Türkiye’nin seçimi Ortadoğu’nun umudu

  • Özellikle Bakur ve Rojava Kürtlerinin ortak kazanım odaklı, eşgüdümlü siyasi mevzilenmesinin arka planında Kürt Özgürlük Hareketi’nin bin bir zorluk ve bedelle ortaya çıkardığı özgürlük iradesi olduğu yadsınamaz.

 

FELEKXAN SERHAT

 

Türkiye’de tarihi seçime sadece sayılı günler kalırken bu seçimin olası sonuçları tartışılmaya devam ediyor. Sokakta, evlerde, iş yerlerinde, arabada, hastanede ve okullarda herkesin tek gündemi seçimler. 20 yıldır Erdoğan rejiminin baskı, inkâr ve imha siyasetiyle mücadele eden Kürt halkı içinse bu seçimin önemi çok daha farklı. Bakur Kürtleri 20 yıldır her alanda mücadele ettikleri AKP’nin sandığa gömülmesi için kritik rol oynarken aslında sadece kendileri için değil Kurdistan’ın diğer parçalarında yaşayan Kürtler için de mühür basacak. 50 yıllık mücadele geleneğine yaslanarak politika üreten Bakur Kürtleri geçmişte de olduğu gibi tüm siyasi hamlelerini dört parça Kurdistan’ı bir bütün olarak gözetip yapıyor. Bunu da “bir parçanın kazanımı tüm parçaların kazanımıdır” anlayışından hareketle yapıyor. Kobanê Direnişi’ndeki tarihi tutumu, sözünü ettiğimiz anlayışın en somut örneği olarak karşımızda duruyor.

Özellikle Bakur ve Rojava Kürtlerinin ortak kazanım odaklı, eşgüdümlü siyasi mevzilenmesinin arka planında Kürt Özgürlük Hareketi’nin bin bir zorluk ve bedelle ortaya çıkardığı özgürlük iradesi olduğu yadsınamaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da iktidarı boyunca hem iç hem de dış politikada stratejiler geliştirirken en büyük tehdit olarak hep bu iradeyi gördü. Bu iradeyi söndürmeye dönük attığı her adım hem kendisine pahalıya patladı hem de Türkiye toplumunu gittikçe içinden çıkılmaz bataklara sürükledi. İç siyasette ötekileri -AKP’li olmayanları- teslim almak için birçok yol izledi. İç politikalara dönük her türlü karşı söylemin cumhurbaşkanına hakaret adı altında suç sayıldığı, kamusal alanda insanların fişlendiği, iş başvurularına güvenlik soruşturması prosedürü getirildiği birçok uygulamaya gidildi. Bu uygulamalar Türkiye toplumunun gittikçe korku ve atalete teslim olmasına sebep oldu. İnsanların yatak odalarına kadar endişe yayan Erdoğan rejiminde en çok bedeli ödeyenler ise başta Kürt halkı olmak üzere ezilenler ve kurucu ulus profilinin dışında kalanlar oldu. Kadınlar, gayrimüslimler, engelliler, LGBTİ+’lar, Aleviler…

Elbette Türkiye Cumhuriyeti ulus devletinin gelmiş geçmiş tüm iktidarları Sünni, erkek ve Türk egemen kimliğinin temsiliyetini yapıp onun çıkarlarını gözetiyordu. Ancak Erdoğan’ın kendinden önceki iktidarlardan farkı vahşetini modern devlet sistemine uygun hale getirmesi oldu. Vahşetini görünür kılarak tüm ötekileri teslim almaya, onları kendi yaratmak istediği dilenci ama şükürdar vatandaş profilinde tek-tipleştirmeye çalıştı. Nihayetinde ‘tek devlet, tek millet, tek bayrak’ ifadesinin sadece slogandan ibaret olmadığını ve ulus üstünlükçü ilkel bir paradigmanın modern devlet sistemine angajesi arzulanarak üretilen bir politikayı özetlediğini söylemek mümkün.

 

Erdoğan’ın kirli uluslararası diplomasisi

İçeride uyguladığının bir benzerini dışarıda da uygulayan Erdoğan rejimi, Osmanlı’dan devraldığı yayılmacı politikada ısrarcı oldu. Erdoğan şahsında AKP rejiminin Kürt inkârı ve Osmanlı yayılmacılığına dayanan dış politikaları önü sonu büyük katliamlar ve savaşların en etkili sebeplerinden biri oldu. 2010’da Tunus’ta başlayıp Mısır, Yemen, Cezayir ve Ürdün’e sıçrayan Arap Baharı, 2011’de Suriye’de de patlak verdi. Suriye’de Baas rejimiyle mücadele eden halklar için Arap Baharı tarihi bir fırsatken dış müdahalelerin etkisiyle halk devrimi yerini vekalet savaşlarına bıraktığında da sahnede yine Erdoğan ve AKP rejimi vardı. Buna karşın Kürtler, birlikte yaşadığı diğer halk ve topluluklarla 2011 yılında, devrim kıvılcımının çaktığı ilk günden bu yana Üçüncü Yol’u seçerek ortak yaşam iddiasını savundu ve büyüttü. Türkiye’nin desteklediği ve Rojava’ya saldığı DAİŞ çetelerine karşı mücadele eden Rojava’daki Kürt halkı bugün Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi çatısı altında demokratik ulus sisteminin kalıcı hale gelmesi için bir toplum olarak çalışmalarını topyekûn sürdürüyor.

