Yerde kalan gözyaşı

Kadın Haberleri —

Shani Louk

Shani Louk

  • Kadınlara dönük saldırılar ve işlemeyen adalet, mücadeleden vazgeçeceğimiz anlamına gelmemeli. Savaşlar hep olacak. Ancak kadınlar, mücadele ederek şiddete, cinsel saldırılara, katliamlara karşı tüm dünyaya özne olduğunu gösterecek ve kazanacak.

GÖZDE GÜLER

Günlerden 7 Ekim Cumartesi, dünya yine çıplak bir kadın bedeninin teşhiriyle çalkalanıyor. Bu hezeyana sebep olan ise bu sefer Hamas. İnsanlık ve Filistin’in özgürlüğü adına savaş ilan etmiş. Zulme karşı tekbir çeke çeke ilerliyor. Ciddiyetlerini, bir aracın arkasında üzerinde oturdukları çıplak bir kadın bedeniyle gösteriyorlar. Kameralar karşısında olunca, 'edep' namına bacaklarıyla kadının mahrem yerlerini kapatmayı da ihmal etmiyorlar. Shani Louk; orada yatan kadının, evladın, sevgilinin ve arkadaşın adı. O bir insan. Dünya onun vahşet dolu pornografik fotoğrafını her mecrada paylaşırken bu gerçeği unuttu. Ana akım medya Shani'yi çoktan çıkarına göre malzeme etti bile. Batı, onun bedeninden İslamiyet’e; Doğu, yine onun bedeni üzerinden Siyonistlere saldırdı.

Berlin'in Neukölln ilçesinde Araplar sokaklarda destek gösterileri yaparken Alman Hükümeti, Hamas'ın saldırılarının 'kutlanmasının' derdine düşmüş durumda. Almanyalı Müslümanlar ise 'Onlar bizim kadınlarımıza böyle yaptıklarında neredeydiniz?’ argümanıyla cevap veriyor. Tüm bunların ortasında Shani'nin görüntülerinin paylaşılması, insan olmasından ziyade Alman vatandaşı olması üzerinden tartışılıyor. Çoğu, "Evet gösterilsin. Hamas vahşetini insanlar görsün" diyor. Tabii, bomba atılmış bir bina fotoğrafı yetmiyor vahşeti anlatmaya. Çıplak bir kadın veya ölü bir çocuk fotoğrafı gerekiyor. Pornografik vahşet lazım ve bu en iyi, kadın bedeni üzerinden yapılabilir. Sanmayın ki Shani'nin bu görüntüsü Almanya'nın ırkçı bölünmesine yağ sürmüyor. Emin olun Shani Ganalı olsaydı bir hashtag dahi olamazdı.

Karşılıklı saldırıların başladığı 7 Ekim'den bu yana her iki taraftan birçok kadın katledildi, tecavüze uğradı. Tıpkı Ukrayna-Rusya savaşında olduğu gibi. Ukrayna'dan taraf olan Alman basınına göre Rus askerleri Ukraynalı kadınlara tecavüz ediyor. Diğer türlüsü şu an mevzubahis değil. Hele ki bir Ukraynalı askerin Ukraynalı bir kadına cinsel saldırısı söz konusu bile olamaz. Basın, savaş propagandası için kadın bedenini bir alet olarak kullanmayı sürdürürken "Nerede kaldı politik doğruculuk?” diye soruyor insan.

Özneleşme mücadelesi

Savaşta kadın bedenini kullanmak, eski bir gelenek. Toplu tecavüz, fuhuşa zorlama, zorla gebe bırakma, kölelik... Japonya'da savaş sırasında 1930’lardan 1945’lere kadar Trostfrauen (Comfort women) dedikleri çoğunlukla Japonyalı veya Koreli kadınlar, tecavüz kamplarında zorla çalıştırılıyordu. O dönem askerler 'rahat' eder ve daha iyi savaşır diye oluşturulan bu kamplarda kadınlara yıllarca zulüm yaşatıldı. Bugün Berlin Moabit'de bu kadınları hatırlatan bir heykel bile var.

Yugoslav Savaşlarında ise yüzlerce Bosnalı ve Müslüman kadın Sırplar ve Hırvatlar tarafından tecavüze uğradı. Adına 'etnik temizlik' dediler. Yine, Ruanda Soykırımı’nda onlarca Tutsi kadın cinsel saldırıya maruz kalırken çocuklar, bebekler katledildi. Kız çocukları anne-babalarının gözleri önünde tecavüze uğradı.

Sene 2014, DAİŞ çetelerinin Şengal'e saldırısı sonrası binlerce Êzîdî kadın dünyanın gözü önünde en ağır vahşeti yaşadı. Aynı şekilde Afganistan'da Taliban zulmünden kaçan kadınların ruhları, şahsiyetleri, onurları ellerinden alınarak yaşayan ölülere dönüştürüldüler. Tüm bunların yanı sıra çoğu tecavüze uğramış kadın, eşleri veya aileleri tarafından kimsesiz ve yoksul bırakıldı. Bu kadınlar tarihte yok. İsimleri yok. Hayatları yok. Hikayeleri yok. Bir 'şehit' asker gibi dahi anılmıyorlar.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde 1990’lara kadar kadına karşı şiddet ve tecavüz ya savaşın 'yan etkisi' ya da erkeğin 'namusuna' veya aile şerefine yapılan bir saldırı olarak kabul ediliyordu. Yani kadınlar bir özne değil, erkeğin nesnesi olarak değerlendirilmişti. Ne arabesk değil mi? Ne var ki; kadın örgütleri, verdikleri mücadelelerle UCM’de kadınları özne olarak kabul ettirdi. Süreç, her ne kadar yavaş ilerlese de kadınlar artık o kadar görünmez değildi. 1994 Akayesu davasında ise Ruanda Soykırımı’nın emrini veren Jean Paul Akayesu insanlığa karşı işlediği suçun yanı sıra Tutsi kadınlarına yapılan zulümden dolayı da yargılandı. Mahkeme, kadınlara dönük saldırıları etnik katliam olarak değerlendirdi. Tarihe geçen bu dava, basında çok yer almadı. Ta ki; dokuz ay sonra Belçikalı bir jinekolog Yugoslav Savaşları esnasında tecavüz sonucu dünyaya gelen çocuk sayısını rapor edene kadar. Ardından kadınlara yapılan zulüm, insanlık suçunun yanı sıra işkence olarak da kabul edildi. Bu karar sonrasında savaş esnasında taciz ve tecavüz genel suç olarak değil, bireysel suç kapsamında değerlendirildi. Tüm yargılanmalar ve kararlar; yaşatılan zulmün, akıtılan tonlarca gözyaşının yanında yalnızca bir damla...

Kadınlara dönük saldırılar ve işlemeyen adalet, mücadeleden vazgeçeceğimiz anlamına gelmemeli. Savaşlar hep olacak. Ancak kadınlar, mücadele ederek şiddete, cinsel saldırılara, katliamlara karşı tüm dünyaya özne olduğunu gösterecek ve kazanacak. Şiddetin normalleştirilmesine, tecavüze uğramış bir kadının erkeğin namusu üzerinden değerlendirilmesine izin vermeyeceğiz. Sağ kalabildik diye şükretmeyeceğiz. En önemlisi de korkmayacağız.

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.