Türk’üm, doğruyum, aşağılık kompleksliyim!


Yıllar önce “Türkiye Türklerindir” gazetesinin pazar ilavesinde çıkan bir habere göre Türkiye’nin en uzun soyadı şöyleymiş: “Ayyıldızlıkırmızıbayraktaşıyankahramanoğlu”
Uzunluğu bir yana, Türkiye’deki soyadlarını temsil eden bir kelime bulutu gibi görünmüyor mu? Ya “milli sembol” ya da övücü bir niteleme...
Türkiye’de en çok kullanılan 10 soyadı, sırasıyla şöyle: Yılmaz, Kaya, Demir, Şahin, Çelik, Yıldız, Yıldırım, Öztürk, Aydın, Özdemir.
Öyle ya, memleketin insanı, yılmaz iradesi, kaya gibi direnci, demir bileği, şahin gözleri, çelikten kaslarıyla arşa çıkmış yıldız gibi aydın öz Türklerden oluşur!
Bu bilgi bizi, diğer ülkelerin soyadlarına götürdü: Acaba bu göklere çıkaran soyadları Türkiye’ye mi özgü, yoksa başka ülkelerin halkları da kendilerini övme “ihtiyacı” hissediyor mu?
Sonuçlar, memleketin patolojik yanını bir kez daha teyit eder nitelikte...
Almanya’dan başlayalım. Ülkede en çok kullanılan 10 soyadı ve anlamları sırasıyla şöyle: Müller (değirmenci), Schmidt (demirci), Schneider (terzi), Fischer (balıkçı), Meyer (çiftçi), Weber (dokumacı), Schulz (polis), Wagner (araba yapan kişi), Becker (fırıncı), Hoffmann (mahkeme adamı).
İngiltere’de de durum pek farklı değil. Soyadında kimse kendini göklere çıkarmaya çalışmıyor. Aynı tablonun ilk beşi şöyle: Smith (maden zanaatkarı), Jones (İbranice Yochanan’dan geliyor. Dini bir isim.), Taylor (Terzi) Brown (Kahverengi, esmer), William (Yaklaşık olarak ‘istekli şövalye’).
Almanya ve İngiltere, güçlü tarihsel gelenekleri olan, soyları kudretli krallıklara dayanan ülkeler; ama öyle olmayanlarda da durum pek değişmiyor. Mesela Ukrayna’nın en çok kullanılan soyadları da Melnyk (değirmenci), Shevchenko (kunduracı), Oliynyk (yağcı), koval (demirci) gibi meslek isimleri.
Türkiye’dekine benzer bir kullanım, Rusya’da görülüyor; ama sadece soyadlarında benzetmenin çok kullanılması yönüyle... Türkiye’deki gibi göklere çıkaran sıfatlar yok. Ülkenin en çok kullanılan soyadı Smirnov, “huzurlu, sakin” anlamına geliyor. İlk 20’de yer alan diğer teşbihli soyadları ise şunlar: Sokolov (Şahinoğlu, beşinci sırada), Lebedev (Kuğuoğlu, altıncı), Koznov (Tekeoğlu, yedinci), Morozov (Ayazoğlu, dokuzuncu), Solovyov (Bülbüloğlu, on ikinci), Zaytsev (Tavşanoğlu, on dördüncü), Vinogradov (üzümoğlu, on sekizinci)
Kürt sorunu ayrımı
Türkiye’deki soyadlarından bahsederken Kürt sorununa dokunmadan geçmek, elbette olanaksız. Karşımızda Sabotaj Kanunu’nu bile bir pundunu bulup asimilasyona yardımcı hale getirebilecek kadar “psikopat” bir sömürgecilik var. Soyadı Kanunu onun için tam biçilmiş kaftan!
Hepimizin kendi hayatımızdan onlarca örnek bulabileceğimiz bu bahiste (ben de kendi soyadıma bakıyorum mesela) iki karakteristik örnekle yetineceğiz.
Birincisi, haberlerden aşina olduğumuz bir isim... İnsan Hakları Derneği’nin genel başkanı, Dersim kökenli, ataları daha sonra Kars’a göç etmiş bir Kürt ama adı “Öztürk Türkdoğan”.
