Yusuf YEŞİLÖZ*: Aslında geri dönmek istediler

Haberleri —


Almanya ve İsviçre gibi ülkeler, yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra sürekli yabancı iş gücüne ihtiyaç duydu. Önceleri İtalya, İspanya ve Yunanistan gibi ülkelerden işçi alımları başladı. Bu ülkelerin o zamanın adı ile Avrupa Ekonomik Topluluğu'na dahil edilmesinden sonra, ucuz iş gücü alımları Türkiye ve Balkan ülkelerine kaydırıldı. Seksenli yılların başından itibaren siyasi sorunlar içerisinde kıvranan bu ülkelerden siyasi mülteciler, Avrupa ülkelerine sığınmaya başladı. Önce yalnız gelen erkek nüfusunu daha sonraları eş ve aileleri izledi.
Bu insanların çocukları okula başladıktan sonra, uyum sorunları belirgin bir biçimde öne çıktı. Bu 'negatif' konu sürekli - biraz da seçim malzemesi olarak özellikle sağ partiler tarafından - gündemde bırakıldı. Dil sorunları, içinde yaşadığı kültür ile uyumsuzluk, çoğunlukla kırsal kesimden Avrupa'ya göç etmiş insanların önünde, aşılması zor olan sorunlar olarak durdu.
Oysa onlar geri dönmek istiyorlardı; bu arzu onlar için nihai bir istek idi. Fakat 'kesin dönüş' gün be gün ertelendi. Geri dönüş dilekleri, 'burada kalma, göçmen yaşamına ömür boyu mahkum olma' mecburiyetine dönüştü. İsviçre devlet istatistiklerine göre Anadolu ve Balkan ülkelerinden olup, bu ülkede yaşlanan göçmenlerin ancak üçte biri kesin dönüş yapıyor, üçte biri hem 'burada' hem 'orada' yaşıyor. Üçte biri ise göçmen olduğu ülkede kalmaya karar vermiş. İsviçre'de kalma eğilimleri belirgin bir artış içerisinde. Uzmanlar, buna gerekçe olarak yaşlı göçmenlerin otuz kırk yıl önce terk ettikleri ülkelerinde kaybolan sosyal ağlarını, orada pahalılaşan yaşam koşullarını, burada alıştıkları düzenli ve güvenilir sağlık kurumlarını ve ayrıca içinden geldikleri topluma yabancılaşmayı önemli nedenler olarak öne sürüyorlar.  
İsviçre Devlet Televizyonu SRF ve 3SAT için üç yıl önce “Eigentlich Wollten Zurückkehren - Aslında Geri Dönmek İstemiştik” filmini çektiğim esnada, Çorum İskilip'ten 42 yıl önce İsviçre'ye gelmiş fırıncı Ali İhsan, “Neden geri dönmüyorsunuz” soruma şu karşılığı vermişti: 'Orada kimseyi tanımıyorum artık, ne onlar beni, ne de ben onları! Benden büyükler vefat etti, benden küçükleri ise ben tanımıyorum." Bir diğer cümlesinde, "Vatan gibi yar olmaz, fakat mecburiyetten buradayım!" diyordu.
Avrupa ülkeleri, yaşlı göçmenlerin sorunları ile pek ilgilenmedi. Gelişmiş ülkeler bu kişilere, 'birkaç sene sonra memleketlerine geri dönecek olan misafirler' gözü ile baktı. Maalesef bu misafirlik bir ömür boyu sürdü. Göç ve mülteciler sorunu yıllarca siyasi gündemin ilk konularından biri olmasına rağmen, yaşlı kuşağın sosyal ve ekonomik durumları konu edilmedi. Sayıları yüzbinleri bulan, Avrupa'nın alt yapısının gelişmesinde büyük katkıları olan bir grubun sorunlarına adeta göz yumuldu.
