Türkiye’nin zavallılığı: ‘Suçlamalar’ ve tarih 

  • İlk “anarşist” denerek “afişe” edildiğim afiş, yanılmıyorsam Üniversite İşgali’nin hemen ardından 1968 yılında bütün fakültelere yapıştırılan afişti. Afişte benim resmimin yanı sıra Deniz Gezmiş, Osman Saffet Arolat, Mustafa Gürkan, Öcal Okay da yer alıyordu. Deniz de “ne anarşisti salaklar, biz Marksistiz” demişti.

VEYSİ SARIZSÖZEN

 

Sene 1965… TİP Zeytinburnu ilçesindeyim. Eski felsefe öğretmeni, Kürdistanlı Cemal Güner İlçe Başkanı, ben de ilçe sek-reteriydim. TİP Genel Seçime katılıyor, biz de ilçede seçim kampanyasını yürütüyorduk. O zamanlar Zeytinburnu tümüyle bir gecekondu bölgesiydi. Bulgaristan, Yunanistan, Romanya göçmenleriyle doluydu. 

Bir akşam kahvelerin birinde seçim toplantısını bitirip, dönecekken, o zamanlar “takunyalılar” dediğimiz bir grup peşimize takıldı. Henüz ortada ne “şaki, ne anarşist, ne de terörist” kelimeleri vardı. Bunlar hep bir ağızdan “TİP TİP tipsizler, Amerika gitsin Rusya mı gelsin, Allahsız komünistler” diye slogan atıyorlardı. Demek ki o dönemde “komünist ve Allahsız” diye bağırmak yetiyordu. Anti-komünizm bir USA ihraç malıydı, İslamcılar sıkı Amerikancıydı. 

‘Eşkiya’, ‘şaki’, ‘anarşist’…

Zamanla bu “komünist suçlaması" etkisini yitirdi. 1971 12 Mart’ına doğru Demirel’in, daha sonra da cuntanın Sovyetler Birliği ile ekonomik ilişkileri de yoğunlaştığından olacak, “suçlamaların” mahiyeti değişmeye başladı. “Şaki ve anarşist” kelimeleri o sıralar piyasaya sürüldü. Bir de şu var: Kendilerine nice gizli örgütlenmelerle “komünist” diyenlere “komünist” demek komik kaçmaya başladı. 

Bu “şaki” yani “eşkıya” kelimesi aslında ilk defa İsmet İnönü tarafından ve bize karşı değil, Adalet Partisi’ne karşı kullanılmıştı. 7 Mayıs 1966’da, gece yarısı AP’li İçişleri Bakan’ı Faruk Sükan, Ankara’da dağıtılan bir “cunta” bildirisinin TBMM’nin daktilo ve teksirinden çıktığı iddiasıyla TBMM’yi polislerle birlikte bastı. İşte bu baskın karşısında İsmet İnönü “bu gece eşkiyanın ne yapacağı belli olmaz” ünlü sözünü kullandı. 

Derken bu “eşkıya” lafı bizim için kullanılmaya başlandı. Ardından da “komünist” yerine “anarşist” lafı icat edildi. 12 Mart öncesi ve esnasında bizler hakkında “fotoğraflarımızın yer aldığı afişlerde” ve yine resimli “Aranıyor” afişlerinde adımız artık “anarşistti”. 
Halk bu “anarşisti” telaffuz edemediğinden onlar da bize “anarşik” diyorlardı. 

Deniz Gezmiş’in ‘anarşist’e itirazı:
‘Ne anarşisti salaklar, biz Marksistiz’

İlk “anarşist” denerek “afişe” edildiğim afiş, yanılmıyorsam Üniversite İşgali’nin hemen ardından 1968 yılında bütün fakültelere yapıştırılan afişti. Altında uyduruk bir imza vardı. Ama biz kimin bunu hazırladığını biliyorduk: MTTB (Milli Türk Talebe Birliği İttihat Terakki tarafından kuruldu.) Başkanı İsmail Kahraman. Bu adam bilindiği gibi daha sonra AKP’nin TBMM Başkanı oldu. Afişte benim resmimin yanı sıra Deniz Gezmiş, Osman Saffet Arolat, Mustafa Gürkan, Öcal Okay da yer alıyordu. Bu afiş, bizleri hedef gösteriyordu ve az sonra başlayacak devrimci öğrenci katliamlarının habercisiydi. 

