını ekleyin. Ve bir de çalışma yasağı…


“Maddi olarak beni çökertmeye çalıştılar. Bir ara çok kötüydüm. Avrupa’nın göbeğinde ekmek bulamadım. Her tarafımı sarmışlardı. Çalışıyordum, işyerimi bastılar. 5 sene resmi çalıştığım işyerinde gelip milletin içinde elime kelepçeyi takıp götürdüler. Sanki ben suçluyum. İş bulamıyorsun, her yerde fişlisin. Ama ne oldu? Mücadele ettim, sonunda onların zoruyla, zoruyla iş kadını oldum. Kendi elleriyle bana böyle azim verdiler. Kızımın dükkanıdır. Anne olduğum için sınırsız evladıma yardım edebiliyorum, o hakkım var. Bütün yasalarını biliyorum artık.”


Boşa düşen ‘yalnızlaştırma’

Kriminalizasyonun niyetlerinden biri de yalnızlaştırma. Devlet, ‘tecrit’i sadece cezaevlerinde değil dışarıda da Kürt’e karşı bir özel savaş silahı olarak kullanıyor. 


“Şaka da olsa bazen insanlar, ‘Roza’nın yanına gittiniz, oturum alamayacaksınız’ diyor. Tedirgin oluyorlar tabii. Mesela birinin eşi, bana telefon numarasını vermek istiyor, ‘Verme’ diyor, ‘Roza’nın telefonu dinleniyor.’ Böyleleri de var.”


Kürt halkının politikleşme düzeyi, bu silahla mücadele gücü veriyor; dolayısıyla Roza Karayiğit, sevinçle ve umutla hiç yalnız kalmadığını söylüyor.


“Hep söylüyorum: Beni bırak, kızıma yöneldiklerinde buradaki Kürtlerin çok büyük emeği oldu. Bir sürü miting yapıldı. Hiç yalnız kalmadım. Pazartesi imzam var, hiç yoksa beş kişi beni arar. Çoğu zaman imzaya yalnız gitmiyorum. Çıktıktan sonra da illa ki biri arar, kahve içmeye gideriz, moral verirler. Devlet beni yalnızlaştırmaya çalıştıkta ben çoğalacağım. Öyle.”


‘Bunlar geri adım attırmıyor’

Özellikle kardeşlerinden ve ailesinden bahsederken bir ara gözünden yaş da geliyor Roza’nın ama bunca yıl direnmiş, direnişi kimlik edinmiş bir kadın o; hemen toparlanıyor ve “Asla kimsenin yanında ağlamam. Polise gittiğim zaman da havalı havalı giderim, kimseye minnet etmem. Demesinler ki, bak heder oldu” diyor. “Peki bunca olan bitenden sonra hiç ‘Keşke yapmasaydım böyle şeyler’ dediğin oldu mu?” diye soracak oluyoruz, oldukça net yanıtlıyor:


“Asla demiyorum. Daha fazlasını yapmak istiyorum. Çünkü gerçekten, içten söylüyorum: Pazartesileri, evet moralim bozuluyor, ama polisten çıktıktan sonra kendimi toparlıyorum. Kendi kendime diyorum ki, benim iki kardeşim özgürlük için savaştı, mezarları bile yok. Biz 7 kardeşiz ama hiç birbirimizi görmedik, kardeşliği yaşamadık. Annem bizi yetim büyüttü ama hepimizi okuttu. Ölürken ailesinden neredeyse kimse yanında yoktu. Tabii Barış Annesi’ydi, halk ona çok görkemli bir cenaze töreni düzenledi. Ama biz de isterdik, yanında olalım; evlatları yanında olsun. Ama bunlar bana geri adım attırmıyor. Tam tersine, beni daha da öfkelendiriyor, bir şeyler yapmak istiyorum.”


‘Cezası neyse verip…’

Roza Karayiğit, yaşadıklarıyla ilgili hukuken elinden geleni yapmış. Bir ara hep mahkeme kaybetmekten bıksa da, ‘yalnız olmamak’ direnişe yeniden sarılmasını sağlamış. İç hukuk tükendiğinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidecek ve tükenmesine yalnız bir mahkeme kalmış. “İnanıyorum, gerçekten inanıyorum” diyor: 


“Çektiğim her şeyin hesabını soracağım. Sonra da AİHM’den aldığım tazminatı cebime koyacağım, cezası neyse verip meydana çıkacağım, doyuncaya kadar sloganımı atıp geleceğim.”


Artık görüşmemiz bitti, Roza Karayiğit karnımızı da doyurdu, kalkıp gideceğiz. Bunca anlattığının üstüne gülüyor hâlâ: “Merak etmeyin, daha çok röportaj yapacağız. Uzun süre devam edecek bu zulüm.”

Umarım ki kısa süre sonra hukuki mücadelesini nasıl kazandığı olur röportaj konumuz.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.