Yaşar Kemal de gitti; ‘insanın piçine kaldık...’

Yaşar Kemal’in sevenleri, onu omuzlarında toprağa taşırken, ben uzaklarda, çok uzaklarda oturmuş, bir yanda gözlerimden akan suyu kurutmaya, öbür yanda onu yazmaya çabalıyorum.
Ne yazabilir, avazı Kürdistan dağlarından taşıp, evrenin yedi iklim, dört bucağında yankılanan bu ulu dengbêjin hangi yüceliğinin tek damarını bile ayrıntılarıyla daracık sütuna sığdırabilirim ki…
Yaşar Kemal Kürt, tek kişilik Kürdistan’dı, hep. Hayatı boyunca Kürtleri anlatıp, isyancı Kürdistan'ı yazdı. Irkçılığın katran karası belasında, "K" harfinin bile yasak olduğu 1950’lerde Kürt tipler serpiştiriyordu, İnce Memed’e…
Ege’yi, Akdeniz’i, Marmara'yı yazarken, Billurvan Üso’nun kaval sesinden Kürdistan ve Kürtlerin trajedisi dipten bılklanarak fışkırıyordu.
Evinin salonu kapısı üstünde, xelek biçiminde (yuvarlak, ortası delik) büyük bir tandır ekmeği asılıydı. Yanında da, Kürdistan kıraçlarınının süsü "güniye qusi" (kaplumbağa keveni) hevengi…
Anlayanlar için, Kürdistan kutsal ekmeği, toprağın, ot ve çiçeklerin binbir tadında güneş kokar. Güniye Qüsi mavi, apak, pembe çiçeklenir, çiçekleri Yaşar Kemal’in deyimiyle yanar döner çakar…
Ağrı Dağı isyancılarını bir sevda destanı olarak anlatandır, o. Siyamed û Xecê’nin mekanı, Süphan (Sipan û Xelat) dağı direnişçilerin yurdu olduğu için baş eğen, Lahuri toprağına saygıyla diz çöken, Esrük dağına omuz yaslayan Kürdistan'ın son dev dengbêji…
Cumhurbaşkanı Özal’a verdiği Kürt raporundan sonra, yurt dışında yayımlanan iki yazısı bahene edilerek mahkum edilen dev, öfkesini kağıda döküp, isyancı ruhunu kanatlandıracak söz kıtlığı çektiğinde, başka bir benzeri görülmemişlikle, kendi kelime ve deyimlerini yaratan ve bunu kabul ettirendi, o. Misal menevişleme, ipildeme gibi…
Ali Püsküllüoğlu, onun yaratıp Türk diline hediye ettiği kelimelerden oluşan "Yaşar Kemal Sözlüğünü" bile derledi.
Türk kültürü, sadece bu yüzden, Kürdistan’ın bu dev oğluna şükran borçludur.
Ama "her ne hikmetse" değil, katiller, ırkçıların katiller düzeni Faşizme yakışanıyla iş tutan, aksuata çevirip, dolandırıcılık dolambaçlarında dolaşan birileri, o toprağa karışma yolundayken bile, "hayatının ayrıntıları içinde, Allah rahmet etsin diyeceğim bir ip ucu bulamadım" diyordu.
Bu yaratık, söyleminde haklıydı. Çünkü, bütün barbarlar ona düşmandı. Daha onyedi yaşındayken, döve döve başını ezip, kemiklerini kırarak ruhunu almak istemişlerdi. Bu barbar soydan gelenlerin, "Allah rahmet etsin" demesi zaten beklenemezdi.
O zaman Yaşar Kemal, kendisi olamazdı. Çünkü, o hayatını barbarlığı anlatmaya adamış insan hası, bir isyancıydı. "Katiller beni okumasın" diyor, iyilik ve güzelliklerin çiçeklendiği barış uğruna zindanları göze alıyordu.
Barbarın, yer yüzü güzelliklerinden öç alma hırsıyla giriştiği ölüm seferinden kaçanların hüznünü, "o güzel insanlar, güzel atlara binip, çekip gittiler" ağıdıyla, yanmış, yıkılmış, çürüyerek çorak olmuş dünyayı da, "demirin tuncu, insanın piçine kaldık" diye anlatıyordu.
Fırat, Murat, Dicle nehirleri ceylan bakışlı Kürt kızlarının ölülerini sürüklüyor, kan akan bu nehirlerde bebek ölüleriyle, tecavüzlerden kurtuluşu azgın sularda arayan genç kadınlar, kız ve gelinlerin ruhsuz bedenleri birbirine dolanıyordu. Tecavüzden sonra hançerlenerek öldürülmüş, genç kız ve kadınların kesik memeleri de yerde segiriyordu, anlatımlarında.
Billurvanlar, efsanevi Küp Gölünün etrafında fırdolayı keçe serip sofiler, risıpiler divanında çalıyor da, ha babam, dağların öfkesini çalıyorlardı.
Annesi Nigar Hanım dengbêjdi. Kopup geldiği Sipan û Xelaf dağının nağmelerini Feqiye Teyran tadında söylerdi.
O ise Feqiye Teyran’ın avazıyla yazdığı romanlarda, Barbarın yürüyüşünde dağlar yanıyor, dağ orkideleri yangına veriliyor, keklik yavruları cızırdayarak can çekişiyor...
Yaşar Kemal, Kürdistan’ın sesiydi. O ses toprağa giderken, pek sevdiği Billurvanlar, erbaneciler, sofi, dengbej ve risıpilerin ardında saf tutarak yürümeleri isterdim.
Ama, o "Kürtlük de bende" diyen kimi Kemalist Kürtlerce darbelendi. Nobel’e aday olduğunda karşı kampanya yürütenler, Del Duca ödülünü aldığında da Paris sokaklarında gösteri düzenleyenler arasında kimi Kürtler vardı. Bir keresinde, "bunlar benden ne istiyorlar?" diye sormuş, verilecek cevap bulamamıştım.
Ama asla öfke duymadı, yanlış yapan halkının çocuklarına.
Luva aşiretinden mürşidim, pirim, Mirim Yaşar Kemal’i yazacaktım. Onu andıkça ağlamaktan yazamadım. Ta 1982 yılında, röportajların o efsanevi ismiyle yaptığım röportajı nakledebilirdim. Onu da bulamadım dertli başım, sevdalı başımla savrulduğum sürgün ellerinde...
Senih Kavlak, dünkü yazısında "Yaşar Kemal gitti, kuşar da gitti" diyordu. Güzel kuşları, güzel atlara binili güzel insanlarından sonra o da çekip gitti; "demirin tuncu, insanın piçine kaldı" bu dünya, a dostlar!..
