yorum: Ortadoğu’da yeni dengelere doğru

Haberleri —

Oysa bu anlaşma ile İran, Batı ile arasındaki 2002'den bu yana devam eden 13 yıllık önemli bir krize son vermenin kapılarını araladığı gibi, bundan sonraki süreçte de  Ortadoğu'daki vurucu gücün -DAİŞ, El Nusra ve benzeri grupların başını çektiği Sünni bloğun- biraz daha sorgulanmasını sağlayacak. 

Nitekim bu cenahtan "istemezük" sesleri çıkmaya başladı. 

Suudi Arabistan'ın eski istihbarat şefi ve eski Washington Büyükelçisi Prens Bender bin Sultan, İran'la varılan nükleer anlaşmanın bu ülkenin atom bombası sahibi olmasına olanak vereceğini ve Ortadoğu'yu "alt üst edeceğini" savundu. Lübnan'da İngilizce yayımlanan Daily Star gazetesindeki yazısında Prens, İran ile yapılan anlaşmanın Kuzey Kore ile varılan anlaşmadan daha kötü olduğunu belirtiyor. 

Ortadoğu'daki Şii Hilal'i, Suudi Arabistan, Katar gibi körfez ülkelerinden oluşan Sunni Blok ile parçalamaya çalışan Türk devleti de her ne kadar rengini belli etmese de anlaşmadan çok memnun değil. 

Türkiye, 2010'da Brezilya ile birlikte İran ile 5+1 ülkeleri arasında arabuluculuk rolüne soyunmuştu. 17 Mayıs 2010'da Tahran'da, anlaşmazlığın çözümünde güven artırıcı bir adım olarak "uranyum takası mutabakatı" imzalanmıştı. Anlaşmanın en önemli boyutu, 1.200 kilogram düşük düzeyde uranyumun Türkiye'ye naklini öngörmesiydi. Ancak 5+1 ülkeleri, bu anlaşmayı gündemlerine bile almadı. Hal böyleyken Türkiye'nin Salı günü Viyana'da yapılan anlaşmayı hazmettiğini söylemek, eşyanın doğasına aykırı.


Anlaşmanın içeriği

Yeniden Suudi Prens'in açıklamalarına dönelim. Prens haklı mı, haksız mı? Yoksa Prens ülkesi adına farklı kaygılar mı taşıyor? İşte bunu anlamak için İran'ın 5+1 ülkeleriyle (BM Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi ülkesi ve Almanya) yaptığı anlaşmanın içeriğine göz atmak gerekiyor. Esas itibariyle İran'ın nükleer çalışmalarını kısıtlaması karşılığında üzerindeki uluslararası yaptırım ve ambargonun kaldırılmasını ihtiva eden anlaşmanın bazı ayrıntıları şöyle:  

*  Birleşmiş Milletler müfettişleri, haklı gerekçeler göstererek İran'da askeri tesislere girebilecek. İran anlaşma koşullarını 65 gün içinde yerine getirmezse yaptırımlar yeniden yürürlüğe girecek.

* Uluslararası Atom Ajansı'nın (UAEA) olumlu rapor vermesiyle birlikte Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin uyguladığı ticari yaptırımlar ile nükleer enerji alanında faaliyet gösteren özel ve tüzel kişilerin seyahat yasağı kalkacak. 

* Çalışır durumdaki santrifüj sayısı 10 yıllığına üçte iki oranında azaltılarak 6 bin civarına inecek ancak bunların sadece 5 bini zenginleştirme işleminde kullanılabilecek.

* Zenginleştirme işleminde sadece düşük verimli eski nesil santrifüjler kullanılacak. Santrifüjlerle ilgili araştırmalar da denetime tabi tutulacak.

*  İran, gelecek 15 yıl süresince yeni uranyum zenginleştirme tesisi ya da ağır su reaktörü inşa edemeyecek. Süreci UAEA denetleyecek.

* İran, 10 bin kilogram olan zenginleştirilmiş uranyum stokunu 300 kilograma indirerek 15 yıl süreyle bu miktarda tutacak.

* Fordo Nükleer Tesisi'nde 15 yıl süreyle santrifüj ve fisil madde bulunduramayacak olan İran, bilimsel deney yapabilecek. Arak ağır su reaktörü, UAEA denetçileri nezaretinde hafif su reaktörüne çevrilecek.

Anlaşmayı oluşturan bazı maddelere baktığımız zaman Prens'in, "İran'ın 5+1'e kazık attığı, İran'ın bu anlaşmaya dayanarak atom bombası ürettiği" yönündeki düşünceleri tümüyle boşa çıkıyor. 

Suudi Arabistan'ın temel kaygısı, rakibi İran'ın bu anlaşmayla birlikte konumunun daha da güçleneceği düşüncesidir. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler, İran ile Batı arasındaki sorunların çözülmesiyle birlikte Ortadoğu zemininde zorlanacaklarını biliyorlar. 

Independent'in tecrübeli Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, "Washington, Körfez'in yıpranmış prenslerinden ve onların bağnaz öğretilerinden, sinir bozucu zenginliklerinden ve Yemen'deki berbat iç savaşlarından bıktı. Şimdi gözdesi, Şii İran. İran ve Obama yönetimi, Sünni Vahabi IŞİD'i yok etmek istiyorsa birlikte olmalı. Ki, bunu Tahran da istiyor" ifadesini kullanıyor. 

