Vara, vara!

Haberleri —

Bunca yıldır, Türk devletinin Kürdistan’da vardığı yer  ‘Vara, vara’dır.
Var vara!..
Burası sınırdır, bu sınırın ötesine geçilemez…
Ötesi ölüm, ötesi mahşer, kıyamet…
Nedir bu ‘Vara, vara’?
1993 yılında Demirel, Kürt Realitesini tanımakla devletin önemli bir gelişme kaydettiğini söyledi. Tanıyoruz filan da demedi. Böyle hatırlanıyor ama doğru değil. Kendisini katmadı yani. Ondan önce birileri kabul ‘etmişti’ de, kendisi bunun önemini vurgulamıştı. Öyle tehlikeli bir meselede kendisini sorumluluk altına sokacak bir laf edecek adam mıydı Demirel?
 O günü iyi hatırlıyorum. Yanında İnönü’nün dışında, dönemin genelkurmay başkanı Doğan Güreş de vardı. Bir Kürt çocuğunu ‘Vara vara’ diye çağırmıştı. Türk basınında Doğan Güreş’in bu ‘vara, vara’sı da, en az Demirel’in sözleri kadar yer bulmuş, hatta devletin değiştiğine dair Demirel’in sözlerinden daha önemli bir hareket olarak takdim edilmişti.
Were’nin vara’laşmasını boş verin. Büyük Türk devletinin pek büyük (Anıtkabir sakinine ayıp olmasın diye, ulu demeyelim) genelkurmay başkanının ağzından bir kelime Kürtçe…
Hem de iki kere tekrar…
Ne büyük ihsan…
Türk devleti ve paralelindeki düşünce dünyası hala o ‘vara, vara’nın etrafında dolaşıyor ve Kürtlerin de, onları izlemesini istiyor.  Bir bakıyorsunuz ‘Hapishanelerde Kürtçe konuşmayı serbest bıraktık’ diyorlar ve bunu büyük bir cömertlik olarak kabul etmemizi istiyorlar.
Hapishanede Kürtçe serbest…
Bak hele!
Serbest bırakmasan ne yazar, oradaki yasağını dinlemezlerse (zaten takan da yoktu) ne yapacaksın, ceza olarak serbest mi bırakacaksın?..
Yok dil kursuydu, yok gecekondu misali yasal altyapıdan yoksun televizyondu derken, meselenin odağına Kürtçeyi koyarak, bizi de kendileriyle birlikte harfler labirentinde dolaştırmaya çalışıyorlar. Kürtçe eğitime evet, diyerek işin en kolay ve olmazsa olmaz kısmını çözmüyorlar.
Vara vara yani…
Neden Kürtler açısından pazarlık konusu olmayacak meselenin bir ayrıntısı etrafında dolaşıyorlar?
Türk devleti, Kürtlerin yaşadığı topraklar üzerinde parya gibi yaşamayı ret ettiklerini, buna isyan ettiklerini, irade sahibi olmak istediklerini biliyor, bilmezden geliyor. İşine öyle geliyor.
Ama Türk medyası, düşünce dünyası farklı… Aydın diye tabir edilen bu dünyanın insanları, yukarıdan gelen emirle düşünüyor ve çoğu zaman büyükleri ile empati kurarak, muhtemel emirleri hayal ederek (akıllı olanları bunlar, devlete sahiden de inanan kesimi hiç katmayalım) onları emir zahmetinden kurtararak konuşuyor, yazıyor, tavır alıyorlar.
Silvan trajedisi üzerine bu zevatın ayranı kabardı birden. İşin karartma boyutu bir yana, Kürtleri tehdit etmede, devletten erken davrandılar:
‘Soğukkanlılık kaybedilmeden demokratikleşmeye devam da edilmelidir.
Ama, çözümün tek yolunun bu olmadığını söylemenin zamanı gelmiştir.
Demokratikleşmenin PKK’yı ve paralelindeki siyaseti yatıştırmayacağını aksine daha fazla şiddete sevk edeceğini kabul etmeliyiz.’ (Star gazetesi genel yayın yönetmeni Mustafa Karaalioğlu)
‘PKK, kendi derebeyliğini ilan ediyor. Hangi devlet vatandaşlarını silahla hâkimiyet sağlayan bir derebeyinin insafına terk edebilir? Türk devleti kendi hukukundan önce o bölgede yaşayan vatandaşlarının hukukunu korumak için bu derebeylik iddialarına izin vermemek zorunda.’ (Mümtaz’er Türköne, Zaman)
Nedir Silvan olayı?
Her şeyden önce, kendi iradeleri dışında hem kasap hem de kurbanlık koyun olmaya zorlanan o gencecik insanların ölümüne üzülmemek, insani fukaralığın işareti olur.
O dağlarda ne arıyorlardı, kimi arıyorlardı, el bombası mesafesine kadar yaklaştıkları bulup, yakalayabilselerdi ne yapacaklardı? Bunu kimse tartışmıyor, görmüyor, görülmesini istemiyor. İşin kasaplık boyutu bilinmemeli…
Mesele pusu olarak bilinmeli ki, Kürtlerin ne gaddar, ne zalim olduklarını görsün her kes…
Dört saat öncesinden Türk devleti, PKK telsizlerinden neler olacağını öğreniyor. Öyle yazıyorlar. Onların yalancısıyız. Ama askerlerini uyarmıyorlar, geri çekmiyorlar, yardım da göndermiyorlar. Tohumuna para mı vermişlerdi ki?..
Sonra da, şehit edebiyatı yapıyorlar, Kürtleri tehdit ediyor, Kürtlere saldırıyorlar…
Korkutacaklar ‘vara, vara’nın etrafında tutacaklar…
Daha önce kaçırdıkları bir treni yakalama arzusu ve yakalayamamanın derin ızdırabı… Evet, Öcalan’ın esir alındığı ilk iki üç yıl böyle bir trendi onlar için ve beş yıl istasyonda durmasına rağmen binmediler. Kaçtı…
Beklemesinler.
O tren hurdaya çıktı…

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.