Ulucanlar'ın katilleri; devlet ve medya


Oysa, 'o gün'den sağ kurtulanlar bile 'hayata dönememişlerdi' hiç. Yaralananlar, sakat kalanlar, tanıklık ettiklerini hiç unutamayanlar, psikolojileri darmadağın olanlar.
Ulucanlar Katliamı'na direnen tutsaklardan biri de, Haydar Baran'dı. Kırşehirli bir Kürt olan Haydar Baran, yaralı kurtulanlardandı. Onunla, geçtiğimiz hafta yıldönümü olan, yoldaşlarının yitirildiği Ulucanlar Katliamı'nı konuştuk...
"1966 yılında Kırşehir’e bağlı Taburoğlu köyünde doğan Haydar Baran, yaklaşık on yıl öğretmenlik yaptı. 1987-1992 yılları arasında Hakkari’de, daha sonra Kırşehir’de öğretmen olarak çalışan Baran, 1990 yılında Eğitim-Sen’in Hakkari’de kuruluş sürecinde yer aldı. Kırşehir’de de 2 yıl Eğitim-Sen şube başkanlığı yaptı.
1970’li yılların devrimci atmosferinden etkilenen Baran, henüz ortaokuldayken devrimci gençlik mücadelesi içinde yer alır. İlki 13 yaşında olmak üzere defalarca gözaltına alınan ve iki defa da tutuklanan Baran, daha sonra da sürgüne gönderilir.
Ulucanlar Cezaevi'ne girme sürecini ise, kendisinden dinleyelim: "Ankara’da 1998 yılının aralık ayında Türkiye Komünist İşçi Partisi’ne yönelik operasyonda gözaltına alındım. Aynı operasyonda Ümit Altıntaş, Hatice Yürekli ve Resul Ayaz da gözaltına alınmıştı. İşkenceli sorguların ardından tutuklandık. Ulucanlar Cezaevi'ne böylece gönderildik. İşkenceciler gördüğüm işkencelerin doktor tarafından saptanmaması için benim yerime yol arkadaşlarından birini götürüp sağlam diye rapor aldırmışlar. Ben işkence gördüğümü ispatlayınca, bir skandal karara da savcı imza attı. Kumpası kuran işkenceciler değil, doktor yargılanmak istendi."
'Cezaevleri önemli direniş odaklarıydı'
Tam da üzerine konuştuğumuz dönemde, emekçi kitlelerde sermaye düzenine karşı büyük bir öfke ve güvensizlik dalgasının ortaya çıktığını anımsatan Baran, "Bu güvensizlik dalgasının devrimci bir mecraya akması tehlikesine karşı düzenin hizmetkarları sessiz kalamazdı" diyor ve devam ediyor: "Baskı ve terör aygıtı harekete geçirildi. Önemli bir direniş odağı olan cezaevleri, direnerek kazanma bilincini dışarıya taşıyan devrimci tutsaklar hedefe çakıldı. Operasyonun temel hedefi devrimci tutsakları, bir bütün olarak teslim almaktı. Bu operasyonun ilk halkası Ulucanlar katliamıydı. Katliamın zamanlamasının Başbakan Bülent Ecevit’in ABD gezisi sabahına denk getirilmesi de, ABD emperyalizmine verilmek istenen güvenceyle doğrudan bağlantılıydı. Ulucanlar katliamı böylesine kapsamlı bir çerçeveyi içeriyordu."
Haydar Baran'ın buraya kadar ki özetlerini 'gevezelik' olsun diye yapmadığı aşikar. Gerek sürecin daha iyi algılanabilmesi adına koşullardan bahsederken, gerekse de sözün, tanık olduğu vahşet gününe gelmesinden 'acı duyduğu' için, 'uzatmayı' tercih ediyor belki de... Lakin, o da farkında ki, Ulucanlar Katliamı tarihe bir yenilgiden öte direniş simgesi olarak kaydedilmişti. Bu hırsla, başlıyor anlatmaya:
'Üzerimize kurşun yağarken halaydaydık'
"Katliam 26 Eylül günü, sabaha doğru başladı. Ben beşinci koğuşta kalıyordum. Dışarı havalandırmaya çıktığımızda kulelerden sürekli olarak üzerimize ateş ediliyordu. Açılan ateş sonucunda 5. Koğuşun havalandırma boşluğunda Abuzer Çat ve Halil Türker vuruldu. Tam bu arada Ümit Altıntaş yoldaş da vuruldu. Kurşun bacağına isabet etmişti. Atar damara denk geldiği için kanamayı durduramadık. Daha sonra şehit olan Ümit Altıntaş yoldaşla birlikte operasyonun ilk dakikalarında üç arkadaş vuruldu. Şehitlerimizi havalandırmanın bir köşesine yerleştirdik. Kurşunlara inat havalandırmanın ortasında halay çekmeye başladık! Bir süre sonra 5. Koğuştan 4. Koğuşun havalandırmasına çekildik. Bu arada 4. Koğuş havalandırmasına itfaiye köpük sıkmaya başladı. Köpükler yükselmeye başlayıp, hareket kabiliyetimiz iyice kısıtlanınca 4. Koğuşun içine girdik; barikat kurmaya başladık. Çatıdan koğuşun içine yoğun olarak gaz bombası atmaya başladılar. Duvara yaslandığımız an ateş etmeye, koğuşu taramaya başladılar. Bu tarama nedeniyle DHKP-C dava tutsağı Aziz Dönmez şehit düştü. Ayağa kalktık 'devrimci tutsaklar teslim alınamaz' sloganlarını haykırdık."
