Utanmazlık!..

Haberleri —

Ana yurtlarında tutunamayan göçmen ruh, Osmanlıdan sonra yaltaklanıp yaranma taklaları atarak yanaştı Kürtlere. Britanya ve Fransa öncülüğündeki savaş galipleri, Fransa’nın Lozan kasabasında devleti kurup, 1923 Temmuz'unda ilan edene kadar, bırakın "tekliği" Türk sözünü bile ağızlarına almadılar.

Göçmenlerden bir Türk ırkçısı, 1920 yılı Mayısında, "Türklerin meclisi" deyince, Atatürk, "hayır" itirazıyla yerinden fırlamış, "burası Kürtlerin, Arapların, Türk ve Lazların da meclisidir" diye düzeltme yapmıştı.

Daha sonra Seid Rıza’nın kayın babası da olan Dersim Milletvekili Diyap Ağa'yı, üstü açık arabada, geleneksel Kürt kıyafeti içinde, Kürdistan’ın simgesi niyetine yanında oturtarak şehir turuna çıkmıştı.

Ancak bütün bu yaltaklanma ve pohpohlama gösterileri, Lozan’a ayarlıydı. Orada TC tapusunu aldıkları gün, Kürtleri yücelterek oyalamaya ihtiyaç kalmayacak, herkes özüne dönecekti. 

Edepli durmaya da gerek yoktu. Utanma duygusu gitmiş, saygı ölmüştü. Türk ırkçılığının tek millet (ırk), tek bayrak, tek dil üzere tavan yapma, muhtemel düşman Kürtlerin ise buharlaşma zamanıydı.

Bir sabah uyananlar, Atatürk’ün "Kürdistan" dediği ülkenin tarih ve coğrafyadan silindiğini gördüler. Yok olmuş ülke halkı ise "hiç olmamış, yaşamamış" yapılmış, olmayanın var olan dili, kültürü, insanlarının ismi de yasaklanmıştı.

Terör devleti, Kürdistan’ın göğsüne çökmüş hançerliyor, ülke yanıyordu.

Olmayan Kürtlerin, gerçekten yok olma zamanıydı. Hayali isyanları bastırma adına terör devletinin kırım günleriydi. Böylesi günlerde, insanlığın lüzumatı yoktu.

Kürtleri sevme gösterisinin aktörü Diyap Ağa, 1935 yılında yatağında ölmüş, ailesi ise Perihan adındaki bir kız torunu hariç, 1938’de bütünüyle kırılarak soyu kurutulmuştu.

Ayakta kalabilen Kürtler bastırılmıştı. Recep Erdoğan’ın narasının kelimeleriyle, artık "Kürt sorunu yok" ama komşularda Kürt vardı. İran’da, Irak’ta adları, kimlikleri yasak değildi.

Şimdi, onların üstüne atılma zamanıydı. Bu amaçla, önce Irak ve İran’ı içine alan Bağdat Paktı'nı kuruldu. Ardından Britanya, ABD ve Pakistan’ı da içine alan CENTO, daha sonra RCD oluşturuldu.

Türkler, bu örgütlenmeler sayesinde, Kürtlerle üç parçada koordineli olarak mücadele verdiler. İstihbarat alış-verişi, tutuklama, cinayetler için, yeri geldiğinde, derinlerde sessizlik içinde üçlü cephe kurarak, gerektiğinde ikili ittifak yaparak…

İttifak çerçevesinde, Halepçe Katliamını Birleşmiş Milletlerde, Saddam rejiminin tezi doğrultusunda destekleyen başlıca devletti, TC.

Türk devletinin, akıl ve mantığı aşıp, delilik sınırlarını zorlayan tutumu, Ortadoğu dekleminin değişiminden sonra daha da berraklaştı. İran ve Irak 1980’de birbirine düşünce, ittifak çarkı bozuldu. Türkler yalnız kaldı.

Körfez savaşıyla, tohumu atılan Güney Kürdistan’ın (Irak Kürdistanı) karşısında TC tek başına dikilmek zorunda kaldı. Soğuk savaşı kızıştırarak sürdürdü. Ta ki, teslim alana kadar. 

Suriye, 2012 yılında Suudiler, Türkler ve Katar’ın destek verdiği İslamcı çetelerin saldırısına uğrayınca Kürtler, "bu benim savaşım değildir" diyerek saflarını ayırarak, kendi ülkeleri Rojava’yı savunma pozisyonu aldılar.

Bir yandan da, Güney’de yaptıkları gibi Rojava’yı da uydulaştırmaya çalıştılar. Fakat başaramadılar. Bunun üzerine İslamcı katillerin, tecavüzcü ve talancı çetelerin saldırısı başladı.

Türkler de, elini, kolunu bağlamak için, Rojava’nın gelişime kırmızı çizgilerle set çekti.

Oysa, orası başka bir diyardı. Olanlar, başka bir ülkenin iç işlerinden ibaretti. Müdahale hukuksuzdu. Kırmızı çizgiler, dünyada eşi olmayan bir utanmazlıktı.

Bir başka ülkenin iç işlerine elleri, ayaklarıyla dalmaları rezalet, öbür yanıyla da utanmazlıktı. Utanmazlık, saygısız sularda boğulmaydı.

Çünkü üstüne kırmızı çizgi çektikleri Rojava halkının akrabaları, bu yakada yaşayan yurttaşlarıydı. Seçimlerde oylarını dilenmeye çıkıyorlardı. Onların ödedikleri vergilerinden maaş alıyor, onların kazançlarıyla inşa edilen saraylara kuruluyor, lüks araçlara biniyor, ziyafet masalarına oturuyor, Kürt gençlerini de zorla askere alıp, korkularından kurtulmak için muhafız olarak kullanıyorlardı.

Ne yapacaksınız ki, ağam nerede, ben neredeyim dünyasında, ırkçı utanmazlık sınırları da aşıyordu. Bunlar için utanma duygusu lükstü. Onur gereksizlikti.

O nedenle bunların burnu yere sürtüle sürtüle, kırmızı çizgiler yalatılıyordu…

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.