Üç Fidan’a kıydılar Paris’te gün ortasında


Takvimlerin 9 Ocak tarihinde bundan sonra artık onların ismi geçecek ve kara gün olarak anılacak bu lanetli gün.
Faşist tuzaklardan her keresinde kurtulmasını bilen, Amed zındanında celladın yüzüne tükürerek destanlaşıp sembolleşen, Zarife’nin silahını kapıp dağlara vuran, gerillada bulunuşuyla bir çekim merkezi oluşturan, Kürt kadın direnişçiliğinin ebeliğini yapan, farklı alanlardaki birçok işe el atıp hakkını veren Sara, Sakine yok artık. Dersim’ın, Seyid Rıza’nn bu asi ve isyancı kızı gitti, bir daha geri dönmemek üzere.
Gülüşüyle buzulları eriten, bakışı ve çatık kaşlarıyla dağları delen, zerafet ve sadeliği, içtenlik ve mütevaziliği ile dostluk ve yoldaşlığın hakkını veren Sakine kendine örnek aldığı Zarife Hanım’ın yanındadır artık.
Kürtlerin Rosa Luxemburg’uydu Sakine. Ondan 90 yıl sonra aynı akibete uğradı, silahlı bir suikaste kurban gitti Avrupa’nın orta yerinde, gün ortasında.
Birçok şey yazıldı, birçok şey söylendi, birçok senaryo dillendirildi. Daha uzun sürede söylenip yazılacak.
TC’nin bir nokta operasyonu muydu, aynen Rüstem Cudi, Alişer Koçgıri, Numan Amed’in katledilişleri gibi. İmha ve tasviye konseptinin bir parçası mıydı, Paris operasyonu da, Erdoğan ve şürekasının her vesile ile dillendirdikleri gibi.
Yoksa PKK ile yapılan görüşmeler (Oslo) nedeniyle MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı tutuklamak amacıyla ifadeye çağırma cüreti gösteren ve Kürt düşmanlığından ağzından salyalar saçan Hoca “Efendi” Cemaati‘nin yeni görüşmeleri sabote ve Erdoğan’ın 2014 hesaplarını alt-üst etmek amacıyla geliştirdiği yeni bir hamle olarak mı okumak gerekir Paris’te işlenen bu alçakça çinayetleri?
İlk akla gelen PKK ile savaşan taraftır haliyle. Bu ise TC’dir, onun gizli ve açık örgütleri, onun içinde örgütlenmiş birbirine hasım, ama Kürde düşmanlıkta ortak amaçta birleşen odaklarından her hangi biri. Kendi Devlet Başkanlarını, Bakan ve Generallerini daha dün ortadan kaldıran, katleden bir devletin Kürtler sözkonusu olduğunda gözlerinin yaşına bakmayacakları aşikardır.
Doksanlı yılların başında içinde “sivillerin” de yer aldığı MGK’da hazırlanan listeler sonucu yüzlerce Kürt yurtseveri katledildi. Yine AKP’nin denetimindeki yeni MGK’larda KCK operasyonlarına start verildi. Bunların tümü devletin organlarınca “planlı, programlı, koordineli” bir şekilde yürütüldü.
Tüm bu nedenlerle fail ortaya çıkarılana kadar zanlı ve baş suçlu TC devleti, onun hükümeti AKP’dir. Zira PKK ile sıcak ve soğuk bir savaş yürüten, kirli tezgahları piyasaya süren, odur. O iklim olmasa, bu tür cinayetler de olmaz. Suç ortağı ise yurtsever Kürtlerin içtikleri çay, kullandıkları şeker sayısına kadar zabta geçmeyi kendine görev edinmiş Fransa devletidir.
TC’nin dışında fail olarak akla gelen diğerleri ise Kürdistan’ı aralarında bölüşen devletlerdir: İran, Irak ve Suriye. Zira PKK bu her üç devletin de sınırları içinde örgütlü, bunlarla zaman zaman çatışmış, onların tavuklarına kiş demiş bir hareket. Ek olarak da bu devletlerin üçünün de son iki yıldır TC ile haledilmemiş hesapları var. Ortadoğu’da çatışan iki farklı eksende, cephede yer alıyorlar. TC’nin nefes alacağı ılıman bir ortam işlerine gelmez.
Ayrıca PKK silahlı bir örgüt. NATO’nun bir ortağına karşı otuz yıldır silahlı bir mücadele yürüten, milyonlarca insanı etrafında toplayan, dört devlet sınırları içinde silahlı güç bulunduran, dahası Avrupa ülkelerinin tümünde Kürt diasporasınının hatırı sayılır bir oranını kontrol altında tutan bir hareket, Ortadoğu’da iddia sahibi olan tüm devletlerin ilgi alanı içindedir. Dünyanın yüz devleti olmasa da en az ellisinin PKK’ye ilişkin hesap ve kitabı vardır.
Böylesi devasa bir örgüt, istese bile kapı ve pencelerin tümünü tam izole edemez, her zaman bir yerden sızıntı olur. Önemli olan alınan ve alınması gerekli tedbir ve önlemlerle bu sızıntıyı asgariye indirmek ve ön plandaki kadrolarla kurumların güvenlikleri sağlamaktır.
Şayet Dr. Qasımlo ve arkadaşları biraz daha tedbirli olsalardı 13 Temmuz 1989’daki cinayetler işlenemez, Dr. Sadık Şerefkendi (Dr. Said) 17 Eylül 1992 günü Mikonos restorantının ön salonunda, pencere önünde iki kişi bulundursaydı, belki o alçakça suikaste kurban gitmezdi. Yine Sakine Cansız‘ın her gittiği yerde yanında iki kişi bulunsaydı, O bugün belki yaşıyor olacaktı. Kaldı ki Sakine ve arkadaşları sokak ve caddede değil, bizzat haneye tecavüz edilerek, Kürtlere ait bir ofisinde katledildiler.
Sakine, Fidan ve Leyla’nın, Üç Fidan’ın ardından yapılması gereken ev ödevleri dendiğinde aklıma gelenler ise şunlar: Elli farklı merkezden yökün eden saldırıya karşı kapı ve pencereler ne kadar izole edilmiş durumda? Örgüt ve kurumların güvenliklerinin tahkimliğinden bahsetmek mümkün mü? Ön planda faaliyet içinde bulunan kadroların güvenlikleri yeterli mi?
Akla gelebilecek her olasılık masaya yatırılarak bir araştırma başlatılmalı ve ikinci bir Paris bir daha asla yaşanmamalıdır.
msahin1@web.de
