Z Kuşağı: Farklı bir toplumsallığın ayak izini sürmek

  • Görüştüğüm Z Kuşağı mensupları, gerillanın Kürt topluluğu için birçok dünyevi işten vazgeçtiği için onu kutsal bir yere konumlandırıyor. Hatta bir tanesi ekliyor: “Elimden gelse ömrümden onlara vermek isterdim”. 

 

MARTIN LELIEVRE/HANS LUCAS via AFP

 

CEMAL SARI

 

Kuşaklar meselesi her dönemde bir şekilde tartışmalara konu oldu. Özellikle devrimci mücadeleler açısından dayanılan motor gücün gençliğin dinamizmi olması hemen her dönemde gerçekleşen bir olay. Bu açıdan bakıldığında, Kürdistan özgürlük mücadelesi de küresel dinamiklerden bağımsız değil. Gençliğin öncülüğü her yerde olduğu gibi burada da vuku buluyor. Ancak takdir edilir ki, özellikle hız ve teknoloji çağında hiçbir şeyin yerinde durmadığı varsayılırsa, gençliğin toplumsallığı da farklılaşıyor, dönüşüyor. Peki gençlik, özellikle de "Z kuşağı" dünyayı nasıl yorumluyor? Kendisini nasıl tanımlıyor? Kürdistan özgürlük mücadelesinin neresinde kendisine rol biçiyor? Hiç şüphesiz bu konu, özellikle 2015-2016 yıllarında gerçekleşen özyönetim direnişleri sonrasında pek konuşulmadı veya tartışılmadı. Ancak özellikle, özyönetim direnişlerinden sonra yaşanan durağanlaşma döneminin bir anlamda değişebileceği ihtimalini düşündüren üniversite ve işçi direnişleri, kadın eylemleri, Newroz kutlamaları bize bu konuda düşünmenin, tartışmanın gerekliliğini hatırlattı. Ki tüm bu eylemlere baktığımız takdirde, ciddi bir genç nüfus patlamasının yaşandığı, katılım gösteren gençlerin de hızla politize olduğu sonucuna varmak pek de yanlış sayılmaz. Bana kalırsa, krizler toplumu haline gelen Kürdistan ve Türkiye’de gençliğin hangi saiklerle toplumsal hareketler etrafında -sanal olsa bile- mobilize olduğu konusunu tartışmak için geç bile kalındı. 

Dünyada, küresel anlamda kapitalizmin geçirdiği dönüşümün artık azami kâr boyutunu tavan noktalara çıkarmasıyla birlikte, gelişecek muhalefetin niteliği de önemli hale geldi. Yeni toplumsal hareketler ve yeni sol hareketler klasik Marksizm’in ekonomik indirgemeci bakış açısını eleştiriye tâbi tutarak, muhalefetin eksenini genişletmek adına bir dizi uğraş içerisine girdiler. Bunda temel argüman, kapitalizmin geçirdiği dönüşümle sömürü düzenini insanın kılcal damarlarına kadar indirmesiydi. Kapitalizmin bu derece vahşi bir yönelimle saldırdığı insanın direnişi ise ancak aşağıdan örgütlenebilirdi. Bu minvalde, yeni sol hareketler tabandan yatay örgütlenmeler geliştirmek için çeşitli örgütlenmeler geliştirerek toplumsal muhalefetin kapsamını sadece fabrikalarla sınırlamak yerine insanın bulunduğu her alana yaymanın gayretine düştüler. Toplumsal taban örgütlenmesi sayesinde, işçi sınıfı mücadelesinin eksik yönleri bir anlamda tamamlandı: güçlü bir kadın hareketi oluşması için uğraşıldı, gençlik örgütlenmeleri yaratıldı, günümüz açısındansa LGBTİ+ hareketi bu iki alanın birikimi üzerinde inşa edilerek mücadelenin kapsamı daha da genişledi. Ayrıca ekoloji hareketi, kapitalizmin kâr odaklı büyüme hedefleri sonucu ortaya çıkan küresel iklim değişikliği gibi doğrudan canlı yaşamını etkileyen bir soruna karşı mücadele hedefi koydu. 

‘Biz uzlaşılacak son kuşağız’