Ama biz afişi önemsememiştik. Yalnız bir itirazımız vardı: Deniz “Ne anarşisti salaklar, biz Marksistiz” demişti. Bakuni’ni duymuştuk. Marks’ın anarşistleri suçladığını şöyle böyle biliyorduk ve bu “anarşist” lafına bu nedenle kızıyorduk. 

İkinci afiş vak’ası ise 12 Mart muhtırasının ardından, 9 Mayısçı cuntacıların tasfiyesi sonrası meydana geldi. Hakkımızda “yakalama” kararı çıkmıştı. Haberi Sıtkı Coşkun’la yolda yürürken, transistörlü radyomuzdan duymuştuk. İlk aklımıza gelen Dersimli arkadaşımız Erdoğan Şahin’in (yanılmıyorsam Koço Elbistani'nin akrabasıydı) eniştesine ait eve gitmek ve “bıyıklarımızı” keserek, güya eşkal değiştirmek oldu. Polisin “bıyıksız anarşist olmaz” diye düşüneceğini mi sanmıştık ne? Az sonra ise aklımız başımıza gelecek ve bugün “öz savunma” dediğimiz bütün önlemleri alarak “gizliliğe” geçecektik. 

İşte böyle illegal yaşarken, günlerden bir gün Karaköy’deki bir buluşmadan eve dönerken, bir berbere girip traş olmak istedim. İhtiyar bir berberdi. Yerime yerleştim. O zamanlar sakal traşı bildiğimiz ustura ile yapılıyordu. Berber usturayı bilerken bir de ne göreyim: Büyük aynanın sol köşesinde bir afiş. “Anarşistler aranıyor” başlığının altında, yanılmıyorsam Mahir Çayan, Necmi Demir, Sıtkı Coşkun, Nabi Yağcı ve daha birçok resmin arasında benim de resmim var. Bir resme, bir berberin elindeki usturaya bakıyorum. Ya tanır da boğazıma usturayı dayarsa… Ter içinde kalmışım. Devletten değil, berberden ödüm kopmuştu. Neyse, adam tanıyamadı. Çünkü resmim lise diplomamdan alınmıştı, hepten çocuk suratıydı. Eve döner dönmez “Sosyalist Mücadele Birliği” adını verdiğimiz örgütte, “berbere gitmek yasaktır” kararını aldık. O günden bugüne geçen neredeyse yarım asırdır, bir iki istisna dışında hala berber dükkanına ayak basmam. Bir çoğumuz “devrimci berber” olmuştuk. Afiş dehşetinin bende yarattığı “kültüre” bakın. 

Şimdiki adımız ise malum: Terörist. 

Şaki Çakırcalı’ya Çakıcı da denirdi

Anadolu ve Kürdistan halkı “eşkıyalığı” bilir. Osmanlı tarihi bir bakıma “eşkiyalık, şekavet, şakilik” tarihidir. Merkezi devletin zorbalığı karşısında halk “eşkiyayı” bağrına basmıştır. O nedenle bir eşkiyanın öyküsü olan Yaşar Kemal’in “İnce Memed”ini okumayan kalmamıştır. Yıllar süren savaşlarda ordudan kaçan binlerce asker “eşkıya” olmuştur. Kurtuluş Savaşı esnasında ordudaki erattan daha fazlası asker kaçağı eşkiyalardı. Kuva-i Milliye’nin esas çekirdeğini kimler oluşturdu? Eşkiyalar. Demirci Mehmet, Ege’nin ünlü eşkiyası Çakırcalı’nın kızanıydı. Mustafa Kemal’in saflarına katıldı. Yörük Ali Efe de. Durmuş Ali Efe de. Daha niceleri. Hepsi de “eşkıya” idi. Ordusu olmayan Kemalistler Doğu’da sırtlarını Kürtlere vermiş, Batı’da eşkiyaya dayanmıştı. 

Şaki Çakırcalı’ya Çakıcı da denirdi. Yanık bir türküyle anılır: ‘’İzmir’in kavakları-Dökülür yaprakları—Bize de derler Çakıcı-Yar fidan boylum-Yakarız konakları”. 

Demek ki devlet bizlere “şaki” derken, kendi tarihini, folklorunu unutmuştu. 

