Üç ağaç ve bir heykel

Haberleri —

Gezi parkındaki üç ağacın kesilmesine karşı çıkan halkın eylemi, aylarca süren Gezi direnişini başlatmıştı. Bu direnişin başında hükümetin "orantısız güç" kullanarak halka saldırması, insanların ağır yaralanması, öldürülmesi direnişi daha da büyüttü ve yaygınlaştırdı. Çatışma üç ağaç boyutunu hızla aştı, halkın geniş kesimlerinin  sisteme karşı birikmiş tepkisinin patlaması oldu. Gezi direnişinin izleri artık silinemez.

15 Ağustos atılımının 30. yıldönümü nedeniyle Amed'in Lice ilçesinde "Şehît Amed û Şehît Hêvîdar Şehitliği"nde Mahsum Korkmaz (Agit) heykelinin dikilmesinden sonra devlet gene vahşice şehitliğe saldırdı. Saldırının vahşeti medyaya yansıyan fotoğraflardan-görüntülerden açıkça görülüyor. Mehdin Taşkın adlı genci katledildiği asker saldırısında bir çok insan da yaralandı. Şimdi bir çok yerde halkın bu vahşeti protesto eylemleri sürüyor. Devletin yasa tanımayan vahşi saldırıları da....
Gezi direnişindeki vahşeti ve polisin suçlarını soruşturmak için savcı bulunamamış. Ama Lice'deki Mahsum Korkmaz heykelini yıkmak için acilen savcı-mahkeme bulunup karar çıkartılması ve halka vahşice saldırılması dikkati çekiyor. Lice'deki vahşi saldırıyı protesto eden halkın üzerine de her yerde vahşice saldırılıyor. Çözüm süreci hakkında Öcalan'dan olumlu mesajların gelmesi, "Tarihi gelişmelerin eşiğindeyiz" demesi, hükümetin yeni paket açıklayacağını ilan etmesinden sonra gündeme gelen bu vahşete ne demeli?
Diyelim ki "Yerel inisiyatifle ve doğal bir biçimde, halkımızın kendi değerlerine bağlılığının bir gereği olarak düşünülen" Mahsum Korkmaz anıtının bu momentte açılması erkendi, yanlıştı vb. Ama bu durum, anıt bahanesiyle devletin sivil halka yönelik yasadışı vahşetini mazur gösterir mi?
Hükümet hala çözüm diyerek oyalama peşinde mi yoksa hala devletin tümüne hakim değil mi? Geçmişteki ve şu anda süregelen bir çok devlet saldırısı gösterdi ki, halkın güvenliğini tehdit eden ve çözümü engelleyen devlet güvenlik güçleridir. Hükümet çözümden yanaysa, güvenlik güçlerini halkın üzerine sürmekten vazgeçmeli ve acilen kışlalarına çekmelidir.
Şüphesiz ki kalıcı bir çözüm olacaksa, herkesin tam eşitliğine ve özgürlüğüne dayalı bir çözüm şarttır. Kimse, hiçbir nedenle "Ben eşit değilim, özgür değilim, baskı altındayım" diyememelidir.
Oysa bu tablonun bir hayli uzağındayız.
Ne var ki, barışçı-demokratik çözümü gündeme getiren ve dayatan zaten devlet değildir. Demokratik toplum paradigması gereği, çözüm önerisini getiren ve dayatan Sayın Öcalan önderliğindeki Özgürlük Hareketi'dir. İki yıldır, bütün göstergeler halklarımızın geniş kesimlerinin barışçı-demokratik çözümden yana olduğunu göstermiştir. Devlet mecbur kaldığı ölçüde bunu kabul etmekte ya da eder görünmektedir. Devletin içinde, demokratik çözüme karşı ciddi bir direniş ve ırkçı refleksler vardır.
Bölgemizdeki gelişmelere bakarsak her yer barut fıçısına dönmüş durumda. Türkiye de bu tablonun dışında değil. Bölgedeki bütün çelişki ve çatışmalar Türkiye'yi de doğrudan etkilemektedir. Musul Konsolosluğu halen IŞİD'in işgali altında ve konsolos dahil tüm personeli de çeteler elinde rehin. Fırsat bu fırsat deyip de Kürtlerle savaşan bir Türkiye'nin geleceği parlak olmayacaktır. Kürdistan halkı barışçı-demokratik çözümden yana olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Devletin de bunu reddetme, oyalama lüksü yoktur. Yoksa yarın çok geç olacaktır.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.