Geldikleri ülkeye ve içinden çıktıkları kültüre bakılmaksızın yaşlı göçmenlerin sorunları hemen hemen aynı: Araştırmalar, emekli olan göçmenlerin geçim darlığının öncesine göre iki kat arttığını gösteriyor. Çoğunlukla dökümhane, inşaat gibi ağır işlerde çalışmış bu insanların sağlık sorunları, kendileri ile yaşıt olan yerlilere nazaran dört kat daha büyük oluyor. Sosyal durumlarında kötüleşmenin olduğu, yalnızlık ve buna bağlı depresyon öne çıkan sorunlardan. En önemlisi ise hiç bir yere ait olmama duygusu, yıllardır yaşadıkları caddede bile yabancı olarak görülmeleri, insanların ruhlarında tahriplere yol açıyor. İltica olarak Avrupa'ya gelen ve burada yaşlanan Kürtler de, gördükleri eziyet ve rehabilitasyon tedavisi yapılmamış işkencenin ve yaşadıkları travmanın hala benliklerinde canlı olması, çok sık görülen ve insanların yaşamları üzerinde direk etkisi olan, ayrıca yaşlandıkça daha da belirginleşen bir durum. Örneğin Kürdistan'daki köyünden yirmi beş yıl önce gelmiş Ayşe, kendisine yapılan eziyetlere şu sözler ile beddua eder: 'Kocam gitmişti. Askerler her gün gelirlerdi. Çocuklarımın gözü önünde sürekli döverlerdi. Yemin etmiştim oraya dönmemeye. Bugün bile polis gördüğümde titriyorum. Üniformadan hala korkuyorum.'
Çalışma hayatı içerisinde olan insanlar bir nevi de olsa farklı çevreler ile ilişki içindedir. Emekli olmaları ile beraber bu sosyal ağlar bir bir kaybolur. Büyük bir çoğunluğu cami veya sadece kendi 'hemşehrilerinin' bulunduğu mekanlara çekilirler. Yaşlı göçmenlerin dil sorunları eskisine göre daha karmaşık bir durum alır. Bir resmi daireye veya sık sık gittikleri hastahanelere yolları düştüğünde, sürekli tercüman vasıtası ile sorunlarını dile getirmek zorundadırlar. Bu durum, onları birilerine bağımlı kılar.
Yukarıda sözünü ettiğim filmde, Makedonyalı yetmiş yaşını aşmış Şehrazad'a; "Ne zaman bitecek bu gidiş geliş, ne zaman kalıcı olacaksınız bir yerde?" diye sormuştum. Verdiği spontan cevap beni etkilemişti: "Asla! Hiç bir yerde kalıcı olmayacağız. Ömür boyu İsviçre ve Makedonya arasında gidip geleceğiz, ta ki bir gün yolda ölene kadar." Şehrazad'ın üç çocuğu ve dokuz torunu İsviçre'de yaşıyor ve onlar anne-baba memleketine 3-4 yılda bir gidiyorlar. Sadece birkaç günlüğüne.
Göçmen ailelerinde büyük bir dayanışma sözkonusudur. Bakım, paylaşma ve sahiplenme gibi beklentiler, içinden geldikleri kültüre göredir. Fakat meslek sahibi çocuk veya torunları her ne sebeple olursa olsun, bu beklentileri yerine getirmedikleri zaman, kültürel olan bu beklentiler aile içerisinde uyumsuzluklara yol açar.
Kendi çevremdeki insanlardan ve filmde biyografilerini tanıttığım bu insanlar ile geçirdiğim iki senenin bir sonucunu çıkarmam gerekirse: Bu 'yaşlı göçmenlerin' en çok mizahi yönleri, cömertlikleri, hayata olan güçlü bağlılıkları ve yıllardır süregelen zorlukların üstesinden onurlu bir şekilde gelmiş kişilikleri beni etkilemiştir.

* Yönetmen-Yazar

paylaş

Haberler


   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2025 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.