Yeni dönem: Tehlikeler ve imkanlar

Veysi SARISÖZEN yazdı —

  • Hızla seçimlerdeki başarısızlıkların yarattığı tartışmalardan, iç kavgalardan kurtulup, gözlerimizi önümüzde duran somut tehlikelere ve imkanlara çevirmeliyiz. İdeolojik bulanıklığı aşmalı, Öcalan’ın paradigmalarını, “ittifak ve Türkiyelileşme” bahanesiyle silikleştiren tereddütlü durumdan kurtulmalıyız.

Mehmet Şimşek Maliye ve Hazine Bakanı oldu. Merkez Bankası’nın başına da Amerika’da “müthiş Türk kızı” olarak tanınan Hafize Gaye Erkan’ın ABD’den alınıp getirileceği konuşuluyor. Bunların anlamı çok açıktır: Uluslararası mali sermaye ve onun devletleri, -yıkıldığında kendilerine de zarar verecek olan- Türk ekonomisine, Türk kapitalizminin perişan edilen çıkarlarını korumak, aynı zamanda Türk mafyatokrasisinin Türkiye’yi Rusya mihverine bağlamasını önlemek için el koymuştur.

Aylardan beri Erdoğan’ın Mehmet Şimşek’i “ikna” etmeye çalıştığını duyduk. Sonunda da Şimşek’in “ikna” olduğunu öğrendik. Bu durum size tuhaf gelmiyor mu?  Türkiye’de Mehmet Şimşek kadar “yetenekli” olmasa da, Nebati’nin yerine Batılı finans çevreleriyle iyi ilişkiler kurabilecek tek bir ekonomist yokmuş gibi, aylarca Nebati’nin yerine bunlardan herhangi birini atamak varken, Erdoğan’ın  Şimşek’i “ikna” için aylarca dil döktüğüne aklı başında hiç kimse inanmaz.

Gerçekte aylardan beri uluslar arası mali oligarşi Erdoğan’ı “ikna” etmeye çalıştı ve “ikna” işiyle de ömrü bu mali oligarşinin kurumlarında geçmiş, hem İngiltere, hem de Amerika vatandaşı, Kürt asıllı “Türkü” görevlendirdi. Ve Erdoğan “ikna” edildi.

Bu son cümle de inandırıcı değil. Erdoğan “ikna” olmadı. Türk devleti, devletin içindeki bir kanadın da katkısıyla Batılı kapitalizm tarafından teslim alındı. Bu, eğer beklenmedik gelişmeler olmazsa, “Üçüncü Dünya Savaşı’nda” yenik düşmenin kaçınılmaz sonuçlarından biridir. Türkiye bu savaşta yenik düştü, ya Rusya’ya ya da ABD-AB’ye teslim olacaktı. Şimşek’in Türk ekonomisine dünya mali oligarşisinin kayyımı olarak gelmesi Türkiye’nin Batılı devletlerle gizli bir “teslim anlaşması” imzaladığını gösteriyor.

 “İpler nasılsa Erdoğan’ın elinde, Şimşek de nedir ki?” demeyin. O ip artık Erdoğan’ın boynundadır.

Erdoğan mazbatasını bile almadan belli başlı bütün Batılı devlet başkanları ve hükümetleri boşuna onun “seçim zaferini” kutlamadılar. Batılı devletler için teslim aldıkları adamın Türk devletinin başında olmasından daha büyük bir “garanti” olabilir mi? Türk devletinin münasip bir yerine takılmış “rüzgar gülünü” üfleyip Batı istikametinde fır döndürmek varken, bu savaş suçlusunu neden esir edip hapse atsınlar? Tepe tepe kullanacaklardır. Kullanabilmek için de Erdoğan’ı “teslim aldıklarını” hissettirmemeye çalışacaklardır. “Ne müthiş adam, bizim mali oligarşimizin, vaktiyle dünyanın en meşhur 200 adamı listesine giren en yetenekli uzmanını bile kandırdı, kendisine bağladı, bundan korkulur, adam dünya lideri” diye yanaklarından makas alacaklardır.

 Makas mı alırlar, ensesine şaplak mı atarlar, bizi ilgilendirmiyor. Biz, tıpkı Lozan Antlaşması’nda olduğu gibi Osmanlı’yı kırpıp kırpıp küçültürken, bu devlete Bakur Kurdistanı’nda zorla asimilasyon ve jenosid izni vermeleri gibi, teslim anlaşmasına bir siyah madde ekleyip eklemedikleri ile ilgilenmeliyiz. Bunun ilk belirtisi Mehmet Şimşek’in “Kürtlüğünü” hatırlayıp, Hüdapar ve Barzanici unsurlarla “Kurdistan’a sahip çıkması” olacak. Seçilen adamın “çoklu kimliğinin”, yani hem İngiliz ve Amerikan yurttaşı, hem de Türkçe bilmeyen bir ana-babanın Türkçeyi ilk okulda öğrenmiş, Batman-Kurdistan  doğumlu bir evladı olmasının, daha da önemlisi vaktiyle “çözüm sürecinde” bakanlık yapıp, “çözüm süreci” sonlanınca bakanlıktan uzaklaştırılmasının aklımıza getirdiği ihtimal budur.

