Yazma Derdi...

Haberleri —


“Biz her yana birden koştuk, koşmak zorunda bırakıldık... Tarih, ekonomi, politika, sosyoloji, daha neler, neler... Olmaz, olmamalı böyle şey. Olur, demek, hiçbiri tam olamaz demektir. Biz, bu denli dallı budaklı alanlara yayılmayı isteyerek yapmadık. Yaşadığımız toplum koşulları bizden bunu istedi. Tıpkı, içinde bulunduğumuz bir gemi delinip su almaya başlayınca, salondaki kemancının bile kemanı bir yana bırakıp deliği tıkamaya koşması gibiydi bizim durumumuz. Her açılan delikten öbür deliğe koşuşup durduk; onun için günlük politikaya girmek zorundaydık, ekonomiye, tarihe, sosyolojiye el atmak zorundaydık.’’

Aziz Nesin, buraya bir parçasını koyduğum özeleştirisini Yeni Edebiyat dergisinde yayımladığında ben yeni doğmuştum. Onun yazarlığa, profesyonel olarak adım attığı yaşlarla benimki de aynı. Gelgelim “dünya ve memleket derdinden” bihaber olmakla olmamak arasında gidip gelen, kulağı dünyaya açık olanın kendine sağır kalacağı hissiyle böyle bir iç dökmeye doğru yol alan bir yazar olarak asıl sorumlu olduğumuz kim sorusu hâlâ taptaze! 

Geçen yıl Cizre yerle bir edildiğinde bir dergiden arayıp sordular: “Böyle zamanlarda yazabiliyor musunuz?” Ne diyeceğimi şaşırdım, yazamıyorsanız, niye yazamadığınızı yazar mısınız diye ricada bulundular. İçimde “hayatta olmanın” suçluluk duygusuyla, sorumluluk yükü aynı anda çullandı üzerime. Birkaç gün düşünmek istediğimi söyleyip telefonu kapattım. Ben şimdi ne yapmalıydım? Ne demeli, ne önermeli, neye işaret etmeliydim. Ikındım, sıkıldım ve sonunda bir yazı kaleme aldım. Eli kalem tutan, aklı-kalbi, vicdanı olan herkesin suskunlukla bu suça ortak olmaması, dili döndüğünce ne demek istiyorsa, sözünü sakınmadan söylemesi, bedeline katlanması, 1915’ten bu yana devam eden soykırımın halen devam ettiği minvalinde meramımı anlatmaya çalıştım.

O günden bu güne Kürtleri yerinden yurdundan sökme, TOKİ projesiyle bölgeyi Türkleştirme, olmadı Türkmenleştirme planı da gayet sistemli bir şekilde yürümekte. Yine önümde çatallanan yolun başında duruyorum. Bir yandan bu dünyanın derdiyle hemhal olup, twitter’dan ordan burdan haberlere bakıp, birkaç makale okuyup, ahlanıp, öfkelenip, isyan edip, gücüm yettiğinde eylemlere, yürüyüşlere katılıp, basın toplantılarında saf tutup, duyarlı vatandaş fotoğrafının içinde yer alacağım ya da gözümü, kulağımı kapatıp, kendi kurduğum, istersem yıkıp, istersem yeniden kuracağım dünya(lara) doğru bir yolculuğa çıkacağım. Bir üçüncü seçenek olarak da kendi kurduğum dünyanın içine, gerçek olanı, gerçeğe en yakın bir dille aktarmaya çalışacağım. Ve fakat zurnanın zırt dediği yer de tam burası: Gerçeği kurgusal bir metnin içine yerleştirmeye kalkışmakta! Şu anda yaşananların acısına edebiyat tuz basar, kanatır ya da tedavi eder mi? 

Tam da bu noktada Marc Nichanian’ın “Edebiyat ve Felaket” kitabına sığınıyorum. Biraz uzun kaçacak bir alıntıyla konuyu biraz daha açacağım izninizle. 

Psikanalitik edebiyat tedaviye yönelik önlemleri ele alır ve bunlar sayesinde o özneler bir tür normalliğe ulaşırlar. Bu edebiyat türü, “iyileşme” sürecinin, deneyimleri bir anlatı içinde algılamaktan (anlatılaştırmak) geçtiğini savunur. Böylelikle suçluluk duygusunu yatıştırmak, ruhu ya da ondan geriye kalanı onarmak, özneleri konuşturarak onları biraz olsun delilik havalinden uzaklaştırmak mümkün olabilir. Ancak bunu yapar yapmaz hiç beklemediğiniz bir durumla karşılaşırsınız. Konuşmak, anlatmak, olayı ve deneyimi bir anlatının içine yerleştirmek; bütün bunlar, yapılabilecek şeylerdir ve travma yaratan olayla tedavi sürecinde yüzleşilmesine katkıda bulunurlar. Ancak travmayla ilgili olan bu süreç, olayları alışılmış biçimde alımlamanın yasalarına uymaz. İşkenceye uğrayan özne konuşamadığı, anlatamadığı ve “öyküleyemediği” için değil; konuşmaya, anlatmaya, söze dökmeye ya da öykülemeye başladığı andan itibaren olaya ihanet ediyordur.”

Şimdi burada biraz durup, başa dönüyorum. Nesin’in 45 yıl önce, memleket meselelerine fazla takılıp, yaratıcılığımıza, yazarlığımıza yeterince eğilmemekle yanlış yaptık itirafıyla, Nichanian’ın istediğiniz kadar işkence gören insanı bir anlatının öznesi haline getirin, bu tür her anlatı gerçeğe ihanettir paradoksu bir yazarın elini-kolunu bağlamaz da ne yapar sayın seyirciler?

İş bu yazı da benim dünyanın derdiyle, yazma derdini aynı anda sırtlanıp kendi kamburumdan dem vurma itirafımdır. Kayıtlara böyle geçsin!

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.