Kürdistan açısından baktığımızda, 2000’lerde yaşanan doktrinel dönüşümde muhakkak kapitalizmin yeni aşamasının özgün bir rolü var. Bu rolün taban örgütlenmesi biçiminde, yani kapitalizmin en dipten, bireysel anlamda insandan başladığı taarruza karşılık yine insanı dönüştürerek ve önüne “yeni insan” hedefi koyarak gelişen muhalefet biçimi Kürdistan’da da vuku buldu. Kürdistan özgürlük hareketi, kendisine yönelik saldırı ve komplo dalgasına küçülmek yerine büyüyerek ve bir anlamda yayılarak yanıt verdi. Bu yayılım biçimi özgün alanlar yaratma ve bu alanları da politikanın öznesi haline getirerek devrimci süreçlerin içerisine katma gayesi güttü. İnşa faaliyetleri sonucunda özerk ve özgün alanlar yaratıldı. Bu alanların en güçlüleri kadın ve gençlik alanlarıydı. Özellikle Ortadoğu gibi patriyarkal hiyerarşinin güçlü olduğu bir coğrafyada kadın ve gençlik alanlarını güçlendirerek politika yapma inancı zor olduğu kadar da devrimci bir çıkıştı. Nitekim tüm zorluklara ve aksaklıklara rağmen bu iki alan, özgürlük hareketinin çekirdeğine yerleşerek bir anlamda diğer mekanizmaları dengeleyen, kimi zaman eleştirel olan, kimi zaman ise inisiyatif alarak politika üreten, tıkanıklıkları gideren bir konuma geldi. 2000’li yıllarda özellikle Kürt siyasetçilerin sıklıkla başvurdukları söylemlerden biri “Biz uzlaşılacak son kuşağız” idi. Bununla birlikte, Kürt siyasetçilerin bu söyleme başvurdukları yıllarda gençliğin dinamizmi Devrimci Halk Savaşı süreciyle nispeten doğrulandı. Ancak özellikle, halkın direnişiyle desteklenen ve PKK Önderi Abdullah Öcalan’ın girişimleriyle başlayan diyalog sürecinde gençliğin -şüphesiz Rojavayê Kurdistan’daki devrimin de etkisiyle- asayiş güçleri oluşturabilecek düzeyde devrimci sürece katılımı siyasetçilerin haklı olabileceğine işaret ediyordu. Bu süreç içerisinde, kadın ve gençlik alanları toplumsal inşa çalışmalarına aktif katılım gösterdi. Özellikle demokratik özerkliğin inşa edildiği Bakurê Kurdistan’da gençlik üzerine düşen rolü oynamaya çalıştı. DÖDEF ve DEM-GENÇ gibi üniversite gençliği oluşumları, Kürt gençliğinin politize olma sürecini hızlandırdığı gibi, Türkiye sosyalist solunu temsilen politika yürüten gençlerle de ilişkiler geliştirdi. Ancak Türk devletinin inkar ve soykırım politikalarına dönmesi ve diyalog sürecinin son bulmasıyla birlikte başlayan özyönetim direnişlerine gençliğin katılımı da tereddütsüz gerçekleşti. Kürdistan şehirlerinde gençlerin okullardan ve mahallelerden, nispeten bir üst yaş grubunun üniversitelerden özyönetim alanlarına katılım göstererek direnişe geçtiğine şahit olduk ve bir anlamda “fırtına gençlik” kendisini Kürdistan özgürlük mücadelesinin ileri bir aşamasında konumlandırdı. Bu konumlanış, tereddütsüz gerçekleştiği kadar da devrimci bir ütopyaya işaret ediyordu. Ancak direnişlere Türk devletinin vahşi saldırılarla karşılık vermesiyle birlikte aynı zamanda bir dönüşüm yaşandı. Bu dönüşüm, bir anlamda, kendisini daha önceki tecrübelerin de farkında olduğu bir biçimiyle nerede geri çekilmesini bilen bir toplumsallığa itti. 

Sanal medyanın dönüştürücü etkisi 

İşte tam da burada, yeni bir gençlik kuşağı olarak, Z Kuşağı’nı tartışmak elzem hale geldi. Ancak bunu yaparken, naçizane fikrim, gençlere sürekli bir direktif verme pozisyonunda olan anlayıştan farklı olarak, onlara söz vermenin, ne söylediklerini dinlemenin önemini anlamak gerek. Bu sebeple, çeşitli sanal medya platformları üzerinden irtibata geçtiğim ve Kürdistan’da yaşamını sürdüren bir grup Z Kuşağı mensubunun söyledikleri üzerinden birtakım değerlendirmeler ve sonuçlara ulaşmaya çalıştım. Yine de bu belirlemelerin kati suretle genellemelere yol açmaması gerektiğini not düşmeliyim. Zira, bana kalırsa, Z Kuşağı’nın en önemli özelliklerinden biri de bireysel anlamda bu kuşağın mensubu gençlerin anlam dünyasının farklı algılanış biçimlerine yol açmasıdır. Bunda hiç şüphesiz en büyük etkenlerden biri de, Z Kuşağı’nın farklı uluslardan, kimi zaman kendilerini sömürge konumunda değerlendiriyor olsalar bile, sömürgeci uluslardan akranlarıyla giriştikleri ilişkilenmeler. Bu ilişkilenmelerin farklı duygulanımlar içerdiğini vurgulamak gerekir. Ayrıca gençliğin yeni toplumsallığında sanal medyanın dönüştürücü etkisi oldukça önemlidir. Zira özellikle teknoloji çağında -tüm sorun ve sıkıntılarına rağmen- oldukça hızlı bir bilgi edinme mekanizması haline gelen sanal medya gençler açısından çok etkin bir biçimde kullanılmakta; bir anlamda, gençler ellerinde tuttukları 5 veya 6 inçlik ekranlardan dünyayla iletişim kurabilmekte, birbirinden farklı etki alanlarına girebilmekteler. İşte tam da bu noktada, yeni medya imkanlarının nasıl yaratılabileceği konusunu da ayrıca tartışmaya açmak herhalde gerekli olacak.