Elbette DAİŞ’e karşı mücadelede destanlar yazan Kürtlere dünya kamuoyunun verdiği destek, en başından bu yana Erdoğan rejiminin tüm planlarını bozdu. Ona göre, “Nasıl olur da sınırında özerk bir Kürt yönetimi kurulur?”du. Ancak dünya kamuoyu Kürtler ve müttefiklerinin yürüdüğü Üçüncü Yol’un önemini kavramıştı. Bu durum Erdoğan rejimi için korku ve milliyetçilikten öte, Neo-Osmanlı planlarının yeni yüzyılda sürdürülebilmesinin engellenmesiydi. Dolayısıyla inkâr ve imha saldırılarını yoğunlaştırırken bir yandan da uluslararası diplomasideki gücüne yaslanıp Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni illegalleştirmeye mesai harcadı. Suriye’nin kuzeyinde halen devam eden krizin çözümü için yıllarca Astana, Soçi ve Cenevre’de toplantılar yapıldı. Günümüzde de süren toplantılara Suriye halklarının temsilcileri yerine çoğunluğu Erdoğan tarafından beslenen çete gruplarının temsilcileri katılıyor. Ne hikmettir ki bu toplantılarda DAİŞ’e karşı tarihin en büyük direnişlerinden birini veren, Esad diktatörlüğüne karşı halk iradesi ortaya koyan ve kendi yaşadıkları coğrafyada eşit yurttaşlık sözleşmesi geliştiren Özerk Yönetim ise “ayrılıkçı” olarak tanımlanıyor.

Elbette bu planların temel amacı sadece Kürt nefreti veya Osmanlı’yı yeniden canlandırma değildir. Erdoğan rejiminin özellikle Ukrayna-Rusya Savaşı’yla değişen dünya dengelerinden faydalanarak bölgede ABD ve Rusya’yı birbirine düşürüp kendine güç devşirmeye çalışğı aşikâr. Bir diğer deyişle Erdoğan, Rojava’da son 12 yılda sergilenen alternatif toplumsallık pratiğiyle artık tescillenen iki kutuplu siyasetin iflasından faydalanarak bölgedeki stratejik konumunu güçlendirmeye çalışıyor. Rojava ve Güney Kurdistan’daki işgal girişimleriyle de bir yandan bu niyetini somutlaştırıyor, diğer yandan yayılmacı arzuları doğrultusunda Ortadoğu’daki barış ihtimalini engelliyor.

 

Türkiye seçimlerinin Rojava için önemi

Gelinen aşamada eğit-donat programlarıyla eğittiği çeteler üzerinden Esad’ı deviremeyen, işgal saldırılarıyla Özerk Yönetim’i yok edemeyen Erdoğan farklı bir yol ayrımına gitti: Esad’la yeni bir sayfa açmak. Rusya’nın arabulucu rolü üstlendiği Esad’la uzlaşma stratejinin temel amacı ise şüphesiz Kürtlerin kazanımlarını yok etmek, değişen dünya düzenine göre konum almak, elinde patlayacağını bildiği silahlı çete gruplarından kurtulmak ve Türkiye’ye getirtip Avrupa’ya karşı koz olarak kullandığı Suriyeli mültecileri geri göndermek. Tüm bunlardan daha önemlisi de Körfez ve Arap ülkelerinin özellikle depremin ardından Şam’la yeniden diplomatik ilişkiler geliştirmesinden kaynaklı olarak terk edilme korkusu.

