Umutsuzluk kapımı çaldığında


Peki içindeki özlemi silebilir mi zaman. Öyle sanırsın.. O fidan, bebek, o sokaklar, o kokular gibi zamanın onu da başka bir mecraya sürüklediğini sanırsın ama öyle değildir. Yürekte bıraktığı boşluk öylece duruyordur. Acısı halen göğsünü sıkıştırır. Hatırlamak da değildir, çünkü hiç unutmamışsındır. Zamanın vefasızlığına meydan okuyan anılar hep kazanır. Gözyaşları içinde izlersin bu yenilgiyi. Çok söz eskittiğini sanırsın ama bu öyle bir özlemdir ki sana her yıl başka bir şeyi öğretir. O yüzden hep yazmak istersin. O olduğu gibi durur seni büyütür, acıtır, umut verir sana.
Yaşamı sıkı sıkıya tutan komutan
Giden yoldaşların yokluğundan bahsediyorum. Bir değil binlercesinden ve o binlerce içinden bir tanesinde. Kimilerinin şarkılardan duvarlara iliştirilmiş resimlerinden görüp de delici bakışlarından etkilendiği, kimilerinin hayatı birlikte soluduğu Erdal arkadaştan bahsediyorum. ‘PKK’de komutanlık nedir?’ diyenlere verebileceğin en somut cevap olan Engin Sincer’den. Yaşamının her saniyesini emeğiyle kazanan Komutan Erdal’dan.. Gabar’da, Cudi’de açlığa, soğuğa, ihanete inat yaşama sıkı sıkıya tutunan sıcak gülüşlü, keskin bakışlı, çakı gibi gerilla Erdal’dan. Avrupa’da Kürdün mücadelesinin derinliğini, asaletini kıvrak zekası ve duruşuyla karşısındakine kavratan diplomat Erdal’dan, tuttuğunu koparan, dağlardaki geçmişini sırtına yüklemeyen ama geçmişine sırtını dönmeyen vefalı yoldaş Erdal’dan bahsediyorum.
Geçen sekiz yıl boyunca binlerce defa ah şimdi burada olsaydı, şu kendini bilmeze ne güzel cevabını verirdi, şu yalnız umutsuz halimiz için neler söylerdi, şu kıran kırana savaşın içinde görmediğimiz ne çok şeyi gösterirdi. Ah şimdi burada olsaydı, içinden çıkamadığımız sorunlara nasıl çözüm gücü olurdu dediğimiz Erdal arkadaştan bahsediyorum.
Hep aynı şeyleri anlatıp durduğumu düşünüyorum bazen, giden yoldaşları anlatınca. Sonra anlıyorum ki söz ağızdan çıkıp hayatla buluştuğunda bambaşka bir anlama kavuşuyor. Her defasında bir başka şeyi anlatıyor Erdal ismi.
Bir eylemde halaya duran gençleri, panzerleri, polisleri hiçe sayıp artık tek bir isimsiz mezara tahammülüm yok diyerek arazide kalmış gerilla cesetlerini almaya giden halkı görünce Erdal’ın karşılığı inanç oluyor.
Başkasının sevincine, acısına hoyrat yaklaşanları görünce O’nun savaçılarının bir bakışından neyi olduğunu anlayan bakışları gözümün önüne geliyor. Dost oluyor öteki ismi.
Bencil insanları görünce, yaralı savaşçısını sırtına alıp saatlerce yürüyen komutanım geliyor. Erdal’ın ismi feda oluyor o zaman.
‘Ama benim memleketimde bugün insan kanı sudan ucuz’ dizelerini hatırlatan bu zülmü gördükçe o’nun tek bir savaşçısının kılına zarar getirmeden, büyük sonuçlar aldığı eylemleri aklıma geliyor. Erdal’ın ismi intikam oluyor.
Bir Newroz günü rengarenk giysileriyle yeryüzünü boyayan kadınlı erkekli grupları görünce Erdal’ın ismi sevinç oluyor.
Her gün biraz daha birbirimize yabancılaştığımızı, kabuğumuza çekildiğimizi, yalnızlaştığımızı yalnızlaştırıldığımızı fark edince, gözleri yüreği okumayı bilmeyenler azaldıkça, Şehit Sorxwin ile kafa kafaya verip ağladığımız o gün biz uzaktan bakıp sadece gözleriyle bizi teselli edişi aklıma geliyor. Erdal’ın ismi Özlem oluyor.
Yitirdiğimiz bir neslin kalanları olarak bu hayatın için eğreti durduğumuzda, bu kavgaya birlikte başlayıp bizi yarı yolda bırakanlara öfkelelendiğimizde, bu çağa ayak uyduramadığımızda, mektupların yerini maillerin, fotoğraf makinesini banyoya verip heyecanla beklediğin resimlerin yerine beğenmediğin her bir yanını fotoshop denen yöntemle düzeltebildiğin resimlerin, hiç bilmediğin bir yerde durup bir saatliğine hayatına ortak olup yola koyulduğun o küçük kır kentlerinde durabildiklerinin yerin mi, saatte bilmem kaç kilometre hızla geçen trenlerin aldığı bu çağa ayak uyduramadığımızda Erdal özlem oluyor.
Bilika’da Gire Hirmo’da Navser’de sabah, öğlen, akşam korucuların el koyduğumuz koyunlarının etini yiyip (bazen de tuzsuz) sonra Mem ile Zîn gibi hiçbir araya gelmeyecek çayını şekersiz yudumlayan, ya da şekeri varsa otları kaynatıp çayını keyifle içen, yırtık mekaplarıyla şalvarlarıyla dalga geçen, sırtındaki yüke aldırmayıp geceler boyu yol yürüyüp sonra kim gönüllü göreve gidecek sorusuna hepsi birden ben diyen o bölüğün savaşçılarından biri olan, bana işte yaşam bu dedirten komutanımı özlüyorum.
Hayata tutunmak, büyümek, yükselmek inanmadığın sözleri sarf edip sonra onun tersini yapmak bu düzenin kanununda var, hayatta kalmanın tek yolu budur diyenler çok. Böyle düşünmeyenler hep yenik. Umutsuzluk kapımı çaldığında komutanımın sözleri aklıma geliyor.
Ağlamaklı halimle böyle yapmak çok kolay ama ben kendime yakıştırmıyorum. Bizim de mi öyle yapmamız gerekiyor diye yanına gittiğimde bana verdiği o cevabı hatırlıyorum.
Ve aslında o cevabın bu çağa, hayatın tüm zorluklarına direnmek isteyen bir insana yettiğini fark ediyorum.
‘Unutma, kısa vadede onlar kazandıklarını sanabilir ama uzun vadede kazanan biz olacağız.’
1998 yılında Cudi’de söylemişti bana o sözleri komutanım...
ZİLAN DİYAR