5+1 ile olan anlaşmanın bundan böyle DAİŞ ve diğer dinci örgütlerle mücadeleyi ortaklaştıracağı yorumu, çok güçlü bir şekilde gündemdeki yerini koruyor. Daha anlaşmanın mürekkebi kurumadan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin, şu ana kadar ülkesiyle Batı arasında yaşanmış krizi "gereksiz kriz" olarak niteleyerek sorunun çözülmesiyle "ortak tehdide karşı ortak mücadele" mesajı vermesi, DAİŞ'e karşı ortak tavır alınacağı yorumlarına neden oldu. 


DAİŞ flörtü Türkiye'yi zorlayacak

Körfez ülkeleri ile DAİŞ ve benzeri örgütlerin ilişkilerini Türkiye'siz bir şekilde ele alırsak üçlü sac ayaklarından birini eksik söylemiş oluruz. AKP'nin başında olduğu Türk devleti, DAİŞ ile her ilişkilendirilmeye çok hiddetli tepkiler gösterse de Ortadoğu'daki angajmanları ve pratiği, bu ilişkileri kanıtlıyor. DAİŞ, El Nusra gibi insanlığın nefretini çoktan kazanmış çete gruplarına gönderilen TIR'lar dolusu askeri yardımlar artık tümüyle ortadayken, kimse AKP'nin söylediklerinin yenilir yutulur olduğunu düşünmüyor. Rojava düşmanlığı da zaten otomatik olarak DAİŞ ile dostluktur. 

Musul Konsolosluğu'ndaki "rehine krizi" ile iyice açığa çıkan DAİŞ-AKP flörtünde artık deniz bitti. Rojava'da DAİŞ'in aldığı her yenilgi, artık AKP ve Türk devletinin yenilgisi anlamına gelecek. ABD heyetinin geçen hafta Türk Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle görüşmesi, İncirlik Üssü'nün Koalisyon savaş uçaklarına açılması talebi ve o günden bu yana zaman zaman Türk polisinin DAİŞ'lilere yönelik operasyonları, aynı döneme denk gelen gelişmelerdi. Ancak Antep, Urfa gibi kentlerin DAİŞ çetelerinin üs alanlarına dönüştüğü haberleri ayyuka çıkarken Türk devletinin makyaj anlamına gelebilecek adımlarının hiçbir önemi olmayacak.

Bu bağlamda 5+1 ülkelerinin İran ile yaptığı anlaşma, Türkiye'yi daha da zorlayacak. Çünkü bu anlaşma, belki de ABD'nin klasik anlamdaki müttefik kavramının değişmesini de beraberinde getirebilir. ABD ve Batı, Ortadoğu'da kendi pozisyonlarını yeniden şekillendirirken eski dengelerle işlerin gitmeyeceğini görüyorlar. Farklı müttefiklerin de ortaya çıkması, önümüzdeki süreçte çok daha açık görebileceğimiz gelişmeler olabilecek. Bu anlaşma, İran'ı böylesi bir noktaya getirebilir. 

DAİŞ'in Kobanê'ye saldırısıyla birlikte Türkiye ile ABD arasındaki anlaşmazlık bir bakıma su yüzüne çıktı. Krizin diplomasinin karanlık delhizlerinden sızıp hepimizin görebileceği bir duruma gelmesi, elbetteki hayırlı oldu. Türkiye NATO üyesi ve Batı'nın uzun süreden beri önem verdiği bir müttefik olmasaydı, bu kadar açık geliştirdiği DAİŞ dostluğu çeşitli yaptırımlarla karşılanabilirdi. ABD, kendisini de bağlayan ilişkilerden dolayı Türkiye'nin yaptıklarına karşı çok sert söylem ve yaptırımları en azından kamuoyunun önünde gündeme getirmiyor. Ancak Türkiye'nin etrafını boşaltıyor, hamlelerini boşa çıkarıyor ve etkisiz hale getiriyor. İran ile yapılan anlaşma, DAİŞ ve benzeri örgütlerle flörtünü devam ettirmesi durumunda Türkiye'nin aleyhine dönebilecek bir araca dönüşebilir. 

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İran ile yapılan anlaşmaya tepki gösterdi. Netenyahu da tıpkı Suudi Prens gibi bu anlaşmayla birlikte İran'ın nükleer silahlara sahip olmasının önünün açıldığını savunuyor. Ancak İsrail ile yukarıda adını saydığımız ülkelerin kaygıları farklı. İran, Suriye ve Hizbullah üçlüsünün İsrail ile aralarındaki çelişkiler, daha eskilere dayanıyor. İsrail bu anlamıyla İran ile kendisini rahat hissedebileceği anlaşmaları, aleyhine yapılmış anlaşmalar olarak yorumluyor. Ancak bu anlaşma, İran ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesine de kapı aralayabilir. 

Başlıktaki "Ortadoğu yeni dengelere gebe" ifadesini de yalnızca 5+1 ülkelerinin İran'la yaptığı anlaşmayla düşünmemek gerekir. Rojava'da ortaya çıkan mücadele ve halkların ittifakı, zaten böylesi bir durumu uzun süredir gündemde tutmaktaydı.


SİDAR DERSİM

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.