İşgalden bu yana demografik değişim ve bölgeyi ‘Türkleştirme’ politikası izleyen Erdoğan, bu bölgelere Katar, Kuveyt, Filistin ve Pakistan’ın desteğiyle “sömürge evleri” inşa etmişti. Göçerttiği yerli halkın yerine farklı halk ve gruplardan aileleri yerleştirerek kontrolü elinde tutmak istemişti. Depremle birlikte Efrîn ve diğer işgal bölgeleri adeta kaderine terk edildi. İşgal coğrafyasını doldurmak için bir ara harç olarak görülen bu nüfus depremden ancak bir hafta sonra hatırlanabildi. Çoğunluğu Türkmen, Arap ve diğer Müslüman halklara mensup yerleşimciler, bir maşa gibi kullanıldıkları düşüncesiyle Erdoğan’a karşı ciddi bir tepki geliştirdiler. İşgal bölgelerindeki yerleşimci desteğini de kaybeden Erdoğan, Şam’ın Arap Birliği’ne yeniden alınmasının Suriye’ye dair planlarına ket vuracağını görüyor. Bu yüzden de uluslararası diplomasiden bir an önce sonuç almak istiyor. Bu planın tutması sahaya nasıl yansıyacak kestirmek zor fakat Erdoğan’ın işinin kolay olmayacağı kesin. Zira Esad’la görüşme isteğini açıklamasının daha ilk gününde işgal altındaki Efrîn, İdlib, Bab, Cerablûs ve Ezaz gibi bölgelerde yine Erdoğan’ın beslediği çeteler protesto gösterileri düzenledi. Dahası Esad, Erdoğan’a Suriye’nin kuzeyinde işgal ettiği yerlerden çekilmesi ve çetelere verdiği desteği kesmesi şartını koştu. Bu şart bir yandan güncelliğini korurken bir yandan da Moskova’da Rusya, Türkiye, İran ve Suriye’nin Dışişleri bakan yardımcılarının katılımıyla uzlaşı görüşmeleri gerçekleştirildi. Taraflar görüşme sonrası yaptıkları açıklamalarda söz konusu görüşmeleri dışişleri bakanları düzeyinde bir toplantının ön hazırlığı olarak tanımladı. Yani yakın zamanda yine bu dört ülkenin dışişleri bakanları düzeyinde görüşmeleri bekleniyor. Her ne kadar mevcut tabloda Esad’ın geri atması beklenmezken Erdoğan’ın da işgal bölgelerinden en ufak bir geri adım atmamış olması çetin bir pazarlığın sürdüğüne işaret. Dolayısıyla Erdoğan’ın Kürt imhasına odaklı nefret politikası sürüyor.

 

Savaş kazanında pişen unutma iksiri

Tüm bunlar onu kişisel siyaset tarihinde hiç alışık olmadığı kadar köşeye sıkıştıran Rojava’ya karşı duygusal bir nefretten kaynaklanmıyor elbette. Son olarak 7 Nisan’da Süleymaniye’de Demokratik Suriye Güçleri (QSD) Genel Komutanı Mazlum Ebdi’ye suikast girişimi oldu ve Ebdi bu girişimi yorumlarken, Erdoğan’ın tarihi seçimler öncesi küçük zaferler ve çatışmalar çıkarmak istediğini belirtti. İşte Erdoğan için dananın kuyruğunun koptuğu yer de burası. 14 Mayıs’taki seçimler Suriye ve Ortadoğu’nun kalıcı barışı açısından da kilit rol oynuyor.

Sonuç olarak, ekonomik kriz ve depremlerin etkisiyle tam anlamıyla bir çöküş yaşayan AKP-MHP rejimi, seçimleri kazanmak için her türlü yola başvuracaktır. Türkiye içinde nasıl bir yol izleyeceği muamma fakat Rojava’ya geldiğimizde saldırılarını hiçbir şekilde durdurmayacağını kestirmek zor değil. Zira Kürtlerin imhası ve inkarına dayanan siyasetin Türkiye’de toplumun severek içtiği bir unutma iksirine dönüşğünü kabul etmek gerekir. Erdoğan yönetimindeki AKP-MHP faşist rejimi de 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Kürt nefretini en iyi kullanan iktidar oldu. Dolayısıyla bölgedeki güçlerden onay ve desteğini yitirmiş bir Erdoğan’ın içeriye yönelmesi muhtemel. Bu yönelim Rojava’ya dönük bir saldırıyla içinde bulunduğu sıkışşğı örtmeye yarayacaktır. Öte yandan Rojava’ya dönük bir saldırı Türkiye sosyolojisi göz önünde bulundurularak yorumlandığında seçimlerin ertelenmesi için de yeterli bir sebep olabilir. Keza PYD, Özerk Yönetim ve QSD temsilcileri de bu gerçekliği her fırsatta dile getiriyorlar. Bu minvalde Türkiye seçimlerinin sadece Bakur için değil Rojava ve hatta tüm Ortadoğu için de oldukça kritik bir öneme sahip olduğunu söyleyebiliriz. Tam da bu yüzden demokratik ulus, halkların kardeşliği, ortak ve adil bir yaşam umudu 14 Mayıs’ta sandıkların yeşile boyanmasıyla, oyların Yeşil Sol Parti’de toplanmasıyla daha da güçlenecektir.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.