Yoksullar ne demek istiyor?


“İnsanlık, tarihi boyunca sınıflaşmaya karşı bir direnç oluşturmuştur.” A.ÖCALAN
Nüfusunun yüzde 70’inin yoksulluk bandında olduğu bilinen bir ülkede son seçimlerde, olan biten her şeye rağmen mevcut hükümetin kayda değer bir gerilemeyi yaşamadan çıkmasındaki en belirleyici şey, yoksulların kazanımlarını koruması kararlılığıdır. Bu kararlılığı, hep söylenildiği gibi sadece makarna-kömürle izah etmekten ziyade, çok daha derin tarihsel, sosyal olgular bağlamında değerlendirmek gerekmektedir.
Hükümetinin sosyal devlet bandını genişleterek yoksullara doğru oluşturduğu maddi yardımlar açısının genişletilmesinin yanı sıra, soruna bir kez de yoksullar tarafından bakmamızı gerektirecek çok şey var. Yoksullara yönelik politikalar içinden yoksulları, siyasal, ideolojik alanların yedekleme ihtiyacıyla (oy deposu olarak görmek) açığa çıkan siyasal objeleştirmenin kitleleri olarak yürütülen politikaların yoksul tarafta artık deşifre olduğunu ve ikna edici bir tarafının da olmadığını, açıkça söyleyebiliriz. Çünkü yoksullar siyasal amaçlar için hedeflenen, kazanılması gereken bir güç objesi olmaktan çok onların siyasal alanların belirleyici ‘öznesi’ olma talebini ıskalamış söylemleri ciddiye almamayı iyi bilirler. Bu gibi söylemlerin yoksullar tarafından bakıldığında bir değerinin olmadığı da, günümüzde onların kitleler halinde durduğu yerin belirginleşmesiyle açığa çıkmıştır.
Burada bu konular tartışılırken hep gözden kaçan şey, hiçbir kimsenin var olan kötü kaderine razı olamayacağıdır. Bu bağlamda, yoksul kitlelerin hem kaderlerini değiştirme istencinin yanında, hem de siyasaların objesi olmak yerine özne olmak arzusuyla dünyada belirgin rol üstlenme isteği, siyasal sonuçları belirlemiştir. Geniş kitleler kaderlerini belirleyecek siyasal sonuçları üstlenmek adına, pasif müdahalelerle, yani sandıkta kendi sezgileriyle hareket etme seçeneğinde durmaktadırlar.
Yoksul kitleler, zenginlerle aralarındaki mesafeleri toplumsal kullanım araç ve mekanlarının kaliteli olmasıyla (metropolütan lüks merkezler, (parklar, yollar, toplu taşımanın kalitesi, konserler, küçük hediyeli şenlikler vs.) içinde kısmen kapatmış oldukları duygusunu yaşarken, diğer taraftan da aldıkları maddi yardımların içinde ayakta durabilme, hayatta kalabilme olanağını elde etmiş oldukları duygusuyla politik özneyle kendileri aralarında bir güven bağı geliştirmekte hiç de acemi davranmazlar..
Günümüzde Türkiye’de sol hareketleri, ağırlıkla içinde doğup örgütlendiği yoksul dünyadan bir bakıma gerçek ötesi bir biçimde uzaklaşmıştır. Solun elitler ve iktidar sahiplerinin dışındaki sıradan toplulukların sessiz pratiklerinin oldukça başat düzeyde toplumsal değişimi doğurabileceğini yeniden anlamaya çalışması gerekiyor. Türkiye’de, 30-40 yıl öncesine kıyasla yoksullar artık soldan oldukça uzaktalar. (Burada solun, Politik İslam’ın Türkiye’de sol söylemi değiştirerek kullanmaktaki ustalığını görmesi gerekir. Politik İslam bu biçimiyle solun eşitlikçilik kavramlarını boşa çıkarmıştır. Sosyal adalet yerine kullanılan Adil Düzen söyleminin, Fazilet Partisini iktidara taşıması gibi…)
Bugün yoksulluk salt ekonomik bir kategori olmaktan ziyade, sosyal ve kültürel kimliğe de vurgu yapan sınıfsal katmanlaşmanın sistematik bir halidir. Toplulukların ekonomik sosyal ve siyasal irtifa kaybetmesi durumunda homojen olmayan geniş kitlelerin de mevcut halleriyle kaderlerine razı olmak istemeyecekleri doğru bir tespit olarak değerlendirilmelidir. Bir anda yüz binlere ulaşan direniş ortaklığında, aynı şeyi benzer bir biçimiyle Gezi olayları için de söyleyebiliriz. Burada ezildiğine inananların, muhaliflerin pasif olmaktan aktif alanlara geçişte kendi yazgılarını belirleme isteği güçlü bir biçimde açığa çıkmıştır
Küreselleşen dünyada her yerde yoksulların siyasal belirleyicilikteki tek gücü olan pasif müdahalelerini doğru yönlendirebilmek ve keza, yoksulları bir bakıma ikna etmede, Kürdistan gerçekliğine doğru bir değerlendirme yapmak zorunlu olsa, söyleyebileceğim tek şey olarak;
1. Toplumsal malların, kazanımların yine toplumsallığın içinde adil kullanımı,
2. Özerklik talebidir.
