Umutsuzluk acizliktir

Son dönemlerde bu coğrafyada büyük acılar yaşanıyor. Yaşananlar insanın yüreğinde büyük gedikler açıyor. Bu kasvetli hava karşısında her replik ve her cümlenin de kanadı kırık oluyor. Dahası söylenecek bir hiçbir şeyin bir anlamının olmayacağını düşünür insan. Öyle ki kimi arkadaşlar Adorno’nun o ünlü “Auschwitz’den sonra şiir yazılmaz“ sözünden ve bölgede yaşanan olaylardan hareketle “Cizre’den, Sur’dan sonra şiir yazılmaz” demeye getirdiler.
Adorno'nun yanlış anlaşılan sözlerinden biri de bu herhalde…
(Sözün aslı kaynaklarda: “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır”; olması gerek.) Öyle ya da böyle; bu söz cımbızlanıp bağlamından koparıldığında doğaya da insana da şaire de aykırı duran bir söz haline dönüşebiliyor.
Bazen bir felaket, bir vahşet karşısında insanın nutku tutulur, Bizi can evimizden vuran büyük bir acı, ölesiye bir çaresizliktir o an yaşadığımız... Dile getirilmeyen bir öfkedir o an suskunluğumuz... Yaşananın değerlendirilmesi ve geleceğin muhasebesidir... Durup yeniden, şimdi bulunduğunuz noktadan bir daha bakmak istersiniz yaşananlara ve eldekilerle geleceğe gitmenin ne kadar mümkün olduğuna... Bir içe kaçış ve söylenemeyenlerin biriktirilmeye başladığı yerdir orası... Adorno böyle sözün bittiği bir yerden sesleniyor olsa gerek. Yoksa şiir yazma eylemini ayıplayıcı, dahası yasaklayıcı bir tavır değil söylediği.
Evet. Umutsuzluktan umut devşirmeye çağıran bir söz belki de dediği. Bir vahşet ve barbarlık karşısında, sanat bile bazen yaşananı anlatmaya yetersiz kalabiliyor." Düşüncelerinizi ve davranışlarınızı öyle bir ayarlayın ki, Auschwitz tekrarlanmasın, asla benzeri olmasın!" demeye getiriyor.
***
Adorno, her zaman, düşüncenin kendi içine kapanma eğilimine karşı ısrarla direnir. O, bir anlamda her tür despotizmin ve tahakküm ilişkisinin kaynağını ve kökenini düşünme imkânının sınırlandırıldığı ve kitlendiği yerlerde görür.
Nitekim Adorno çok sonraları bu sözüne şöyle açıklık getirmiş “Silah dipçikleriyle dövülenlerin çıplak fiziksel acılarını sözde sanatsal kılmak (…) bundan çıkarılabilecek haz potansiyelini barındırır. Estetik üsluplaştırma ilkesi aracılığıyla kurbanların hayal edilemez kaderi, bir anlama sahipmiş gibi görünür, yüceltilir; dehşet yumuşatılır ve tek başına bu, kurbanlara karşı büyük bir adaletsizliktir.” diye belirtmiş.(Necati Sönmez bir yazısında bu açıklamanın Adorno’dan Mukadder Erkan tarafından alıntılandığını belirtmişti.)
***
Sanatsal imgenin bir yüzü de yaşanan gerçekliğe dönüktür. Bu gerçeklik onun çağına tanıklık etmesiyle şekillenir. Bu imge, insanın doğayla, toplumla ve kendisiyle ilişkisinin somut özel, tikel görünüşlerinin doluluğu içinde estetiksel olanın zihinsel özümleniş biçimiyse yaşanan vahşetler karşısında yazmak da bir cehenneme dönüşebilir. Şaire düşen odununu alıp o cehenneme girmektir.
Olayların suskunluğunu aşmak ne kadar acı ve yaralayıcı olursa olsun dile getirmek gerek. Sözün özü; Auschwitz'ten sonra da şiir yazıldı, bundan sonra da yazılacak.
Kendi adıma bu konuda; Her çaresizliğin yeni bir başlangıç olduğunu bir vahşeti yalnızca sanatın dile getirebileceğini,sanatın dışında hiçbir şeyin dünyanın umursamazlığına karşı koyamayacağını söyleyen John Berger’e daha yakın duruyorum galiba.
İnsan umutsuz yaşayamaz.Umutsuzluk bir tür acizliktir. Oysa hayatın ve insanın sağaltıcı, iyileştirici ve direngen güçlere ihtiyacı var. Sanat da bu güçlerden en önemlisidir.
