“Üstümü arama polis, her şey kafamın içinde!”

Haberleri —

Önce bir itirafla başlayayım: Her Allahın günü açılan imza kampanyalarından gına gelmişti. Kadın ölümlerine, tecavüzlere, bostan kıyımlarına, ağaç katliamlarına, her türlü bireysel özgürlüklerin kısıtlanmasına, keyfi yargı kararlarının mağdurlarına, çocuk işçilerin istismarına, petrol yataklarına, siyanür aramalarına karşı çık çağrılarına sağır kalmamak için verdiğim imzaların haddi hesabı yoktu. Bu kampanyaların bir çoğunun vicdan rahatlatma, sosyal sorumluluk hissetme, vatandaşlık hakkını kullanma, ideolojik geleneğine uygunluk, aksi bir tutumu kişisel ahlâkına yakıştırmama gibi bir reflekse hizmet ettiğini, en fazla cürmü kadar yer yaktığını, daha vahimi devletin sanal suçlardan sorumlu katipleri tarafından kendimi ihbar etmenin ötesine gidemeyeceğine de nerdeyse emindim.

Fakat akademisyenlerin çıkışıyla bir imza, bir imza derken sayının giderek artması, korkuyla ilişkimizi de değiştirdi sanki. Hatta bir adım ileri gideyim düne kadar birbirlerine bok atan aydınlar da aynı dilekçenin altında buluşuverdi. Ulusalcı dangalakların “ama niye sadece devleti işaret ediyorlar, ama örgüt de şiddet kullanmıyor mu” yollu yan çizişlerini geçiyorum, en fazla işimden olurum, içerde yatarım ama hiç olmazsa suçum “barış istemek” olur diyenlerin sayısı dalga dalga artmakta. Bu arada demin haberlerde duydum, hapishanelerin toplam kapasitesi 180 binmiş, hepsi de tıklım tıklım doluymuş. TOKİ imzalar artarken hemen her şehre bir hapishane daha kondursa da saray şürekası rahatlasa.

Gezi zamanı sevdiğim bir duvar yazısı vardı: “Üstümü arama polis, her şey kafamın içinde!” Tam öyle bir noktaya gelmedik mi, yoksa abartıyor muyum? Şimdiye kadar aydın tavrını sorgulayanlar, onları yetersiz görenler, gördüğüne burun kıvıranlar için bu bildiriler bir turnusol kağıdı değil mi? Burdan ve bundan sonra her şey daha net görülmeyecek mi? Konuşmaya başlarken imza attın mı atmadın mı arkadaş, ona göre devam edelim tavrı gizli bir sözleşme olarak ilişkilerin kıstası sayılmayacak mı? Üstelik sadece aydınları da baz almayalım, plaza çalışanlarına kadar her kesime bir gaz geldi, hem sokaklara düşüp gaz yeme tehlikesi yok hem de evde oturduğun yerde yapılabilen bir eylem sonuçta… Bir nevi meşakkatsiz muhalefet! Bu yazıyı yazarken çeşitli üniversitelerde gözaltına alınan akademisyen sayısı hızla artmakta o ayrı. Ama kapasite de belli yani, 2000 akademisyeni birazını içeri tıksan, biraz edebiyatçı, biraz mimar, biraz gazeteci koysan TOKİ’nin gece gündüz çalışması, olmadı prefabrik hapishane inşa etmesi şart gibi gözüküyor.

Aydınımız korkuyu yendi, Aydınlar Dilekçesi yeniden vücut buldu, dünyanın dikkati üzerimize çekildi, Chomsky, Tarık Ali bile padişaha posta koydu diye sevinmek için erken mi bilmem ama aydının iktidarla, onun politikalarıyla, şiddetle, savaşla ilişkisini, düşüncesini yeniden gözden geçirmesi için bu kampanya bir vesile oldu. Elde var bir, ya da yetmez ama evet.

Son olarak yaptığı duvar resimleriyle anarşist bir muhalefet sergileyen, kimliğini hiçbir zaman açıklamayan, dünyadaki savaş tacirlerinin ve mağdurlarının yüzüne güzel tokatlar aşkeden Banksy sergisinin açılışını Sümeyye’nin yapması, girişin paralı olması, biletlerin internet üzerinden 35 liraya, Banksy resimlerinin olduğu taburelerin (evet sadece tabure) 250 liraya satılması, bu serginin Global yatırım bla bla gibi bir şirketin sponsorluğunda memlekete getirilmesi, daha da vahimi belki de Banksy’nin bütün bunlardan haberinin bile olmamasını da şuraya not olarak düşeyim. Malum sadece aydın ya da sanatçı olmanın değil, insan olmanın da en temel meselesi benim indimde iktidara ve güce mesafeyle ölçülür. Gerisi laf-ü güzaftır.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.