Yargısız infazın resmi adı ‘vur emri’

Haberleri —

Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanununda, köklü ve oldukça ağır sonuçlar doğuran değişikliklerin yapıldığı 2005 yılından bu yana, vatandaşın güvenlik güçleri tarafından sokak ortalarında kurşunlandığı vakalarda ciddi bir artış olduğu biliniyor.
Çoğu ölümle sonuçlanan bu kurşunlama olaylarının gerçekte keyfi polis infazları olduğu bir sır değil. Polise vatandaşı katletme yetkisi veren bu yasadaki değişikliklerin yürürlüğe girdiği sıralarda, insan hakları örgütlerinden bir takım itirazlar gelmişti.
Ancak o zamanlar ciddi bir toplumsal muhalefet örgütlenemediği için bu yasa da "asayişin berkemal" olması adına vatandaşın en doğal hakkı olan "yaşam hakkı" ihlal edilerek uygulamaya kondu.
İnsan hak ve özgürlüklerinin temel dayanağı olan "yaşam hakkı"nın dokunulmazlığı, bütün demokratik ülkelerde esastır. Bu hakkın korunması ve devamının sağlanması da normalde devletlerin ve seçilmişlerin birincil görevidir.
Yani bu yasa, yasal olarak da aslında hem anayasaya aykırıdır, hem de uluslararası insan hakları sözleşmesini açıktan yok saymak demektir.
Türkiye gibi ülkelerde ise her daim esas olan egemenlerin refahı ve selameti olduğu için ezilenlerin yaşam hakkı, yok hükmündedir.
 Sistemin çarkının en alttakileri öğüterek dönmesi, devletin idamesi için gerekli görülür. Bu gereklilik de bütün günahları örter, "elzem olan devletin bekasıdır!" Bunun için gerekiyorsa, insanlar sokak ortalarında vurulur, kaçırılır, gözaltında kaybedilir, hücrelere tıkılır, yüzlerce yıl cezalara çarptırılır.
Devlet ve kurumları söz konusu olduğunda, kimse hesap soramaz. Devletin polisi, vatandaşın güvenliği için yoktur çünkü. Polis, vatandaşı ve vatandaşın haklarını koruyacağına, devletini vatandaşlarından korumak üzere eğitilmiştir.
Sözümona vatandaşın emniyeti için var olan güvenlik güçleri, bu yasaya dayandırılan keyfi tutumlarla, istediği gibi silah sıkarak, vatandaşın güvenliğinin bir numaralı tehdidi haline gelmiştir.
Dur emrine itaat etmedi gerekçesiyle vurulan sayısız insanın içindeki birkaç isim, olayın ciddiyetine vurgu yapmak açısından önemlidir.
Örneğin; 2008’de Van’da malum ihtara uymadığı gerekçesiyle polis ekiplerince vurulup ağır yaralanan Alişan Kuşan, henüz 13 yaşında bir çocuktu.
İhtarı algılama yetisine sahip olmayan, zihinsel engelli iki vatandaş da yine bu şekilde emniyet ekiplerince kurşun yağmuruna tutuldu. Bu iki vatandaştan birinin de işitme engelli olduğu hatırlandığında, "vur emrinin" nasıl bir cinayet emri olduğu,daha iyi anlaşılır.
En son örnekte de gördük; ‘her uyruktan insanın Türkçe bilme zorunluluğu’ varmış gibi faşist bir yaklaşımdan yola çıkıldığı için dur ihtarını anlayamayan Gülistan Tosun, durmak istediği halde polis kurşunlarının hedefi olmaktan kurtulamadı.
Şimdi gündem yine yeni Anayasa hazırlığı tartışmalarına odaklanmışken, polis selahiyetleri yasasının da yeniden düzenlenmesi için meclise ciddi bir siyasi baskı yapılmak zorundadır.
Sokak infazlarına koruma kalkanı olarak kullanılan "polisin vurma yetkisi" yasasını, aklı ve vicdanı olan her vatandaş kadar, mecliste temsil edilen siyasi partiler de reddetmelidir.
Çünkü "vur emri" yasası, genelde muhalif kesimleri hedef alan gözdağı verme, yıldırma ve nihayetinde susturma-yok etme amacıyla uygulanıyor. Ancak her vatandaşın da rahatlıkla mağduru olabileceği bir yasadır aynı zamanda.
Günlük koşturmaca içerisinde, insanın bir anlık dalgınlığı ve ihtarı duymaması bile "vur emri"nin kurbanı olabilmeye yetiyor.
Bu yasanın arkasına sığınan emniyet görevlilerinin, sokaklarda terör estirmelerinin önünde herhangi bir engel var mı?
Sözde durmadığı için vurulan, yaralanan, sakat bırakılan, öldürülen insanların, kişisel bir kin-husumete kurban gitmediklerini kim kanıtlayabilir?
Dolayısıyla, bu yasanın acilen uygulamadan kaldırılması gereken, özünde bir "ölüm emri yasası" olduğu açıkça ortadadır.

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.