'Çivili sopalarla bedenimizi parçaladılar'
200 metrelik mesafe boyunca işkencecilerin kurduğu koridorun arasından geçirildiğini söyleyen Baran, devam ediyor: "Yüzüstü sürükleniyordum. Aldığım bir darbenin ardından nefes alamaz hale geldim. Doktorların daha sonra verdiği bilgiye göre kaburgalarımın kırılması nedeniyle akciğerim parçalanmış. İç kanama geçirdiğim için nefes almakta zorlanmışım. Hamama götürüldükten kısa bir süre sonra, oranın artık bir işkencehane olduğunu anladım. Çivili olan sopalarla bedenimize rastgele vuruyorlardı. Bu arada aramızda bazı arkadaşları özel işkencelerden geçiriyorlardı."
'8 saatlik işkencede katledilenler oldu'
Baran, öğlen 11:00’den akşam 19:00’a kadar yapılan işkenceler sonucunda bazı tutsakların hamamda öldürüldüğünü söyleyerek, ekliyor: "Çok ciddi yarası olmayan İsmet Kavaklıoğlu hamamda vahşice katledildi. Hastaneye götürülmeyip orada bekletilenler, yaralarına müdahale edilse kurtarılabilecek durumda olanlar kan kaybından öldürüldü. Otopsi raporlarında vücutlarında kan tespit edilmeyen cesetler işte bu durumun en açık kanıtıydı."
Hastaneye kaldırıldığında akciğerinin kanla dolmuş olduğunu anlatan Haydar Baran, "Hastanede bir doktorun çabasıyla hayata dönmüşüm. Tüm bunları daha sonra öğrendim. Günlerce akciğerime takılı tüple yaşadım. Adli Tıp Kurumu verdiği raporla hayati tehlikem olduğunu tescilledi. Sadece ben değil toplam 103 arkadaşımız katliamda yaralanmıştı" diyor.
Medyanın rolü
Katliamda medyanın 'gayet belirgin' bir rol üstlendiğini de, şöyle anlatıyor Baran: "Katliam öncesinde ve sonrasında katliama haklılık kazandırmaya çalışan, bizlerin birbirini öldürdüğünü içeren haber ve yorumlardan geçilmiyordu. Ulucanlar Katliamı'ndan günler önce sermaye medyası kendi cephesinden saldırıya girişti. Katliam sonrasında Star ve Hürriyet gazeteleri başta olmak üzere sermaye medyası, harcı yalanla, demagojiyle karılmış haber ve yorumları yayınladı. Katliam sonrası da medya yalan ve demagojilerini artırarak devrimci tutsakların meşruluğunu gölgelemeye ve siyasi kimlik ve onurlarını korudukları için de katledilmelerini haklı göstermeye çalıştı."
Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde 7 yıldır arama yapılmadığı; tünel olduğu, devrimci tutsakların af için isyan çıkardığı yalanlarının da medyada yer aldığını hatırlatan Baran, "Ortada ne isyan, ne kalaşnikof, ne de tünel vardı. Tüm bunları 'gazeteciler' de biliyorlardı. Ama, 'koğuşlarda uyuşturucu madde, boğma teli, rakı, viski, cep telefonu da bulundu' diyenlerin dertleri gazetecilik falan değildi. Onların derdi her fırsatı değerlendirerek devrimci tutsakların mücadelesinin meşruluğuna saldırmaktı. Hürriyet Gazetesi'nin Çankırı Hapishanesi'nde çekilen bir fotoğrafı, 'Kanlı isyanı başlatmadan 5 dakika önce ellerinde sopalarla hatıra fotoğrafı çektirdiler' diyerek yayınlaması medyanın katliamdaki rolünü açıklamaya yeter aslında. Ulucanlar şehitlerinden Nevzat Çiftçi yoldaşın cenazesinde halka saldıran ve coplarla, tekmelerle insanları yaralayan jandarmanın neredeyse cenazeye katılanlardan dayak yediğini iddia edecek kadar yalana batmış olan Star Gazetesi de emir komuta zinciri içerisinde devrimci tutsaklara yönelik saldırıda önemli bir rol oynamıştı."
'AKP bizi katledenleri ödüllendirdi'
Ulucanlar Katliamı'ndan yaralı kurtulan ve hala akciğer sorunu yaşayan Haydar Baran'ın son sözü de AKP Hükümeti'ne: "Türkiye'de devlet daima hizmetkarlarını ödüllendirmiştir. AKP de öyle yaptı. Ulucanlar, 19 Aralık ve diğer cezaevi katliamları sırasında Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü yapan Ali Suat Ertosun Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğine kadar yükselmiş; Devlet Özel Madalyasıyla ödüllendirilmiştir."
ALİ BARIŞ KURT/İSTANBUL