Bunlardan ikincisi, esasta ilk hedefe ulaşmak için kullanılan bir araçtır. Özerkliği birincil hale getirmenin yolu Kürdistan ve yereller de sınırlı olan ekonomik kazanımların bir güvenlik bandında toplumsallaştırılması şartıdır. Yani yoksul Kürdistan halkları bireylerin değil, halkın çıkarıları inancında paydasal bütünlükte buluşabilmelidirler. Burada kitlelere verilecek güven ve adalet duygusunun gücü, özerklik hedefinin önlenemez bir boyut kazanmasını sağlayacaktır.
Henüz özgür olmayan yoksul Kürdistan (Türkiye etnisitesinin en yoksulları) gerçekliğinde var olan ve Kürt Özgürlük Hareketi kazanımlarının zayıflatılması esaslı işlevselliğiyle hareket eden Politik İslam’ın tarihsel yoksullar pratik kurumlaşmasını doğru tahlil edemez isek, mücadeleyi sırtlayan, ağır bedeller ödeyen Kürdistan yoksullarının gittikçe farklı eğilimlere doğru kayabilme risklerini engelemekte zorlanabiliriz. Politik İslam’ın bu konudaki derin tarihsel bilgi ve deneyimlerinden kısmen de olsa bahsedetmeden bunu anlamakta güçlükler yaşayabiliriz. Daha 10. Yüzyılın ilk yarılarında Bağdat’da oluşturulan Müzellime kurumları dönemin çok popüler sosyal dayanışma birimleriydi. Yine 11. Yüzyılda İran’da bir yoksullar hareketi olarak yüz binleri arkasından sürükleyen Yakub Bin Leyt (Çömlekçinin Oğlu) yoksullar en bilinen başat bir örnektir. Çömlekçinin oğlunun doğru çabalarına rağmen, bu yoksullar hareketi İktidar olduktan 10 15 yıl sonra, kendi içindeki ekonomik-siyasal elit bir kadro tarafından ele geçirilerek kısa zaman içinde çökmüştü. Yine İslam dünyasında çeşitli yüzyıllarda birçok Mustazaf-ine (Ezilenler) dayanışma kurumları, oldukça yaygın biçimlerde geniş kitleleri taraf edinerek siyasal zeminleri yönlendirmekte başarılı olmuşlardı.
Bu konudaki en derin düşündürücü olması gereken örnek olarak daha çok yakın bir zaman içindeki Cezayir FİS (İslami Selamet Partisi) pratiğindeki çarpıcılıktır.
Gelirlerinin çok büyük kısmını sınırlı petrol üretimiyle elde eden Cezayir hükümeti, çölün yoksullarıyla kentli yoksullara verdiği subvansiye gıda desteğini, Irak İran savaşında varili on dolara kadar düşen perol fiyatlarıyla gelirlerinin yüzde seksenini kaybeder hale gelince, vermiş olduğu gıda desteğini askıya almak zorunda kalmıştı. İslami hareketler hızla dayanışmacı kurumlarla çölün ve kentlerin yoksulları içinde hızla kitleselleştiler. Adil tartı bakalları, (yağın, pirincin tam olarak eksiksiz tartıldığı İslami kurumların işletmeleri) ve dayanışmacı benzer pratikler ile çok fazla etkileyici taraflarıyla ve bu dünyayı yeniden doğru anlamamızı sağlayacak bir küçük örnek olarak Politik İslam’ın bu bilgisi, 1992 de FİS’i yüzde 90’la iktidara taşımıştı.
Dayanışmacı geleneğin gücünü isteyen Politik İslam, yoksul yığınlara “sizin için samimi olduğumuz gerekliliği dinsel bir görevdir. Başka hiçbir amacımız yoktur” mesajlarıyla dokunarak aslında kendisinin iktidar olma arzusunu (takıyye) saklamayı çok ustaca başarmaktadır. Bu gün artık Politik İslam Türkiye’de oldukça zenginleşmiş ve yoksulların dünyasından geri dönülmeyecek kadar uzaklaşmış hakim, elit bir kesimin elindedir. Türkiye’de yoksullar biçimsel olduğunu bildikleri halde küçük kazanımlarını koruyor kararlığında görülmektedirler bu problemi aşmak HDP’nin toplumu koruyan projeleriyle mümkün olabilir ancak. (Çünkü yoksullar gerçekten korunmak istiyor) diğer taraftan, yaşadığımız dünyada İran’dan Afganistan’a kadar Politik İslami kurumların iktidar olduktan sonra halklara yaptıkları ise madalyonun hakikat yüzünü sergilemektedir.
Demokratik özerk toplumsallığın insanlığın isteyebileceği en derin samimiyetler halkası olarak Kürdistan’da ve Türkiye’de doğru kurumlaşması için daha çok bilgi ve kapsayıcı çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
Evet, insanlık, Öcalan’ın dediği gibi, tarihin akışı içinde bir biçimde gelişen sınıfsal farklılaşma yerine yaşanabilir bir eşitlikler dünyasını tercih etmiştir. Ve onun çabasını sürdürmüştür.