Kürdistan’da yaşayan ve çeşitli sorular yönelttiğim on kadar Z Kuşağı mensubuyla kurulan iletişime gelecek olursak; bu gençler ağırlıklı bir biçimde Kürdistan özgürlük mücadelesiyle aileleri veya okulları vasıtasıyla tanıştıklarını beyan ettiler. Bu tanışmanın akabinde üniversite ve sanal medya üzerinden diğer akranlarıyla etkileşime girdiklerini aktardılar. Görece demokrat bir çizgide bulunanlarla daha iyi anlaşabildiklerini, Kemalist veya İslamcılarla iletişimin daha zor olduğunu belirttiler. Özgürlük hareketinin kadın ve LGBTİ+’lara yönelik politikalarının -içlerinde yetersiz bulduklarını söyleyenlerin de varlığını belirtmekle birlikte- çağın gereklerine uygun bir şekilde ortaya çıktığını, aynı zamanda da denetleyici bir vazife gördüğünü öne sürdüler. Kürdistan’dan görüştüğüm Z Kuşağı mensupları, çoğunlukla Twitter kullandıklarını, televizyon izlemeye pek gerek duymadıklarını söylediler. Ancak diğer yandan, sanal ağlarda özellikle görsel içerikler konusunda yetersiz kalındığını ilettiler. Bu da bir yandan, Z Kuşağı’nın sanal dünyayla olan ilişkisi açısından, bu mecralar üzerinden mobilize olmaya müsait bir gençlik kuşağı görüntüsü veriyor. Ayrıca Z Kuşağı, gerilla figürüyle de farklı bir ilişki kuruyor. Daha önceki kuşakların bire bir ilişkilendiği bir figür olan gerilla, günümüz açısından görsel malzemeler sayesinde erişilen ve şahit olunabilen bir figür. Ancak yine de, gerilla ile Kürt kimliğinden kaynaklı olarak kurulan simbiyotik ilişki duygulanım anlamında eskisinden pek de farklı değil. Görüştüğüm Z Kuşağı mensupları, gerillanın Kürt topluluğu için birçok dünyevi işten vazgeçtiği için onu kutsal bir yere konumlandırıyor. Hatta bir tanesi ekliyor: “Elimden gelse ömrümden onlara vermek isterdim”. Özellikle Şehid Atakan Mahir’in Twitter sohbet odaları üzerinden yayınlanan eğitim dersleri bu gençlerin dikkatini epeyce çekmiş. Şehid Atakan Mahir’in özellikle toplumsal cinsiyet ve din üzerine verdiği derslerde söyledikleri farklı düşüncelere yol açmış. Toplumsal cinsiyet bağlamında kimi tartışmaların es geçildiği ya da görmezden gelindiğine dair kaygıları ortadan kaldırmış. Özgürlük hareketiyle kurulan bu tür bir ilişkilenmenin sanal olsa dahi gençlerin anlam dünyasında çeşitli kırılmalara yol açtığı, harekete olan sempatiyi derinleştirdiği sonucuna ulaşmak mümkün.

Onları dinleyelim

Tüm bu anlatılanlardan hareketle bir sonuca ulaşmak gerekirse, küresel kapitalizmin tüm dünyada yeni bir aşamaya geçerek otoriter rejimlere yol açmasıyla birlikte, gelişecek muhalefetin de kendini yenileyerek varlığını sürdürmesi mümkün. Hatta gereklilik. Bu açıdan bakıldığında, yeniliklere en açık kesim olan gençliğin özgün farklılıklarını anlayarak bu süreci yürütmek önemli. Özellikle medya imkanlarının gelişkinliğini iyi irdelemek ve üzerine düşünmek gerek. Zira devletlerin elinde şekillenen merkez medyaya karşılık özellikle sanal medya bir gri alan yaratıyor. Bu gri alanın, devletlerin dezenformatif bilgi akışından nispeten az etkilendiğini söylemek mümkün. Daha da önemlisi bu gri alanda en çok da Z Kuşağı bulunuyor. Dolayısıyla bu alanı daha işlevsel kullanabilmenin olanaklarını yaratmak elzem. Bunun için de ancak gençlerin ne düşündüğünü, nelerle ilgilendiğin, nasıl bir anlam dünyaları olduğunu anlayarak yola çıkmak gerek. Dolayısıyla gençlere söz vererek, onları dinleyerek, onların düşüncelerini bastırmadan ve tepeden bir biçimde paket içerikler sunmadan bir yol tutturulması önemli.

 

paylaş

   

Yeni Özgür Politika

© Copyright 2024 Yeni Özgür Politika | Tüm Hakları Saklıdır.