Bir Alman’ın adının Özalman Almandoğan olduğunu düşünsenize. Ya da ülkemizi ziyaret eden İngiltere Dışişleri Bakanı’na “Bloodbritish Britishborn” diye seslendiğimizi...
Rahmetli Çetin Altan, yıllar evvel yazdığı bir köşe yazısında, memleketin her yanına koca koca bayraklar dikerek “Burası vallaha da bizim, billaha da bizim” demek isteyenlerin bilinçaltında, oranın onların olmadığına ve kaybedeceklerine dair derin bir bilgi olduğunu anlatıyordu. Soyadı meselesi de böyle...
Yani demek istiyor ki devlet ve onun topluma da sirayet eden “aklı”: Bu adam vallaha da, billaha da Türk! İnanmıyorsanız adına bakın, Türk, Türk, Türk!
Kürdistan, böyle isimlerle dolu. Başka yerlerde soyadı Türk, Öztürk, Tüptürk gibi olanların ekseriyeti de herhalde, kökenleri Türk olmayanlardan müteşekkildir.
‘Türkekul’
Başka bir örnek, Diyarbekir’de öğrencimdi. Kamuoyunca bilinen biri olmadığı için adını açık yazmayacağım. Açlıktan nevri dönmüş gibi okuyarak ülkesinin gerçeğini anlamaya çalışan bu genç kadının adı Kürtçe’ydi ve mücadelenin sembol isimlerindendi. Soyadı ise, “Türkekul”.
“Devlet aklı” dedikleri zorbalık, bu kodlamayla o Kürt aileyi gerçekten “Türk’e kul” kılabileceğini mi zannetti, yoksa sadece alay mı ediyordu? Bilmek mümkün değil. Ama şundan eminiz: Adı ve soyadıyla bile kavga alanına dönüşen o genç kadın -ve binlerce benzeri- için bu yaklaşım, yeni bir kavga gerekçesi olmaktan başka anlam taşımıyor.
(Kürt sorununun en gündelik sonuçlarından biri olan bu meseleye ilişkin “Navê Te Çiye” (Adın Ne?) belgeseline de bakılabilir.)
Aşağılık kompleksi
Aziz Nesin, kendi soyadının hikayesinden bahsederken, Türkiye’deki övücü soyadı geleneğini de güzel anlatır:
“Dünyanın en cimrileri ‘eli açık’, dünyanın en korkakları ‘yürekli’, dünyanın en tembelleri ‘çalışkan’ gibi soyadları aldılar. Bir mektup yazabilecek zamanda ancak imzasını atabilen bir öğretmenimiz kendisine ‘çevikel’ soyadını almıştı. Irkçılığın yayıldığı günler olduğundan, özellikle Türklüğü karışık olanlar ırkçılığı anlatan soyadlarını kapışıyorlardı. Her türlü yağmada hep sona kaldığım için güzel soyadı yağmasında da sona kaldım. Bana, ortada böbürlenebileceğim bir soyadı kalmadığından, kendime ‘nesin’ soyadını aldım. Herkes ‘nesin’ diye çağırdıkça ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim.”
Kuşku yok ki Türk milleti, dünyanın diğer milletlerinden daha yılmaz, daha çelik değil; gözleri şahin, kasları demirden de değil; yıldırım gibi çarpmıyorlar tepeleri attığında. Bu soyadlarının nedeni, dünya halklarından “fazla” olmak değil, velhasıl; ama “eksik” olmak olabilir. Belki psikoloji bilimi, anlamakta yardımcı olur:
Psikolojiye “aşağılık kompleksi” kavramını kazandıran Alfred Adler, bu hastalığın en önemli belirtisinin “kendini ispat etme çabası” olduğunu söylemiş. Eksiğini fiille kapatamayanlar ise çaresiz “beyanata” sığınırmış. Eksik olmadığını ne kadar güçlü beyan ederse, o kadar etkili ispat edeceğini sanırmış. İspat etmekte başarısız kalındıkça da hastalık, nevrozlar ve şiddet gösterisi gibi semptomlar açığa çıkarırmış.
Türk milleti kendini neden bu kadar övüyor; gücü yeteceğine gözü kestiğinde neden sağa sola dikleniyor, dersiniz?