Bize “şaki” denilen günlerin birinde, mutat olduğu gibi göz altına alınmış, “eşkıya” olarak Sorgu Hakimi’nin karşısına çıkarılmıştım. Hakim yaşlı bir kadındı. Beni aşağıdan yukarıya süzdü. Sonra “sen şaki misin?” diye sordu. “Öyle diyorlar” dedim. Başladı gülmeye, “hadi ordan, senden eşkıya mı olurmuş” deyip, takipsizlik kararı verdi. O zamanlar 49 kiloydum, bıyığım yoktu, gözümde koca bir güzlük, üzerimde döküntü bir takım elbise ve artık düğüm halini almış bir de kravatım vardı. Beni “şaki”ye benzetememişti. 

“Anarşist”e gelince… Anlaşıldığı üzere Türk devletinin psikolojik savaş uzmanları halkın çok yakından tanıdığı “eşkiyayı” zamanla işe yarar bir suçlama olarak görmemiş, halkın hayatında hiç bilmediği bir kavramla işe koyulmuştu: Anarşist. Oysa “anarşistlere” düşmanlık Avrupa merkezli bir düşmanlıktı. Kropotkin ve Bakunin gibi ünlü “anarşistler” Avrupa kapitalizminin 18. ve 19. yüzyılda korkulu rüyası olmuştu. Bu suçlamayı ilk duyan Türkiyeli insanlar, “anarşizmin” ne olduğunu bilmeden kullanmaya başladılar. Anarşistlerin Marksistlerle ilişkisi, Paris Komünü’ndeki varlıkları, bu öğretinin temelleri hakkında var olan cehalet, bu kavramın da zaman içinde sönmesine neden oldu. 

“Şaki” veya "eşkiya" suçlaması halkın kafasında olumlu tarihi izlenim nedeniyle, “anarşist” suçlaması ise içeriği hakkında hiçbir şey bilinmemesi yüzünden çöpe atıldı. Ama yine de devletin hakkını yemeyelim. “Şaki” suçlamasının da “anarşist” suçlamasının da bu devlet için büyük bir değeri vardır. Çünkü ‘’şakiler’’ devlet otoritesine karşı dağa çıkmışlardı, anarşizm ise toptan devlet denilen aygıtın varlığını reddediyordu. Demek ki devlet, devlet adına bizi suçluyordu. Haklı olduklarını söylemeye mecburum. Öcalan İmralı’da “devlet olmayan bir Konfederalizm” teorisinin yaratıcısı olarak tecrit altındadır. 

Şimdi revaçta olan suçlama ‘terörizm’dir

Tarih bize bu kavramın da bir “küfür” olmadığını anlatır. Örneğin Çarlık Rusyası’nda Narodnaya Volya (Halkın İradesi) hareketi resmen “terör” yöntemini benimsemişti. “Terörist” kavramı Rusya’da çarlığa karşı savaşan kahramanların adıydı. Rusların ulusal şairi Puşkin Çar’a suikast tertipleyen Dekabristlerin ateşli bir taraftarıydı. Fransız İhtilali yıllarında “terör” saygın bir sözcüktü. Roberspiyer, Danton, Marat, Baböf “terör devrinin” büyük isimleridir. 1917 devrimi yıllarında devrimciler de, karşı-devrimciler de “terör” kavramını kullanmışlardır. Beyaz Orducuların terörüne “beyaz terör”, Kızıl Ordu’nun terörüne de “kızıl terör” denmiştir. Büyük devrimci kadın Vera Zasuliç, Marksist harekete katılmadan önce ünlü bir “terörist"ti. Petersburg Valisi Pyotr Trepov’u vurmuştu. 

İşin bir de garip yanı var. Bir anımı paylaşayım: Söz dergisini çıkardığımız günlerde o sıralar Beyoğlu sokaklarında kağıt mendil, çiçek satan, ayakkabı boyacılığı yapan yüzlerce Kürt çocuğu vardı. Bir gün Başbakan Mesut Yılmaz’la aynı isim ve soyadını taşıyan Mesut Yılmaz adındaki ayakkabı boyacısı Kürt çocuğu dergiye gelmişti. Sohbet ettik. Ona “PKK nedir?” diye sordum, “terörist"tir dedi. Korucu çocuğu mu diye şüphelendimse de, bu defa “Apo nedir?” diye sordum. Çocuk “babamızdır” diye cevap vermez mi? Devletin “suç” ve “küfür” olarak kullandığı “terörist” sözcüğü o Kürt çocuğu için PKK’nin bir başka “adı” olmuştu. 