Ve bir de Cumhurbaşkanı’na bir hal olduğunda onun yerine geçecek olan Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın “Kürt asıllı Türk” Bingöl’lü Cevdet Yılmaz olduğunu düşünürsek “ekonomide Batı’ya teslim anlaşmasında” Kurdistan’da Türk hegemonyası kuramayan devletin “Barzanici hegemonya” peşinde koşacağına dair bir gizli madde olduğunu aklımızın bir tarafına yazabiliriz.

Bu ihtimal doğruysa, Türk devleti yeni ve çok daha kanlı bir savaş başlatabilir.

Demek oluyor ki, Türkiye’nin Batıya teslim olması, Kürt sorununda çözüm bahsinde kendiliğinden tek bir yeni sayfa açmayacaktır. Yeni sayfa halkın örgütlü ve bilinçli mücadelesiyle açılacaktır. Ve Türk ekonomisinde Nebaticilikten Şimşekçiliğe geçiş dönemi sancılı olacak, halk bu çelişkili dönemden yararlanma imkanı elde edecektir.

Nitekim Murat Karayılan son demecinde “bizim muhatabımız partiler değil, devlettir” demiş ve diyalog yolunu açmak için devletin saldırılarına karşı savaşacaklarını dile getirmiştir.

Mehmet Şimşek ekonominin başına geçtiği zaman, şu ana kadar ülkeyi soyan  mafyatokrasinin unsurları kolayından teslim olmayacaklardır. Çünkü ekonomik enkazı kaldırmak, bu üretici olmayan, üretilene el koyan, sermayesi olmayan, ama varolan sermayeye “çöken”, ülkeyi uyuşturucu baronlarının cirit attığı bir hale getirerek sermaye için güvenlik sorunu haline gelen unsurlar direnecektir. Türkiye bugüne kadar olduğu gibi Batılı devletlerin Rusya ve İran’a koyduğu ambargoları delemeyecek, o nedenle bu devletlerin müdahaleleri ile yüz yüze gelecek, Rusya-Çin yanlısı Ergenekoncu unsurlar bunların “beşinci kolu” işlevini göreceklerdir.

İşte bu gri dönem devleti “barış ve savaş” diliyle barışa ve çözüme zorlamak bakımından kritik bir dönem olacaktır. Batmakta olan devletin objektif bakımdan “savaşa son vermesi” gerekir. Bir gerillayı katletmek için bir milyon dolarlık füze fırlatan ekonomi artık sürdürülebilir değildir. Bu objektif durum egemen sınıf içinde ayrışmaları körükleyecektir.

Daha önemlisi, Mehmet Şimşek vaktiyle bakanlık dönemi yaptığı şartlarda göreve gelmeyecektir. O dönem Derviş reformları ve uluslar arası piyasadaki dolar bolluğu sayesinde Şimşek’e başarı getirmiştir. Şimdi ise tıpkı Derviş gibi ağır bir ekonomik krizle karşı karşıya kalacak ve ondan çok daha fazla, ekonomik krizin yükünü emekçi halkın sırtına, faşist devlet terörünün yardımıyla yükleyecektir. Seçim kazanmak için halka verilen ne varsa fazlasıyla alınacaktır. Bunun sonucu sınıf çelişkilerinin keskinleşmesidir. Mehmet Şimşek’le demokrasi filan gelmeyecektir. Amansız bir sömürü ve halk üzerinde amansız faşist baskı ve bunlara karşı direniş devam edecektir. Sistem partileri iyice devlet yörüngesine girecek, tek demokratik alternatifin “Üçüncü Yol” olduğu daha iyi görülecektir.

O halde hızla seçimlerdeki başarısızlıkların yarattığı tartışmalardan, iç kavgalardan kurtulup, gözlerimizi önümüzde duran somut tehlikelere ve imkanlara çevirmeliyiz. İdeolojik bulanıklığı aşmalı, Öcalan’ın paradigmalarını, “ittifak ve Türkiyelileşme” bahanesiyle silikleştiren tereddütlü durumdan kurtulmalıyız. Bilmeliyiz ki Apocu paradigmalara ne kadar sadık kalınırsa ittifak yelpazemiz o ölçüde toplumsallaşarak genişler, ve mücadelemiz yalnız Türkiyelileşmekle de kalmaz, Ortadoğu’yu kapsar ve dünyalaşırız. Daha şimdiden “Konfederalizm” ve “Jin Jiyan Azadi” Avrupayı aşmakta, Latin Amerika’da yankılanmaktadır.

Devleti barışa ve çözüme zorlama imkanlarının arttığı yeni bir dönem başlıyor.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.