Varız ve buradayız: Hayatı savunuyoruz

Kadın Haberleri —

.

.

  • 'Ne seninim, ne kara toprağın' başlıklı çalışma, yaşamı savunan, yaşamı ve kendini seçen 3 kadının, Çilem Doğan, Nevin Yıldırım ve Yasemin Çakal’ın tahta blok üzerine baskı yöntemi ile üretilmiş portreleri ile odayı dolduruyor. Sanatçı bu kadınları kendisini kötü hissettiğinde elinden tutan süper kahramanları olarak hayal ediyor. 

SUSAN WEINBLATT

Berlin’de Kunstraum Kreuzberg/ Bethanien sanat alanında 12 Kasım’dan 19 Şubat 2023’e kadar devam edecek “Guilty, guilty, guilty! Towards a Feminist Criminology” (Suçlu, Suçlu, Suçlu! Feminist bir kriminolojiye doğru) başlıklı bir sergi bulunuyor. Serginin odak noktasında “mahkemelerde yargılanan kadınlar” yer alıyor ve serginin internet sitesinde belirtildiği üzere burada yer alan işler mahkeme salonunu kadınlığın tartışmaya açıldığı ve yeniden tanımlandığı, sınırlarının çizildiği ideolojik ve politik alanlar olarak tanımlıyor. Yani kadınlar hangi suçlardan ve neden yargılanıyor? Neden ve nasıl cezalandırılıyorlar? Sergide yan yana gelen çeşitli sanat işleri bu sorulara dair tarihsel bir panorama sunuyor. Bu projenin amaçlarından bir tanesinin de “feminist bir kriminoloji” anlayışı yaratmak olduğu belirtiliyor. 

Bireylerin kendi aralarında birbirleriyle nasıl ilişkileneceklerini belirleyen ve karşılıklı rızaya dayalı bir şekilde kolektif olarak üretilmiş kurallar bütünü olarak değil, ataerkil sistemin varlığını korumak ve sürdürmek ve bu yolda engel teşkil edecek varlık biçimlerini cezalandırmak olarak hukuk, kadınları tarih boyunca çeşitli şekillerde sınırlandırmıştır. Bunun için pek çok örnek sayabiliriz, seçme seçilme hakkından miras hakkına, cadı avlarından kürtaj yasaklarına ve kürtaja erişime yardım eden kadınların hapse atılmasına kadar. Günümüzde sistematik olarak kadınların yaşamlarını tehdit eden erkekler cezalandırılmaz hatta ödüllendirilirken, kadınlar ise mahkemelerde kat kat daha fazla cezalandırılabiliyorlar. Aslında sergi her ne kadar küresel ve tarihsel örnekleri bir araya getirse de bizim çok da uzaklara bakmamıza gerek yok ne yazık ki. Daha bu hafta gözaltına alınan Kürt kadın aktivistler ya da sadece söyledikleri yüzünden hapse atılan Şebnem Korur Fincancı bunun son örnekleri. 

Bu yazıda sergide yer alan işleri tek tek tanıtmak yerine, Türkiyeli trans sanatçı Rüzgâr Buşki’nin sergide yer alan çalışmasına ve bu kapsamda 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü’nden bir gün önce düzenlediği panele odaklanmak istiyorum. Rüzgâr Buşki geçtiğimiz Eylül- Ekim aylarında da Berlin’de Galerie Wedding’te solo bir sergi açmış ve Almanya’da solo sergisi açılan ilk Türkiyeli trans sanatçı olmuştu. Solo sergisinde Gezi Parkı eylemleri esnasında Türkiye’deki LGBTQI+ hareketinin sokaktaki ve eylemlerdeki varlığına, LGBTQI+ aktivistlerin ve dostluklarının gözünden bakan belgesel filmi #direnayol ve serigrafi baskı yöntemi ile üretilmiş illüstrasyon çalışmaları gibi birçok işi yer aldı. 

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da feminist hareketin sloganlarından bir tanesi de “erkek adalet değil gerçek adalet istiyoruz”. Tam da bu noktadan başlayarak serginin konusuna doğrudan yanıt veren bir iş koyuyor Rüzgâr Buşki ve panelde de bu sloganı vurguluyor. Söz konusu kadınlar olduğunda suç nedir, hak ve hukuk nedir neye göre tanımlanıyor? “Ne seninim, ne kara toprağın” başlıklı bu çalışma, yaşamı savunan, yaşamı ve kendini seçen 3 kadının, Çilem Doğan, Nevin Yıldırım ve Yasemin Çakal’ın tahta blok üzerine baskı yöntemi ile üretilmiş portreleri ile odayı dolduruyor. Süper kahraman kavramı üzerine düşünen sanatçı bu kadınları kendisini kötü hissettiğinde elinden tutan, düştüğü yerden kaldıran ve hayatına devam etmek için ona güç veren süper kahramanları olarak hayal ediyor. 

Bu üç kadın, Türkiye’de uğradıkları şiddete karşı hayatta kalmayı seçmiş ve bunun için öz savunma pratiklerine başvurmuş kadınlar. Her birisi de son yıllarda medyadan da takip ettiğimiz üzere, erkek yargı tarafından yaşamlarını savundukları ve hayatta kaldıkları, var olmaya devam ettikleri için cezalandırıldılar. “Bir kişi daha eksilmeyeceğiz” sloganına hayat vererek bir kişi daha eksilmemek için kendini ve yaşamı savunan bu kadınlar, aynı zamanda bu şansı elde edememiş ve aramızdan ayrılmış kadınların anısını da taşıyorlar yanlarında. 3 yıllık tutukluluk sürecinin ardından İsviçre’ye iltica eden ve kadın cinayetlerinin politik bir mesele olarak sayılıp öz savunma davasına siyasi iltica kararı verilmesinin ilk defa önünü açan Yasemin Çakal da bu panelde, o sırada cezaevinde olduğu için yanımızda olamayan Nevin ve Çilem adına orada olduğunu söylüyor. Bu siyasi iltica kararı aslında tarihsel önem taşıyor ve erkek yargı ve ulus devlet/ sınır sisteminde feminist bir yarık açıyor. Bu da başta Yasemin Çakal olmak üzere dava süreci boyunca hem içeride hem dışarıda birlikte mücadele ettiği onlarca feminist kadının mücadelesiyle oluyor. Onun varlığı aramızda pırıl pırıl, pamuklara sarılacak değerli bir taş gibi parlıyor ve bizlere de yaşama devam etme enerjisini aşılıyor. 

Bu etkinliğin geri kalanında da öz savunmadan öz bakıma radikal feminist bir hareketin nasıl sürdürülebileceği tartışıldı. Artık duymayan, bilmeyenin kalmadığı “Jin jiyan azadî” sloganının anlamı bu kez de öz savunma ve öz bakım açısından açığa çıktı ve dinleyenlerde karşılık buldu diyebiliriz. Panelin katılımcıları Yasemin Çakal ve Nayuk’un dinleyenleri sarıp sarmalayan ve güç veren sözleri şunları söylüyordu aslında: önce kendimize, yaşama, sonra da birbirimize sahip çıkacağız. Erkek adalete değil kendimize güveneceğiz, birbirimizin elinden tutacağız ve birbirimize bakacağız. Suçlu ve mağdur kalıplarının ötesine geçmeye, kendimizi savunmaya çalışacağız, birbirimiz için sorumluluk alacağız ve birlikte değiştireceğiz. 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.