Diyeceğim, devletin bizlere yakıştırdığı bütün bu “suçlama” kavramları dün devrimci sosyalist hareketin, bugün Kürt Özgürlük Hareketi’nin haklı mücadelesi karşısında etkisiz kalmaya mahkumdur. “İdeolojik hegemonya” haksız, temelsiz ve ahlaksız suçlamalarla bir süre halkı şaşırtsa bile, zamanla yıpranıyor. Bugün Erdoğan’ın ağzındaki “terörist” suçlaması Kürdistan’da hiçbir etki yaratamıyor ve giderek Batı’da çiğnene çiğnene çürüyen bir sakız gibi mide bulandırıyor. Faşist rejimin yükseliş döneminde büyük bir sosyo-psikolojik etkiye sahip olan “terörist” suçlaması rejimin zayıflama ve çürüme aşamasında artık işe yaramaz hale geliyor. Şu anda “terörist” suçlaması yalnız PKK’ye karşı değil, yalnız sosyalistlere karşı değil, tüm muhalefete karşı kullanıla kullanıla aşınıyor ve etkisini yitiriyor. Düşünün, “terörizm” terimini tüm dünyaya 11 Eylül İkiz Kuleler saldırısından sonra ABD kabul ettirdi. Ama şimdi onun topraklarında Türk devletinin “Fethullahçı Terör Örgütü” dediği Cemaat’in başındaki kişi ABD koruması altında yaşıyor. 

‘Hepimiz teröristiz’i duyarsam hiç şaşırmam

Bir “seri katil” toplumu ürkütür. Nerede karşına çıkacağını bilmediğin bu tek kişilik tehlike karşısında nasıl önlem alacağını da bilemezsin. Ama bir iktidar önüne geleni “seri katil” olarak suçlamaya başlayınca, kapı komşusunun bile “seri katil” olduğunu duyan kişide, korkunun yerini önce umursamazlık, sonra mizah alır. 

Bu gidişle yarın milyonlarca insan, Erdoğan’a karşı “hepimiz teröristiz” diye slogan atmaya başlarsa, hiç şaşırmam. 

Neden suçlamalar bu hale geliyor? 

Türk faşizminin Avrupa Nazizminden ve İtalyan faşizminden farkı, “içeriksiz” ya da “lümpen” faşizm olmasıdır. Onun Türklük adına sıradan insanın gururla andığı bir tarihi yoktur. Gururla ismini anacağını sandığınız Nobel Ödüllü yazar Orhan Pamuk’u bile unutturdular. Bir kısmı deli, büyük kısmı kardeş katili padişahların tarihi dışında Türklük tarihi insanlık ailesinin de kabul ve saygı duyduğu bir uygarlık hikayesinden yoksundur. Bu öyle içeriksiz bir faşizmdir ki, onun kullanmağa kalktığı “Türkçülük” bile Ziya Gökalp adlı bir Kürt tarafından ideoloji haline getirilmiş, şimdi Erdoğan’ın oturduğu Dolmabahçe sarayı, 1. Ordunun konumlandığı Selimiye kışlası, mü’minlerin secdeye vardığı Edirne’deki Selimiye Camii bile Ermeni mimarlar tarafından inşa edilmiştir. 

Temelsiz faşizmin suçlamalarının da temelsiz olması hiç de şaşırtıcı değildir. 

“Şaki” İnce Memed’i, anarşist Bakunin’i ve Lenin’in ağabeyi, ‘’terörist’’ Aleksander Ulyanov’u tarih unutmuyor; ama bize ‘’şaki’’ diyen Demirel’in, bize ‘’anarşist’’ diyen Evren’in ve şimdi bize ‘’terörist’’ diyen Erdoğan’ın tarihteki yeri bir nokta bile değildir. 

Bir şey daha diyeyim: Öcalan’a birisi “önder” dediğinde kimse şaşırmıyor, ama Erdoğan artık “asrın liderimiz” diye gırgıra alınıyor. 

Hayat böyledir. Takmayın kafanızı suçlamalara. Aynaya bakın gülün. Çünkü diyorlar ki, Beştepe sarayında ayna kalmamış. Erdoğan “ayna ayna söyle bana, benden büyük lider var mı?” diye sorunca baktığı ayna utançtan param parça oluyormuş.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.