Türkiye’de yargı çürümüştür

Cafer TAR yazdı —

  • Hatırlarsınız, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay arasındaki gerilimden önce Türkiye, İstanbul Adliyesi ve Yargıtay arasındaki rüşvet çarkını konuşuyordu. Daha birkaç gün önce İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İstanbul Adliyesi’nde yaşanan rüşvet olayları için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu göreve davet etmişti.

Türkiye’de bütün kurumların çivisi çıktı; devlet dediğiniz şey eğer bir ahengi varsa toplum yaşamına nispeten olumlu bir katkısı olur. Yok eğer aksine devlet kurumları arasında ahenk ortadan kalmış, her bir kurum diğerini kendine rakip olarak görüyorsa ve hatta bir adım daha ileri gidip diğerine tuzak kuruyorsa orada devlet aygıtı yavaş yavaş çürümeye başlamış demektir.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’la ilgili “Hak İhlali” kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri için suç duyurusunda bulunması bize devlet içerisinde yaşanan çatışmanın hangi boyutlara geldiğini de göstermiş oldu.

Söz konusu çatışmanın sadece Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay arasında yaşandığını düşünmemek lazım. Muhtemelen benzer sorunların Polis ve Jandarma arasında da veya MİT’le Ordu arasında ve hatta belki Devlet Su İşleri ve Karayolları arasında yaşandığını var sayabiliriz.

Devlet içerisinde uyumu sağlayan; Parlamento, Danıştay, Sayıştay gibi kurumlar işlevsiz hale getirildiği ve önemli kadrolar liyakatsiz, işini ticarethane gibi gören rüşvetçi memurlarla doldurulduğu için kurumlar arasında bir ahenk kalmadı.

Her toplumun geleceğini etkileyen gelenekleri vardır; bütün toplumlar için bunların bir kısmı ilerletici, bir kısmı ise geriletici niteliktedir. Devletler ve toplumlar bunlarla cesaretle yüzleşebilme gücü gösterebilirlerse kendilerini zorlayan kimi kötü alışkanlıklarını yenebilir, doğru olanı inşa edebilirler.

19. yüzyılda Osmanlı Devleti’ni yönetenler devleti yenilemek gerektiğini, bunun artık bir zorunluluk olduğunu tespit ediyorlar. Bunun için Tanzimat Fermanı yayınlanıyor. Buna göre artık bütün Osmanlı tebaası Müslümanlar ve Gayri Müslimler ayrımı yapılmadan eşit haklara sahip olacaklar ve devlette atamalarda da liyakat esas alınacak.

Fakat yukarıda alınan bu karara Müslüman halk ve orta kademe yöneticiler büyük tepki gösteriyorlar. Her şeyden önce Müslümanlar Gayri Müslimlerle eşit haklara sahip olmak istemiyor ve ayrıcalıklarını korumak istiyorlar.

Daha da kötüsü orta kademe memurlar yüz yıllardır devam eden saltanatlarını devam ettirmek; işgal ettikleri makamların onlara sağladığı olanakları kişisel olarak kullanmak, rüşvet almak ve adam kayırmaya devam etmek istiyorlar.

Buradan bakınca aslında aynı olumsuz geleneğin İslamcılarla yeniden hortladığına şahitlik ediyoruz. Türkiye’de Sünni/Türk çoğunluk yine Gayrimüslimlerle, Kürtlerle, Alevilerle eşit olmak istemiyor, yine devlet kurumlarını işgal edenler, bulundukları makamlardan kişisel olarak menfaat elde etmek istiyorlar ve işin kötü tarafı ortada onları denetleyecek bir kurum yok.

Hatırlarsınız, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay arasındaki gerilimden önce Türkiye, İstanbul Adliyesi ve Yargıtay arasındaki rüşvet çarkını konuşuyordu. Daha birkaç gün önce İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İstanbul Adliyesi’nde yaşanan rüşvet olayları için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu göreve davet etmişti.

Daha sonra olayın sadece İstanbul Adliyesi ile sınırlı kalmadığı, yargıda yaygınlaşan rüşvet iddialarının odağında Yargıtay’ın olduğu tartışılmaya başlanmıştı. Bu durumda sivil insanlardan rüşvet alan kimi yargı mensuplarının siyasi otoriteden de talimat aldığını kolaylıkla düşünebiliriz.

Halbuki Hâkim ve Savcılar kararlarını yasalara ve vicdanlarına göre vermelidirler. Günümüzde Türk yargı sistemi şaibeli hale gelmiştir. Kararlar adil değildir; siyasi otorite açıktan yargıya talimat vermektedir.

Bir ülkede insanlar eğer yargıya olan inançlarını yitirirlerse toplumsal tempo işlemez hale gelir. Erdoğan ve ekibi kendi yolsuzluklarını normalleştirebilmek için başta yargı olmak üzere bütün devlet kurumlarını kendilerine benzeyen insanlarla doldurdular.

Halka hizmet etmek için işgal ettikleri kurumları kendi ticarethaneleri olarak gören, hakimler, savcılar, polisler, tapu memurları, belediye zabıtaları kimi zaman aralarında çıkan gerilimlerde halkın çıkarlarını değil, kendi kişisel çıkarlarını korumak için diğeri ile kavga ediyorlar.

Gelinen noktada Erdoğan/Bahçeli faşizmi Anayasa Mahkemesi ile girilen tartışmada hem siyasal hem de yargısal denetimi devre dışı bırakabilmek için Yargıtay 3. Dairesi eliyle bir tartışma başlatmıştır. Bu gerilimin rejimden bağımsız olduğunu düşünmek saflık olur.

Muhalefet bu kez uyanık olmalı, yeni anayasa tartışmalarını bu perspektifle ele almalı ve bir kez daha Erdoğan/Bahçeli faşizminin tuzağına düşmemelidir.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.